Anayasa Mahkemesinin 08/03/2023 tarihli ve 2019/42687 başvuru numaralı kararına konu olayda başvurucu hakkında, kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmış ve olası kastla insan öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsedilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucunun istinaf başvurusu, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından incelenmiş ve esastan reddedilmiştir. Başvurucu müdafi, hükmün tefhiminden itibaren süresinde 5/11/2018 tarihli dilekçeyle temyiz talebinde bulunmuş. Ceza Dairesi gerekçeli kararı başvurucu müdafine 22/11/2018 tarihinde tebliğ etmiştir. Başvurucu müdafi 5/12/2018 tarihinde temyiz sebeplerini gösteren ek dilekçeyi Ceza Dairesine sunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi, temyiz sebeplerini gösteren ek dilekçenin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 295. Maddesinde belirtilen 7 günlük yasal süreye uyulmaması sebebiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 298. Maddesi uyarınca temyiz talebinin reddine karar vermiştir. Karara konu olayda; Anayasa Mahkemesi, başvurucunun Anayasanın 36. Maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında ki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nda Temyiz Sürelerine İlişkin Kurallar

Ceza muhakemesinin öncelikli amacı usul kurallarına uyarak asıl durumu maddi alemde ortaya çıkarmaya çalışmaktır. Ceza yargılamasında temyiz başvuruları için belli süreler öngörülmüştür. Bu süreler, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülmüştür. Temyiz kanun yoluna başvuru için öngörülen kurallar belirli şekilde düzenlenir. Bu sürelere itibar edilip edilmediğine göre belirli hukuki sonuçlar doğmaktadır.

Anayasanın 40. Maddesinin 2 numaralı fıkrasında da belirtildiği üzere; devlet, ilgili kişilerin hangi kanun yollarına başvurabileceğini ve sürelerini belirtmek zorundadır. Ceza Muhakemesi Kanununda açıkça, kanun yollarına hangi sürelerde ve hangi durumlar da ne kadar süreyle başvurulması gerekliliği belirtilmiştir. İlgili Anayasa Mahkemesi kararına konu olan olayda sanığın avukatı, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 291.maddesinde belirtilen on beş günlük süre içerisinde temyiz iradesini ortaya koymuştur.

5271 sayılı Kanunun 291. Maddesinde temyiz isteminde bulunacak tarafın, hükmün açıklanmasından itibaren on beş gün içerisinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe yoluyla veya zabıt katibine beyanda bulunulması ile yapılır. Yine temyiz kanun yoluna başvuru süresiyle ilgili olan 295. Madde de temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen yedi günlük sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içerisinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine gerekçeli ek bir dilekçe verilebilmesi hakkı ifade edilmiştir.

Aynı kanunun 298. Maddesinde; Yargıtay’ın süresi içinde temyiz başvurusunda bulunulmadığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını veya temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediğini saptaması halinde temyiz başvurusunun reddedileceğini belirtilmiştir.

Temyiz Süreleri İle İlgili AYM Kararının Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda başvurucunun belirttiği, yasal sürenin geçirilmesi halinde oluşacak hukuki sonucun kendilerine bildirilmediği ifade edilmiş ve CMK’nun 291. Maddesin de belirtilen on beş günlük yasal süre içerisinde temyize başvuru iradesi, hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bildirilmiştir. Gerekçeli karar, 22/11/2018’de başvurucu müdafine teslim edilmiş ve 05/12/2018 tarihinde temyiz sebeplerini gösteren ek dilekçe ilgili Ceza Dairesine sunulmuştur. Temyiz başvurusunun reddedilmesinin sebebi 295. Maddede belirtilen yedi günlük ek süreye uygun hareket edilmemesi olarak belirtilmiştir. Karara konu olayda başvurucu müdafi, gerekçeli kararın kendisine tebliğinden önce temyiz iradesini yasal süre olan on beş gün içerisinde mahkemeye bildirmiş olup, gerekçeli kararın tebliğinden sonra belirtilen ek yedi günlük süre içerisinde gerekçenin bulunduğu ek dilekçeyi süresinde teslim etmediği nedeniyle temyiz   başvurusu reddedilmiştir.

Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da kapsar. (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/07/2002) Karara konu olayda; belirtilen sürelere uyulmadığı gerekçesiyle, temyiz başvurusunun reddedilmesi, Anayasanın 36. Maddesinde bulunan hak arama hürriyetine aykırılık iddiasını ortaya koymuştur. Hak arama ve mahkemeye erişim hakkını düzenleyen ilgili Anayasa maddesi, temel hak ve hürriyetler niteliğinde olup sınırlandırılabilmesi için belirli şartların oluşması gerekmektedir.

Anayasanın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin ne şekilde ve ne şartlarda sınırlanabileceği öngörülmüştür. Karara konu olayda, adil yargılanma hakkının sınırlandırıldığı görülmektedir. Bu sınırlandırma, kanunla yapılmış ve hakkın özüne aykırı bir biçimde yapılmaması gerekliliğiyle beraber sınırlandırmanın ilgili sebepleri incelenmelidir. Ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç temel başlık altında incelenir.

