İşkence ve kötü muamele yasağı hiç kimsenin, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya maruz bırakılmamasını sağlamak için konulmuş olan insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerin tümünde yasaklanan yalnızca bireylere karşı değil, insanlığa karşı da işlenmiş bir suç olarak kabul edilmektedir.
İşkence ve kötü muamele yasağı, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 3 ve Anayasa madde 17 ‘de güvence altına alınmış olan mutlak bir haktır. İşkence ve kötü muamele yasağı, kişilerin insan onuruyla bağdaşmayan bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlara maruz kalmasını önlemek üzere getirilmiş bir yasaktır.
Uluslararası hukuk sözleşmelerinde işkence yasağı esasen devlet veya devlet yetkilileri tarafından işkence veya kötü muamele teşkil eden fiillerin işlenmemesini güvence altına almayı hedefleyen negatif statü hakkı olarak düzenlenmektedir. Negatif statü hakları, bireyin devlet tarafından dokunulamayacak haklarını ve bu hakların kullanımının sınırlarını çizen haklardır Bu haklara, kişiyi devlete karşı koruyan haklar olması nedeniyle, “koruyucu haklar” da denir. Niteliği itibariyle devlete bireylerin kişisel haklarına saygı duymak sınırlarını işgal etmemek yükümlülüğü yükler .1
DEVLET TARAFINDAN İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE MARUZ BIRAKILMA
İşkence ve kötü muameleye devlet personeli tarafından maruz bırakılmış olan kişinin o devletin ilgili makamlarına karşı başvuru yapabilmesini sağlamak üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Etkili Başvuru Hakkı madde 13’te “Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasamızda işkence ve kötü muamele yasağının olağanüstü hal, savaş ve seferberlik durumunda dahi ihlal edilmeyeceği güvence altına alınmıştır. Anayasa’ da işkence ve kötü muamele yasağı hakkı mutlak korunması gereken bir hak olarak düzenlenmiştir.
İşkence ve kötü muamele yasağı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ nde ve Anayasa’da mutlak korunması gereken bir hak olarak düzenlenmesine rağmen uygulamada bu yasak maalesef karşılık bulmuyor. Kamuoyunca bilinen şekli ve yöntemleriyle Filistin askısı, şiddetli dayakla birlikte tıbbi tedaviden yoksun bırakma, gözaltındaki kişiyi çocuklarına işkence yapılacağı tehdidinde bulunma, elektrik verme (10 Ekim 2000 tarihli Akkoç-Türkiye kararı)2, tecavüz (25 Eylül 1997 tarihli Aydın-Türkiye kararı)3, falaka (27 Haziran 2000 tarihli Salman-Türkiye kararı)4 ,aç bırakma, uykusuz bırakma, moraracak kadar havasız bırakma, hakaret, vurma, çırılçıplak soyup dondurucu soğuk su dökme gibi barbarca eylemlerle kişilerin ruhsal veya fiziksel acı ve ıstıraba maruz bırakıldığı bilinmektedir.
Yazılı olarak güvence altına alınan bu hakkın ihlaline tüm bu kanuni düzenlemelere rağmen devam edildiğini Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açılan ve neticelenmiş olan davaları incelediğimizde görmekteyiz.
