Giriş
Bu yazımızda; 07.03.2025 tarihli yazımızda[1] ele aldığımız konuyu ilgilendiren ve başvurucu hakkında İstinaf Mahkemesi tarafından verilen beraat hükmü ile birlikte verilmiş tahliye kararına itiraz edilmesiyle tahliye kararının kaldırılması ve hukuka aykırı şekilde verilen tutuklama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasını inceleyen 12 Mart 2025 tarihli, 32839 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 12.12.2024 tarihli, 2020/3067 bireysel başvuru numaralı Anayasa Mahkemesi kararı değerlendirilmiştir.
1. Başvuruya Konu Olay
Başvuruya konu olayda; Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 19.07.2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, tasarlayarak insan öldürme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçlarından başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu tutuklu yargılanmış ve Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 27.04.2018 tarihli kararıyla başvurucunun Anayasa ile kurulu düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla mahkumiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına karar vermiştir.
Başvurucunun istinaf kanun yoluna başvurusu üzerine dosyayı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi; 14.01.2020 tarihli kararı ile başvurucunun beraatına ve tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararına karşı itiraz mercii olan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bulunduğu tahliye kararına itirazı kabul etmiş, başvurucunun tutuklanmasına yönelik olarak yakalama emri çıkarılmasına karar vermiş ve başvurucunun ifadesini alarak, Anayasa ile kurulu düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan 16.01.2020 tarihinde tutuklanmasına karar vermiştir.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başvurucu hakkında verilen beraat kararını temyiz etmesi üzerine, Yargıtay (kapatılan) 16. Ceza Dairesi’nin 01.07.2020 tarihli kararıyla eksik inceleme yapıldığını gerekçe göstererek, beraat hükmünün bozulmasına ve başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Daha sonra; Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu hakkındaki Anayasa ile kurulu düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım suçundan 15 yıl 10 ay hapis cezası vermiş, bu karar da Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 03.06.2024 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunan başvurucu; beraat hükmü ile birlikte suç isnadının sona erdiğini ve beraat hükmünün geçerliliğini sürdürdüğü bir dönemde hakkında tutuklama kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğunu, ayrıca hükümle birlikte verilen tahliye kararının hükme bağlı olması sebebiyle, itiraz kanun yoluna tabi olmadığını, böylelikle tahliye kararına itirazı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesinin karar verme yetkisinin bulunmadığını ifade ederek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, yaşam hakkı ve adil/dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Adalet Bakanlığı görüşünde; kuvvetli suç şüphesinin somut olayda mevcut olduğunu, başvurucu yönünden kaçma ve delilleri etkileme tehlikesine yönelen tutuklama nedenlerinin olgusal temellerinin mevcut olduğunu, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu ifade etmiştir.
2. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi
Anayasa Mahkemesi oy çokluğuyla verdiği kararında, başvurucunun tutulma halinin Anayasada dayanağının olup olmadığı yönünde değerlendirme yapmıştır. Kararda; başvuruya konu olayda “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı Anayasa m.19’a uygun bir tutma halinin mevcut olup olmadığı incelenmiş, bu inceleme ile yetinilip başkaca bir tartışma yürütülmemiş, hukuka aykırılığın tespiti yönünde bir kanaate varılmasına rağmen, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.141/1(a) kapsamında tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddialarına yönelik olarak, başvurucunun öncelikle tazminat davası açabileceği belirtilerek, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir.
Her ne kadar Anayasa Mahkemesi oy çokluğuyla kabul edilemezlik kararı vermişse de, somut olaydaki tutmanın hukuka aykırı olduğu kabul edildiğinden, kararda yer alan değerlendirmenin incelenmesi faydalı olacaktır. Şöyle ki;
Anayasa Mahkemesi tarafından, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi’nin 14.01.2020 tarihinde verdiği beraat hükmü ile birlikte mahkumiyet hükmünün ortadan kalktığı ve bu sebeple Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin tutuklama kararı verdiği esnada başvurucu hakkında bir suç isnadı veya mahkumiyet hükmü bulunmadığı ortaya koyulmuştur. Bu haliyle Anayasa m.19/2’de, “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” şeklinde belirtilen mahkumiyete bağlı tutma biçiminin de ortadan kalktığı, 14.01.2020 tarihli beraat kararı ile 01.07.2020 tarihli beraat kararının bozulması arasındaki sürede Anayasa m.19/2’de veya m.19/3'de belirtilen hallerden birisi mevcut olmadan başvurucunun tutuklu kaldığı, kesinleşmemiş olsa da beraat kararının geçerli olduğu esnada tutuklama kararının icra edilmesinin hukuka aykırılık oluşturduğuna dikkat çekmiştir.
