Borçlar Hukuku’nda temerrüt yalnızca borcun ifasının gecikmesi anlamına gelmemekte; aynı zamanda borcun süresinde yerine getirilmemesinden kaynaklanan ikincil ve tamamlayıcı hukuki sonuçları da beraberinde getirmektedir. Borçlunun temerrüde düşmesi hâlinde, kural olarak alacaklı temerrüt faizine hak kazanır. Ancak uygulamada temerrüt faiziyle karşılanamayan daha kapsamlı bir ekonomik zarar doğabilmektedir. Bu tür zarar, doktrin ve içtihatlarda “munzam zarar” (aşkın zarar) olarak adlandırılmaktadır. Munzam zarar; temerrüt nedeniyle alacaklının malvarlığında meydana gelen ve faiz oranını aşan gerçek zararları ifade etmektedir.

Temerrüt faizinde, borçlu kusurlu olsun veya olmasın sonuçta borcun alacaklıya zamanında ödenmemiş olması yeterli bir gerekçedir. Hukukumuzda alacaklıya zararın varlığını, miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın talep edebilme hakkı tanınmıştır. Faiz yükümlülüğünün doğumu için borçlunun, alıkoyduğu başka bir anlatımla süresinde ödenmediği para miktarında yarar sağlaması şart olmadığı gibi faiz bu yararların iadesi amacını da taşımaz.

Borçlar Kanunu’nun 112–126. maddeleri arasında aşkın zarar dâhil, borçların ifa edilmesi sonuçları düzenlenir. Aşkın zarar, borçlunun temerrüdü sonucu olduğu için temerrüt hükümleri aşkın zararın hesaplanmasını önemli ölçüde etkilemektedir. TBK.m.112’de borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi hâlinde borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür. TBK. m.122’de ise “aşkın zarar” başlığı altında düzenleme yapılmıştır. Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının isteği üzerine hâkim karar verirken buna da hükmeder. TBK’da aşkın zarar, temerrüt faizinden ayrı bir kalem olarak düzenlenmiştir. Normal faiz ile karşılanmayan bir maddi kaybın, yoksun kalınan değeri ifade eder. TBK’da bu kadar açık düzenlenmesine rağmen uygulamada yer bulmamaktadır.

Bu çerçevede, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 2024/3534 E. ve 2025/15 K. sayılı kararı, munzam zararın hukuki niteliği, oluşum şartları ve ispat yöntemleri açısından önemli değerlendirmeler içermektedir. Kararda özellikle yüksek enflasyon oranları, döviz kurlarındaki dalgalanmalar gibi makroekonomik göstergelerin temerrüdün sonuçlarını ağırlaştırabileceğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca, bu tür ekonomik koşulların, munzam zararın ispatında geleneksel yöntemlerin dışına çıkılmasını gerekli kıldığı ve bu nedenle ispat kolaylığı sağlayan yeni yaklaşımların benimseneceği yönünde görüşler ortaya konmuştur. Yine Yargıtay, aynı karar içerisinde atıf yapılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1998/13-353 E., 1999/929 K. sayılı kararında da “munzam zarar sorumluluğu, kusura dayanan borçlu temerrüdünün hukuki bir sonucudur ve alacaklının faizi aşan bölümüdür. Munzam zarar, borçlunun temerrüde düşmeden borcu ödemiş olsaydı alacaklının malvarlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucu ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır.” şeklindeki tanımlanması ile temel bir munzam zarar kriteri ortaya konmuştur.

 İnceleme konusu yaptığımız Yargıtay 6. Hukuk Dairesi kararının uyuşmazlık süreci;

UYUŞMAZLIĞIN ÖZETİ VE YARGILAMA SÜRECİ

Uyuşmazlık, bir konut yapı kooperatifi üyesi olan davacının, kooperatif tarafından kendisine tahsis edilen konutun, kooperatifin borcu sebebiyle satılması ve davalının bunun karşılığında davacıya 135.000,00 TL bedelli bir senet vermesiyle başlamıştır. Ancak bu senet uzun yıllar boyunca tahsil edilememiş, davacı alacağını icra takibi yoluyla ancak 2023 yılında tahsil edebilmiştir.

Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesi, senedin geç tahsil edildiğini kabul etmekle birlikte, davacının uğradığını iddia ettiği zararın somut veri ve belgelerle ispat edilemediği, genel ekonomik verilerin zarar hesabı için yeterli olmadığı, davacının “parayı geç aldım, zarar ettim” şeklindeki soyut iddialarının TBK m. 122 kapsamında değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

Davacı vekili, ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurmuş; ancak Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi, mahkemenin tespit ve gerekçelerini isabetli bulmuş, davacının zarara uğradığını gösterir muhakemeye elverişli nitelikte bir hesap cetveli ya da bilirkişi raporu sunmadığını vurgulayarak başvuruyu esastan reddetmiştir.

Davacı vekilinin temyiz talebi üzerine dosya Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’ne gönderilmiş, Daire 07.06.2024 tarihli kararında ilk derece ve istinaf mahkemesi kararlarını usul ve yasaya aykırı bulmuş, kararın bozulmasına hükmetmiştir.

Yargıtay’ın bozma gerekçeleri şu şekildedir:

- Geç ödeme sabittir. Alacak yaklaşık 5 yıl sonra tahsil edilmiştir.

- Ekonomik göstergeler sabittir. Bu süre içinde yüksek enflasyon, döviz kuru artışı, faiz oranlarındaki değişim gibi unsurlar paranın reel değerini azaltmıştır.

- Zararın ispatı mümkündür. Mahkemece oluşturulacak sepet endeksi üzerinden zarar kalemleri hesaplatılması gerekmektedir.

- Soyut gerekçelerle red kararı verilemez.

- Zararın hesaplanabileceği bir ortam varken, mahkemenin hesaplama yükümlülüğüne girmeden zarar iddiasını soyut bırakması usul ekonomisiyle bağdaşmamaktadır.

- Munzam zarar hesaplamasında soyut ve somut yön birlikte dikkate alınır. Bu yöntemlerden hangisinin dikkate alınacağı, ülke ekonomisinin içinde bulunduğu duruma göre belirlenir.

- Para, her zaman kullanılması mümkün temettü meta olduğundan, geç ödenmesi hâlinde zararın varlığı kesindir.

İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 1988/4 E., 1989/3 K. sayılı kararındaki  gerekçe temel alınarak munzam zarar talebinde bulunulabilecek kriterlere atıf yapılmış ve yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Her ne kadar Yargıtay kararlarında munzam zararın ispatı konusunda farklı görüşler bulunsa da temelde munzam zarardan temerrüde düşen borçlu sorumlu bulunmuş ve alacaklı tarafından munzam zararın talep edilebileceği temel bir uygulama olarak oturmuştur. Farklılık gösteren husus, zararın ispatı konusudur. Bu hususta gerek Yargıtay’ın, son dönemde ülkede yaşanan ekonomik verilerden temerrüdün oluşmasının munzam zararın oluştuğuna bir karine teşkil ettiği yönündeki uygulamaları ile ispat kolaylaşmıştır. Bu hususun ispat kolaylığının oluşmasında AYM’nin bireysel başvuru yolu ile vermiş olduğu kararlar da söz konusudur. Nitekim;

Anayasa Mahkemesi’nin 21.12.2017 tarihli ve 2014/2267 başvuru numaralı kararında da vurgulandığı üzere, ülkenin ekonomik koşulları dikkate alındığında enflasyon nedeniyle paranın değer kaybetmesi, satın alma gücünün azalması, alacaklının fiilen zarara uğradığını ortaya koymaktadır. Bu zararın ayrıca alacaklı tarafından somut delillerle ispat edilmesi şartı, alacaklıya ölçüsüz bir külfet yüklemekte ve mülkiyet hakkının özüne zarar vermektedir. Bu doğrultuda mahkeme, mülkiyet hakkının korunması bağlamında, borçlunun alacaklının uğradığı zararı tazmin etmesi gerektiğine hükmetmiştir.

Sonuç olarak, faizle karşılanamayan zarar, dava edilebilir ve talep edilebilir bir haktır. Pratikte munzam zarar sıkla dava edilen bir husus olmasa da TBK’nın 122. maddesinde , aşkın zararın talep edilebileceği belirtilmiştir.

Özellikle son dönemdeki yüksek enflasyonun görüldüğü ülke ekonomisinde, borçluların borcunu zamanında ödememesi nedeniyle sadece faizle alacaklının uğradığı zararın karşılanması mümkün değildir. Alacak davası açılırken aynı dava içerisinde sadece temerrüt faiziyle yetinilmemesi;  munzam zararın da talep edilmesi doğru bir yöntem olur. Munzam zarar, 10 yıllık zamanaşımına bağlı bir haktır. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi kararı da, munzam zarar talep edilirken ispat külfetinin sıkı şekil şartlarına bağlanmaması gerektiği hususunda yol gösterici olmuştur.