ANAYASA MAHKEMESİ’NİN GÖZALTINDA KÖTÜ MUAMELEYE MARUZ BIRAKILMAYA İLİŞKİN 15.12.2021 TARİHLİ CÜNEYT DURMAZ KARARI
- Anayasa Mahkemesi’nin 2016/35468 başvuru numaralı 15.12.2021 tarihli kararında izlenecek hukuki yolun bizi idari yargıya yönlendirdiğini somut bir örnekle görmekteyiz. Somut olayda başvurucu Cüneyt Durmaz FETÖ terör örgütü üyeliği kapsamında 19.10.2016 tarihinde gözaltında alınmış, nezarethanede kaldığı süre boyunca kötü koşullarda tutulduğunu belirterek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur ve söz konusu şikayet hakkında savcılık kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Akabinde başvurucu İçişleri bakanlığından Ankara 7.İdare Mahkemesi’nde tazminat talep etmiştir. İlgili İdare Mahkemesi davanın görev yönünden reddine karar vererek tazminat talebi için CMK m. 141 kapsamında adli yargıda dava açılması gerektiği kararını vermiştir. İstinaf kanun yolundan geçerek kesinleşen karardaki hukuka aykırılık ise Anayasa Mahkemesi kararı ile gözler önüne serilmektedir. CMK m. 141 suç soruşturması kovuşturması sırasında kanunda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan, kanuni süreler içinde hakim önüne çıkarılmayarak, ölçüsüz tedbir uygulanmak suretiyle hakları ihlal edilen kişilerin bu tutuklama ve gözaltının meydana gelmiş olması sebebiyle talep edilebilir. Başvurucunun nezarethane ve tutukevinde geçirdiği süre boyunca kötü muameleye uğramış olması ise devletin yargı faaliyetinin dışındadır, yürütme faaliyetini oluşturur ve kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince zararın idare mahkemelerince tazmin edilmesi suretiyle karşılanması gerekir.
- Gözaltında tutulma koşullarının elverişsizliği konusundaki iddiaları destekler ve izlenecek hukuki yolu gösterir nitelikte bir diğer karar da Anayasa Mahkemesi’nce verilen Nebahat Uysal Gül kararıdır5. Mahkeme anılan kararda başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olması sonucuna varmış olmasına rağmen, gözaltı işleminin gerçekleştiği nezarethanelerin yönetim ,denetim ve işletilmesinin idare tarafından yürütülen bir kamu hizmeti olduğunu, nezarehathane koşullarının ilgili ulusal ve uluslararası hukukta belirtilen standartlara uygun bulundurulmasından idarenin sorumlu olduğunu ,2577 sayılı Kanun’un 2. Maddesine göre idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakkı doğrudan ihlal edilen vatandaşın idari yargıda tam yargı davası açabileceğini ve kişinin nezarethaneden çıkması halinde hukuk mekanizmasının tam yargı davası olduğunu ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararında açık bir şekilde yargı yeri olarak idari yargıyı göstermiş ve bu hak ihlalinin tazminatla giderilmesi gerektiği yönünde yol göstermiştir.
GÖZALTINA ALINAN KİŞİNİN GÖZALTI SÜRESİNCE SAHİP OLDIĞI HAKLAR
- Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği gözaltındaki kişinin maruz kaldığı ortam koşulları ve muamelenin sağlıklı tespitinin sağlanabilmesi açısından bazı düzenlemeler getirmiştir.
- Yönetmeliğin Sağlık Kontrolünü düzenleyen Madde 9’a göre; yakalanan kişinin gözaltına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumu belirlenir.
- Gözaltına alınan kişinin herhangi bir nedenle yerinin değiştirilmesi, gözaltı süresinin uzatılması, serbest bırakılması veya adlî mercilere sevk edilmesi işlemlerinden önce de sağlık durumu hekim raporu ile tespit edilir.
- Gözaltına alınanlardan herhangi bir nedenle sağlık durumu bozulanlar ile sağlık durumundan şüphe edilenler, derhâl hekim kontrolünden geçirilerek gerekiyorsa tedavileri yaptırılır. Bu durumdaki kişilerden kronik bir rahatsızlığı olanların, istekleri hâlinde varsa kendi hekimi nezaretinde resmî hekim tarafından muayene ve tedavi edilmeleri sağlanır.
- Gözaltına alınan kişinin ifadesini alan veya soruşturmayı yürüten kolluk görevlisi ile bu kişiyi tıbbî muayeneye götüren kolluk görevlisinin farklı olması zorunludur. Ancak personel yetersizliği nedeniyle farklı kolluk görevlisinin bulunmaması hâlinde bu durum belgelendirilir.