Nitekim, Anayasa m.19/2-3 şu şekildedir: “(2) Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması;…”
(3) Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir”.
Anayasa Mahkemesi kararında; beraat hükmü ile AY m.19/2’de yer alan başvurucunun mahkumiyete bağlı tutulma halinin de kendiliğinden sona erdiği, AY m.19/3’de yer alan düzenlemenin ise, “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin kaçmalarının, delilleri yok etmelerinin veya değiştirmelerinin önlenmesi maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer haller” mevcutsa kişinin tutuklanabileceğine ilişkin olduğu, başvuruya konu olaydaki tutmanın bu düzenlemede yerini alan bir tutma hali arz etmediği sonucuna varılmıştır. AY m.19/2’de ve 19/3’de yer alan hukuka uygun tutma hallerinin başvuruya konu olayda neden mevcut olmadığı hususu Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararında detaylı şekilde açıklanmamış olup, olaydaki tutmanın anayasal dayanağı olmadığı kanaatinin oluştuğuna ilişkin bir açıklama yapmakla yetinilmiştir.
3. Karşı Oy
Karşı oyda; başvurucunun, başvuru yollarını tüketmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna dair karara katılmama gerekçesi ve başvuruya konu olaydaki kişi özgürlüğünden mahrum bırakılma durumunun, ne Anayasa m.19/2’de ne de Anayasa m.19/3’deki düzenlemesine yaklaştığına değinilmiştir.
Mahkumiyet hükmünün bozulduğu hallerde; Anayasa m.19/2’deki hal ortadan kalkıp, Anayasa m.19/3’de yer alan durumun gündeme geleceği, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi’nin verdiği kararın “bozma kararı” değil, “beraat kararı” olduğu, bu nedenle somut olayda suç isnadı da bulunamayacağı, başvuruya konu tutmanın Anayasa m.19/3 kapsamında değerlendirilmesinin de mümkün olmadığı, nitekim ortada ne suç isnadı ne de bir mahkumiyet hükmünün bulunduğu açıklanmıştır.
Dolayısıyla karşı oyda; hiçbir anayasal dayanağı olmadığı anlaşılan tutmanın hukuka aykırılığına ilişkin incelenen başvurunun, öncelikle başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilerek sonuçlandırılmasının gerekeceği, aksi halde Anayasa’da konu ile ilgili öngörülen güvencelerin anlamını yitireceği açıklanmıştır.
Aynı zamanda; başvurucu tarafından bireysel başvuru formunda maddi ve manevi tazminat talebine yer verilmeyip, sadece kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi talep edilmesine rağmen, tazminat davası açılmadığı gerekçesiyle kabul edilemez kararı verilmiş olmasının çelişkili ve anlamsız olduğu, CMK m.141’de yer alan düzenlemenin bir tazminat yolu olduğu, öncelikle tutmanın hukuka aykırı olduğunun tespit edilmesinin gerekeceği, dolayısıyla kabul edilemezlik kararı verilmemesinin doğru olmadığı görüşü ortaya koyulmuştur.
Karşı oyda yer alan son husus da; dosyanın esası ile ilgili tespitlerde bulunulmasının, bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi ile ilgili kafa karışıklığına sebebiyet verebileceğine ve başvurucunun gösterilen başvuru yolunu tükettikten sonra yapmayı düşünebileceği ikinci bireysel başvuru bakımından görüşün önceden bildirilmiş olması anlamına geleceği için ihsas-ı rey olarak değerlendirilebileceği, kararın bu yönden de sıkıntılı olduğudur.