Elverişlilik, belirlenen sınırlamanın elde edilmek istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını ifade eder. Karara konu olay özelinde incelediğimiz zaman, mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılabilmesi için seçilen sınırlandırma aracının istenen amaca varabilmesi açısından elverişli bir durum bulunması gerekir. Daha hafif sınırlandırmayla da istenen amaca ulaşılabilecek bir durum bulunuyorsa bu durum üzerinden gidilmesi daha doğru bir sınırlandırma kapsamında olacaktır.

Hukukumuzda temyiz mahkemelerinin niteliği, içtihat mahkemeleri olarak belirlenmiştir. Bunun sebebi, niteliğiyle örtüşecek biçimde temyiz mahkemelerinin gereksiz yere meşgul edilmemesinin ve böylece gerekli durumlar üzerinde yoğunlaşmasının sağlanmasıdır. Bu amaç güdüldüğü için sınırlandırmanın amaca ulaşabilmesi açısından elverişli bir araç olduğu söylenebilirse de yedi günlük sürenin olması gerekenden daha kısıtlayıcı bir süre olduğu gerçeği yadsınamamakla beraber ilgilinim mahkemeye erişiminin önüne bir duvar örmektedir. Temyiz başvurularında tarafların gerekçesiz temyiz dilekçesi vermesinin sebebi, gerekçeli kararın henüz çıkmaması olduğundan dolayı keyfi bir durum görülmemektedir. Keyfiyetten uzak bu durum karşısında, Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu ihlal kararı, genişletici bir yorum kapsamında değerlendirilmemelidir. Taraflar 291. Madde de belirtilen on beş günlük süre içerisinde temyize başvurma iradesini içeren dilekçeyi ilgili mahkemeye bildirdiği için, başvurunun reddedilmesi mahkemeye erişim hakkının ihlalini oluşturur.  İlgili düzenleme, on beş günlük belirtilen yasal süre içerisinde temyiz iradesinin ortaya konulmadığı vakıalar için uygulanması gerekmektedir.

Orantılılık, bireyin hakkına yapılan müdahaleyle ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi ihtiyacını ifade eder. Karara konu olay için; başvuranın mahkemeye erişim hakkına yönelik sınırlandırmalar orantılı olmalıdır. Orantılılık, amaçla araç arasında hakkaniyete uygun bir denge oluşturulmasını gerektirir. Bu duruma göre, başvuranın mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılabilmesiyle ulaşılmak istenen amaç ve başvuranın bu hakkını kullanmasında ki bireysel menfaat arasında hakkaniyete uygun bir oran bulunmalıdır. Karara konu olayda, başvurucuya detaylı bir dilekçe sunması için yeterli bir ek süre 5271 sayılı kanunun 295. Maddesinde belirtildiği üzere verilmiştir fakat bu ek sürenin uygulanabilirliği için 291. Madde de belirtilen on beş günlük yasal süre içerisinde temyiz iradesinin ortaya koyulmadığı durumlar için olmalıdır. Bu kanunun, bahsedilen maddelerinin başvurucuya büyük oranda bir zorluk öngördüğü açıkça ortadadır.

Karara konu olayda başvurucunun Anayasa Mahkemesine başvururken gerekçe olarak; karara konu olayda Anayasa’nın 36. Maddesinde bulunan adil yargılanma hakkına ihlale sebebiyet verildiği gösterilmiştir. Adil yargılanma hakkı, kişilerin mahkemeye erişimini kapsadığı gibi kanun yollarına başvurularını da kapsamaktadır. İlgili karar açısından; ilgili usul kurallarının kanunda belirtilmesine karşın ilgilinin temyiz iradesini süresinde ortaya koyduğu ve fakat gerekçeli kararın tebliğinden itibaren belirtilen ek dilekçeyi belirtilen sürede vermediği görülmektedir. Gerekçeli kararın başvurucunun müdafisine tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesini belirtilen süre zarfı içerisinde mahkemeye sunmadığı görülmektedir ve fakat bu sürenin kişinin mahkemeye erişim hakkını gereğinden fazla kısıtladığı ve orantılı bir kısıtlamanın yani kamu yararıyla ilgili kişinin menfaati arasında bir denge bulunmadığı görülmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanununda belirtilen temyiz başvurusuna ilişkin sürelerin varlığı Yargıtay’ın bir içtihat mahkemesi niteliğinde olmasıyla doğru orantılıdır. 291. Maddede belirtilen on beş günlük yasal sürenin bulunması, orantılı ve olması gereken bir sınırlandırma olarak hüküm ifade etmektedir. Eğer belirtilen yasal süre içerisinde temyiz iradesi ortaya konulmamış ise gerekçeli kararın tarafa tebliğinden itibaren 295. maddede belirtilen yedi günlük süre kısıtlamasının adil yargılanma hakkının ihlali olarak görülmesi yerinde bir tespit olmuştur.