- Kolluk görevlileri tarafından, hekim raporunu verecek birime, yakalananın nezarethaneye giriş raporu mu, yoksa çıkış raporu için mi getirildiği yazılı olarak bildirilir. Gözaltı süresinin uzatılması veya yer değişikliği ya da nezarethaneden çıkış sırasında düzenlenen hekim raporlarından; bir nüshası sağlık kuruluşunda saklanır, iki nüshası ise raporu düzenleyen sağlık kuruluşunca kapalı ve mühürlü bir zarf içerisinde ilgili Cumhuriyet başsavcılığına en seri şekilde gönderilir.
- Bunlardan bir nüshası Cumhuriyet savcısı tarafından gözaltına alınanın kendisine veya vekiline verilir, bir nüshası ise soruşturma dosyasına eklenir. Bu raporların düzenlenmesinde ve Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesinde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 157. maddesinde belirtilen gizlilik kurallarına uyulur ve bu amaçla gerekli tedbirler ilgili sağlık kuruluşunca alınır.
- Hekim muayene esnasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 94. maddesinde belirtilen işkence, 95. maddesinde belirtilen neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence ve 96. maddesinde belirtilen eziyet suçlarının işlendiği yolunda herhangi bir bulguya rastlaması hâlinde, keyfiyeti derhâl Cumhuriyet savcısına bildirir.
- Bu durumda Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmeliği’nin 7 ve 8. maddesine göre işlem yapılır.
- Kadının muayenesi, talebi hâlinde ve olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılır. Muayene edilecek kadının talebine rağmen kadın hekimin bulunmaması halinde, muayene sırasında hekim ile birlikte sağlık mesleği mensubu bir kadın personelin bulundurulmasına özen gösterilir.
Yönetmeliğin 24.maddesine göre;
- İfade veren şüphelinin beyanı, özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
Yönetmeliğin 25.maddesine göre ;
- Nezarethaneler en az 7 metrekare genişliğinde, 2,5 metre yüksekliğinde ve duvarlar arasında en az 2 metre mesafe olacak şekilde düzenlenir.
- Yeterli doğal ışıklandırma ve havalandırma imkânları sağlanır. Ancak, şüpheli sayısının çokluğu sebebiyle nezarethane imkânlarının yetersiz olması durumunda, nezarethaneler için öngörülen fizikî şartlara sahip başka yerler de kullanılabilir.
- Nezarethanelerde gözaltına alınan kişilerin yatmaları ve oturmaları için yeteri kadar sabit ve dayanıklı oturma yerleri bulundurulur.
- Mevsim ve gözaltı yerlerinin maddî şartları da dikkate alınarak, geceyi gözaltında geçirecek şahıslar için yeterli miktarda battaniye ve yatak temin edilir.
- Tuvalet, banyo ve temizlik ihtiyaçlarının giderilmesi için gerekli tedbirler alınır.
- İç ve dış emniyeti sağlanmış, özel surette hazırlanmış, teknik donanımlı, bağımsız yerlerin ifade alma odası olarak kullanılmasına özen gösterilir.
GÖZALTINA ALINAN KİŞİNİN MARUZ KALDIĞI KÖTÜ MUAMELEDEN DOLAYI İZLEYECEĞİ HUKUKSAL YOL
- Gözaltında kötü muameleye maruz kalan kişinin öncelikle 2577 sayılı İdari Yargılama Kanunu m. 13 uyarınca idari dava açmadan önce bu eylemin gerçekleştiği tarihinden itibaren 1 yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde ilgili idare olan İçişleri Bakanlığı’na başvurarak ihlal edilen hakkın tazminini talep etmesi gerekir. Bu başvuruyu yapmadan dava açılırsa idari merci tecavüzü sebebiyle başvuruları mahkeme tarafından kendiliğinden ilgili idareye yönlendirilecektir.