4. Değerlendirmemiz
Gerek kararda ve gerekse karşı oy gerekçesinde; tutma tedbirinin hukuka uygun olması için Anayasa m.19/2 ve m.19/3’de belirtilen hallerin mevcut olması gerektiği, başvuruya konu tutma tedbirinin ise her iki fıkra kapsamına da girmediği, bu nedenle tutmanın hukuka aykırı olduğu kabul edilmiştir. Anayasa Mahkemesi; kararında hukuka aykırılık tespitini, yalnızca bu hususa dayandırarak açıklamakla yetinmiştir.
Öncelikle başvuruya konu olayda; Anayasa m.19/2’de yer alan “mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi” halinin, ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararı ile mevcut olduğu, ancak istinaf mahkemesinin beraat kararı vermesiyle bu halin ortadan kalktığı hususunda tartışmaya yer olmadığından, Anayasa m.19/2 yönünden bir hukuka uygunluk olmadığı açıktır. Bu durumda, Anayasa m.19/3 yönünden hukuka uygun bir tutma olup olmadığının incelenmesi gerekecektir.
CMK m.100’e göre; tutuklama kararı verilebilmesi için, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut deliller ile maddede geçen bir tutuklama nedeninin varlığı arandığı gibi, adli kontrol tedbirleri yerine tutukluluğa başvurulmasının orantılı olması da aranmalıdır. Dolayısıyla; tutmanın anayasal dayanağı olup olmadığının tespiti için, öncelikle somut olayda kuvvetli suç şüphesinin mevcudiyetinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kuvvetli suç şüphesi doktrinde farklı şekillerde tanımlanmıştır. En basit tanımıyla kuvvetli suç şüphesi; dosyadaki somut delillere göre ileride bir mahkumiyet kararı verilmesi ihtimalinin, yeterli şüphe seviyesinden daha yüksek olmasıdır[2]. Varsayımlar ve gelecekteki olası sonuçlara ilişkin değerlendirmeler nazara alınarak kuvvetli suç şüphesi tespitinde bulunulamayacağı, bu değerlendirmenin ancak mahkemenin önünde kullanılabilecek birtakım olgulardan kaynaklanabileceği, yani yalnızca isnat edilen suçun ağırlığı ile tahminler üzerinden kişilerin hürriyetinin sınırlanamayacağı açıktır.
İstinaf mahkemesinin verdiği beraat kararına bağlı olan tahliye kararına karşı yapılan itiraz sonucunda, tahliye kararını inceleyecek olan itiraz mercinin beraat kararına rağmen somut olayda halen kuvvetli suç şüphesi seviyesinin var olduğunu söyleyip söyleyemeyeceği konusunda iki farklı görüş ele alınabilecektir.
Bizim katıldığımız görüşe göre; beraat kararı verildiğinden, artık ortada bırakalım kuvvetli suç şüphesini, yeterli suç şüphesi de kalmadığından, beraat kararına bağlı tahliye kararına itiraz kabul edilerek, sanığın tekrar tutuklanmasına verilmesi hukuka aykırıdır. Belirtmeliyiz ki; soruşturma evresinin tutuklu şüpheli lehine sonlandığı durumda uygulanacak olan CMK m.103/2 hükmünün, kovuşturma evresinde bir karşılığı bulunmamaktadır. Gerçekten de CMK m.103/2’de, “Kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğinde şüpheli serbest kalır.” şeklinde yer alan düzenlemenin, beraat kararı bakımından kanunda ele alınmadığı görülmektedir. Benzeri bir düzenlemenin kovuşturma evresi için de düzenlenmesi gerektiği söylenebilirse de, CMK m.103/2’de yer alan hükmün sanık lehine yorumlanması gerektiği izahtan varestedir. Nitekim; kovuşturma evresinde deliller mahkeme önünde tartışılmakta olup, henüz soruşturma evresinde verilen takipsizlik kararı üzerine şüphelinin kendiliğinden serbest kaldığı bir düzenlemede, bu uygulamanın evleviyetle beraat kararı bakımından da geçerli olması gerekecektir. Gerçi burada; “evleviyet” ilkesinin öne çıkarılmaması gerektiği, her ne kadar kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda bir mahkeme kararı bulunmasa da, sonuçta adli süzgeçten geçmiş bir soruşturma dosyasında iddianame düzenlenmesine bile gerek olmadığı, dolayısıyla açılan dava sonucunda verilen beraat kararına bağlı tahliye ile KYOK’a bağlı tahliyenin birbirleri ile öncelik sonralığının olamayacağı, olsa bile bunun KYOK lehine düşünülmesi gerektiği söylense de, hem lehe kararların benzerliği ve hem de açılmış davanın duruşma prosedürü süzgecinden geçen bir aklanma içerdiği gözardı edilmediğinde, evleviyet kelimesinin kullanılmasının burada sakınca içermeyeceği düşünülmelidir.
Somut olayda; tahliye kararına karşı yapılan 15.01.2020 tarihli itirazı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi bir gün içerisinde yaptığı değerlendirme sonucunda, istinaf mahkemesinin beraat hükmüne bağlı tahliye kararının yerinde olmadığı kanaatine vararak en ağır koruma tedbiri olan tutuklamaya karar vermiştir.
Dolayısıyla; dosyayı her yönüyle ele alan ve delillere doğrudan temas eden istinaf mahkemesinin verdiği beraat kararı, kesinleşmemiş olsa da geçerliliğini sürdürmekte olup, sanığın suçsuzluğunu ortaya koymakta ve aklandığını göstermektedir. Bu nedenle; beraat hükmüne bağlı olarak verilen tahliye kararına itiraz edilmesi sonucunda, itiraz merciin başvurucunun ifadesini almak haricinde delillere doğrudan temas etmeden itirazı kabul etmesinin, beraat hükmünün etkisine ilişkin bir müdahale arz ettiği hususunda şüphe yoktur. Davayı gören mahkemenin sanık hakkında verdiği beraat kararına bağlı olarak vermek zorunda olduğu tahliye veya kaldırmak zorunda olduğu adli kontrol tedbirine ilişkin karara yapılan itiraz da tutukluluğun veya adli kontrol tedbirinin devamına karar verilmesi, dosyanın esasını gören mahkemenin beraat kararı ile çelişir. İtiraz mercii, kovuşturma aşamasında beraat hükmünü veren mahkemenin yerine geçerek, beraat kararına dokunamasa dahi bir tedbir olan tutuklamaya tekrar başvurduğunda, bir anlamda esas mahkemesinin beraat kararını yok saymakta, nerede ise görev ve yetki alanına girmeyecek şekilde beraat hükmü ve işin esası ile ilgili hukukilik denetimi yapmaktadır. İtiraz merciin hukukilik denetimi dosya üzerinden yapılmış incelemeye dayalı bir karar olduğundan, esas mahkemesinin delillerle doğrudan temas ederek ve “çelişmeli yargılama” ilkesinin tatbiki suretiyle verilen beraat hükmünü etkisiz hale getirmemelidir.
Suçluluğu hakkında somut delillere dayanan kuvvetli şüphe bulunan kişinin, ancak tutuklanmadığı takdirde delilleri karartacağını veya kaçacağını gösteren somut olgular mevcutsa ve delilleri karartma veya kaçma şüphesi, adli kontrol tedbirleri uygulanarak önlenemeyecekse tutuklanabileceği, yani işbu tedbire son çare[3] kuralına uygun şekilde başvurulabileceği tartışmasızken, itiraz merciin, adli kontrol tedbirleri ile sözkonusu tehlikelerin önlenemeyeceğine dair yeterli açıklama içeren bir gerekçeli karar inşa etmediği açıkça görülmektedir.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin 16.01.2025 tarihli tutuklama kararında; “Sanık Metin İyidil’e isnat edilen Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçunun vasıf ve mahiyeti, CMK’nın 100/3-a maddesi kapsamında kalan suçlardan olması, ilk derece mahkemesinin mahkumiyet hükmüne dayanak yapılan tanık anlatımları ve diğer deliller, eylemlerin niteliği, tutukluluk süresi, hükmün henüz kesinleşmemiş olması, sanığa isnat edilen suçun gerektirdiği cezanın mahiyeti ile sanığın daha önce devlet kademesinde bulunduğu görevleri itibariyle kaçma şüphesi gözetilerek adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı ve atılı suç bakımından tutuklamanın orantılı bir tedbir niteliğini taşıdığı,” kabul edilmiştir. Dosyanın içeriğini inceleyerek kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu kanaatine varan ve tutuklama nedeni olarak kaçma şüphesine dayanan itiraz mercii, bu şüphenin dayanağı olarak ise sanığın daha önce Devlet kademesinde bulunduğu görevi göstermiş, tutuklamanın bir tedbir olduğunu tamamen gözardı etmiştir.