- 14 Temmuz 2022’ de yürürlüğe giren 4.Yargı Paketi’ne göre ilgili idareye başvurulduktan sonra başvurunun kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından 30 günde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bitiminden itibaren 60 gün içinde tam yargı davası açılabilir. Tam yargı davası; idarenin herhangi bir işlemi, eylemi veya ihmali nedeniyle zarara uğrayan kişinin maddi ve manevi zararının tazmini amacıyla açtığı bir idari dava türüdür.
- İşkence ve kötü muamele yasağının ihlali durumunda idari yargıda tam yargı davası açılması gerektiği ve bu durumun CMK m.141’deki tazminat istemine dayanmadığı yukarıda bahsedilen Anayasa Mahkemesi kararıyla da netliğe kavuşmuştur.
- İşkence ile ilgili tam yargı davalarına bakıldığında, çoğunlukla işkencenin, emniyet veya jandarma görevlileri tarafından yapıldığı iddiası ileri sürülmektedir. Söz konusu kamu görevlilerinin İçişleri Bakanlığı bünyesinde çalışıyor olmaları nedeniyle, tam yargı davasının İçişleri Bakanlığı’na karşı açılması gerekir.
- Davanın, İçişleri Bakanlığı hasım gösterilmek suretiyle açılmış olması, İçişleri Bakanlığı’nın bulunduğu yerdeki yetkili idare mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesinde açılması sonucunu doğurmaz. 2577 sayılı Kanun’un 36. Maddesine göre zararın bayındırlık ve ulaştırma gibi bir hizmetten veya idarenin herhangi bir eyleminden doğmuş olması halinde yetkili mahkemenin hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer idare mahkemesi olduğu hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla yetkili mahkeme kötü muameleye maruz kalınan yerdeki idare mahkemesidir.
- İşkence yapıldığı iddiasıyla açılan tam yargı davasında işkence yapıldığı iddiasını ispatlamak oldukça zordur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre kişi devlet görevlilerinin kontrolü altında iken yaralandığı için şuanki sağlık durumunu raporla belgeleyen kişilerin başvurularında, ispat yükümlülüğünün devlete geçtiği kabul edilmektedir.5
Sonuç olarak devlet için çalışan yetkililerin müdahale ya da ihmali neticesinde adalet hiçbir şekilde sekteye uğratılmamalıdır. Bu nedenle devlet, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 3’ün ihlal edilmemesi için caydırıcı yaptırımlar düzenlemeli, soruşturma ve kovuşturma süreçlerini etkili bir şekilde yürütmelidir. Aksi halde işkence ve insanlık dışı ya da küçük düşürücü muameleye ilişkin genel kanuni yasaklar, barındırdıkları çok temel önlemlere rağmen, pratikte son derece etkisiz hala gelebilir ve devlet adına çalışanların, belli şartlar altında, kontrolleri altında bulunanların haklarını herhangi bir ceza alma korkusu duymaksızın ihmal etmesi gibi sonuçlar ortaya çıkar.
Bireyler de devlet görevlileri tarafından kötü muamele ve işkenceye maruz kaldığında hukuki haklarını kullanmalılardır. Böylece kamu görevlilerinin bir daha bu hareketlerde bulunmamaları, bulundukları takdirde soruşturmaya tabii tutulacakları düşüncesiyle özenli davranması sağlanabilir. Bu tarz muamelelere maruz kalan bireyin hakkını arama konusunda hassas davranması , işkence ve kötü muamele yasağının ihlalinin bir insan hakkı hakkı ihlali olduğunun bilincinde olması gerekir.
-------------
1. Kemal Gözler 2000: 203
2. AİHM,10 Ekim 2000 tarihli Akkoç-Türkiye kararı
3. AİHM,25 Eylül 1997 tarihli Aydın-Türkiye kararı
4. AİHM,27 Haziran 2000 tarihli Salman-Türkiye kararı
5. AİHM, Algür/Türkiye ile Çolak ve Filizer/Türkiye