Unutulmamalıdır ki tutukluluk, suçlu olduğu düşünülen kişiler hakkında yapılan yargılamalar sırasında bir ceza çektirme aracı, yani infaz mekanizması değildir. Kanun koyucu esasında bu tür uygulamaların önüne geçmek amacıyla zaman içerisinde CMK m.100’de çeşitli değişiklikler yapmışsa da, ilgili değişikliklerin tatbikata geçirilmediği sürece kişi hak ve güvenliği haklarının korunamayacağı görülmektedir.
Hakkında beraat kararı verilmiş bir kişi yönünden; “kaçma” şüphesinin mevcut olamayacağı, nitekim bu kişinin kaçma şeklinde nitelendirilen olgusunun, esasen Anayasa m.23 kapsamında seyahat hürriyeti teşkil edeceği, kişinin daha önce Devlet kademesinde bulunduğu ve tutuklama kararı verildiği anda ifa etmediği görevinin ne şekilde kaçma şüphesini oluşturduğu açıklanamamış ve somut gerekçe ile ortaya koyulamamıştır. Dolayısıyla; hakkında verilmiş geçerli bir beraat kararı bulunan kişi bakımından öngörülen ve niteliği tartışmalı olan “kaçma” şüphesinin, yurt dışına çıkamamak şeklinde uygulanan adli kontrol tedbiri ile önlenemeyeceğinin ortaya koyulmasının mümkün olmadığı, değişen durum çerçevesinde yapılan bir değerlendirmenin de tutuklama kararının gerekçesinde yer almadığı, bu haliyle beraat kararına rağmen verilen tutuklama kararının hukuka aykırı olduğu ve “hukuk güvenliği” ilkesini zedelediği tartışmasızdır.
Her ne kadar sanık müdafii tarafından tutuklama kararına itiraz edilmişse de, itirazı değerlendiren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 22. Ceza Dairesi, 20.01.2020 tarihli kararında; aynı yönde değerlendirme yaparak, dosya kapsamındaki bilgi ve belge içeriklerinin tutuklama kararı verilebilmesi için yeterli görmüş ve tutuklama tedbirinin orantılı olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir.
Bir diğer görüşe göre; kişi hakkında verilmiş geçerli bir beraat kararı mevcutken,
işin esasına, dosya kapsamında elde edilen delillere, suçun niteliğine dayanılarak inceleme yapılıp tutuklama kararı verilmesinin mümkün olduğu, beraat için yenilmesi gereken şüphe seviyesi için tutuklama kararı için aranan şüphe seviyelerinin farklı olduğu, sanığın suç işlediğine %100 emin olunamamışsa da, kuvvetli suç şüphesinin varlığının hala mevcut olduğu ileri sürülebilir.
Bir örnek üzerinden gitmek gerekirse; kişinin suçluluğu hakkında şüpheye düşüldüğü hallerde, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereği CMK m.223/2(e) uyarınca beraat kararı verilmesi gerekeceği açıktır. Bu durumda, kişinin suçluluğu hakkında mahkemenin kanaat getirdiği şüphenin kuvvetli düzeyde olduğu ve suçu işlemediğine ilişkin ihtimalin zayıf kaldığı durumda bile beraat kararı verilmiş olacağından, beraat kararına rağmen kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğunu kabul etmenin, yani beraat kararı verilen kişinin suçluluğu hakkında duyulan şüphenin kuvvetli düzeyde olmasının, temel mantık kurallarına aykırı olmadığı değerlendirilebilecektir. O halde kuvvetli suç şüphesine dayanılarak tutuklama kararı verilmesi de -kişi hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı bir bakış açısı olsa da- kanuna uygun görülebilecektir. Ancak bu değerlendirme, yalnızca CMK m.223/2(e) uyarınca verilen beraat kararları bakımından geçerli olabilecektir. Örneğin, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması durumunda CMK m.223/2(b) uyarınca verilen bir beraat kararı olduğu durumda bu değerlendirmeyi yapmak mümkün olmayacaktır. Bu haliyle; işbu karar suçsuzluğun tespiti sonrasında verilmiş olsa da dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesi bulunduğunu kabul etmenin kanuna aykırı olmadığı iddia edilebilir.
Bu hukuki meseleye, suçsuzluk/masumiyet karinesi perspektifinden de bakmak faydalı olacaktır. Anayasa Mahkemesi, Tamer Karslıoğlu başvurusunda[4]; somut olaya göre değerlendirme yapmakla birlikte, bazı hallerde karinenin kesinleşmiş mahkumiyet hükmüyle dahi son bulmadığını, olağanüstü bir hak arama yolu olan bireysel başvurusu sürecinde dahi suçsuzluk/masumiyet karinesinin etkisinin devam ettiğini kabul etmiştir.
Suçsuzluk/masumiyet karinesi; hem şüpheli bakımından bir koruma sağlar ve hem de suç isnadının devam ettiği anlamına gelmektedir. Elbette suçsuzluk/masumiyet karinesinin etkisinin sürdüğü kanun yolunda; Anayasa m.19/3 bakımından bir suç isnadının bulunmaya devam ettiği, kanun yolu süresince, sanığın ilk derece mahkemesi tarafından cezalandırıldığı durumda dahi, suçsuzluğun aslında tespit edilmiş sayılamayacağı, masumiyet karinesinin devam ettiği açıktır. Bu şekilde, beraat hükmüne rağmen tutuklama kararı verilmesinin mümkün olduğu görüşü, suçsuzluk/masumiyet karinesi perspektifinden temellendirilebilecektir. Bu kapsamda; suçsuzluk/masumiyet karinesinin bu mesele üzerinde iki taraflı ele alınması halinde, kişinin suçluluğu tespit edilmiş gibi muamele görmemesi için bir koruma sağladığı, aynı zamanda suçsuzluğun kesin olarak tespitinin bulunmadığına da işaret ettiği kabul edilebilecektir.
Tüm bunlara ek olarak; dosyanın esasına girilerek gerçekleştirilen tutukluluk değerlendirmesini, beraat kararı veren mahkemeden farklı bir mahkemenin yapması da tartışılmalıdır. Nitekim; suçsuzluk tespitinde bulunan mahkeme Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi iken, dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını kabul eden mahkeme, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’dir. Bu iki mahkemenin birbiri ile çelişen kararlar vermelerinin nedeni, karar verirken diğer mercilerden bağımsız şekilde vicdani kanaatlerini kullanıyor olmalarından ileri geldiği söylenebilir. Dolayısıyla, bu aşamada değerlendirilmesi gereken konulardan birisi de yetki aşımı meselesidir.
Başvurucu aynı zamanda hükümle birlikte verilen tahliye kararının hükme bağlı olması sebebiyle itiraz kanun yoluna tabi olmadığını, dolayısıyla tahliye kararına itirazı inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin işbu kararı verme yetkisinin bulunmadığını iddia etmiştir. Önceki yazımızda ortaya çıkabilecek bu sorunu öngörerek;[5] beraat kararına bağlı tahliyeye itirazı inceleyen itiraz merciin dolaylı olarak istinaf veya temyiz inceleme yetkisine sahip olmaksızın beraat kararını incelemiş olacağını, bunun da yetki aşımını gündeme getireceğini ifade etmiştik. Her ne kadar beraat kararına rağmen verilen tutukluluk kararının hukuka aykırı olduğunu kabul eden Anayasa Mahkemesi, dosyayı bu yönüyle ele almamış olsa da, olayda yetki aşımı sorunu olduğuna değinmekte de fayda vardır. Tahliyeye yapılan itiraz incelemesinin Kanuna uygun olduğu kabulünde dahi; lafza aykırı olmamakla beraber, suçun işlendiğinin sabit olup olmadığına ilişkin vicdani kanaatini kullanan mahkemenin hükmüne bağlı olarak verilmiş olan tahliye kararının, bir başka mahkeme tarafından incelenmesi, kanunun ruhuna aykırı olacaktır.
Sonuç olarak; kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğinde şüphelinin serbest kalacağını düzenleyen CMK m.103/2’nin, beraat kararı yönünden de evleviyetle geçerli olacağı, çünkü burada mahkeme huzurunda yapılmış duruşmada ortaya koyulmuş delillerin tartışılmasının ve değerlendirilmesinin varlığı sözkonusudur. Bu sebeple; sanık hakkında verilen beraat kararı verildiğinde, onun serbest bırakılması, hakkında uygulanan tedbirlerin kaldırılması ve tutuklu tutulmaması gerektiği, aynı zamanda dosyayı her yönü ile ele alan ve delillere doğrudan temas eden mahkemenin kurduğu beraat kararının kesinleşmemiş olsa da geçerliliğini koruduğu, bu haliyle sözkonusu beraat kararının bir suçsuzluk tespiti ortaya koymuş olacağı, geçerli beraat kararı varken son çare kuralına uygun şekilde tutuklama kararı verilmesinin mümkün olmadığı, nitekim hakkında beraat kararı verilen kişi yönünden adli kontrol tedbiri ile önlenemeyecek bir tehlikeden söz edilemeyeceği, an itibariyle cezalandırılma tehdidi ile de karşı karşıya olmayan kişinin kaçma şüphesinden bahsedilemeyeceği kanaatindeyiz. Aksi bir görüşün yalnızca, kişi hakkında ilgili suçu işleyip işlemediği yönünde şüpheye düşülerek verilen bir beraat kararı olduğu halde tutuklama kararı verilmesinin mümkün olduğu ve kanun yollarında suçsuzluk/masumiyet karinesinin geçerli olacağı değerlendirilerek suç isnadının devam ettiği düşünceleriyle temellendirilebileceği, ancak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını sınırlayan bir meselede bu derece bir yorumun yapılamayacağı, özellikle de soruşturma aşamasında kişiler lehine mevcut bir düzenleme varken, özgürlük karşıtı bu yoruma itibar edilemeyeceğini ifade etmeliyiz.
Netice itibariyle; görülen dava ve yapılan duruşma sonucunda sanığın CMK m.223’e uygun olarak beraatına karar verilmesi halinde, tutuksuz sanık tutuklanamayacağı veya adli kontrol tedbirine tabi tutulamayacağı gibi, bu sanığın tutukluluğunun devamına karar da verilemez, hatta sanık hakkında uygulanan adli kontrol tedbirleri dahil, tüm koruma tedbirlerinin kaldırılmasına karar verilmesi gerekir. Burada belki üzerinde mülkiyetin kime ait olduğuna dair tartışma yaşanan malvarlığının kime verileceği hususu bir özel hukuku ihtilafı görülerek çözümü hukuk mahkemelerine bırakılabilir veya kararın kesinleşmesi beklenebilir. Bizce; beraatle birlikte elkoyma tedbiri ile ilgili karar verilmesi de gerektiğinden, şartlarına göre CMK m.131’in veya m.132’nin tatbiki usulü izlenmelidir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Mehmet Vedat Ervan
Stj. Av. Sevgi Aksoy
(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
--------------
[1] Ersan Şen, “Beraat Kararına Rağmen Tutukluluk Mümkün mü?”, Çevrimiçi Erişim: https://www.hukukihaber.net/beraat-kararina-ragmen-tutukluluk-mumkun-mu Erişim Tarihi: 13.06.2025.
[2] Hamide ZAFER, Yağız YAVUZ; “Ceza Muhakemesinde Suç Şüphesi ve Dereceleri” (2024) 30(2) Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 462-485. s.477.
[3] Metin FEYZİOĞLU, Güneş OKUYUCU ERGÜN; “Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre” (2010) 59(1) Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 35-59. s.47.
[4] Tamer Karslıoğlu Başvurusu, B. No: 2014/2452, Karar Tarihi: 20.07.2017.
[5] Ersan Şen, a.g.e.