3- (Denetimli Serbestlikle İnfaz) 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun 105/A maddesinde, hükümlü hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı usulü düzenlenmiştir. Böylece, açık ceza infaz kurumunda cezasının son 6 ayını kesintisiz olarak geçiren veya açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartları oluşmasına rağmen, iradesi dışında bir nedenle açık ceza infaz kurumuna ayrılamayan veya bu nedenle kapalı ceza infaz kurumuna geri gönderilen iyi halli hükümlüler (disiplin cezası alan hükümlüler dışında kalanlar), açık ceza infaz kurumuna ayrılma şartlarının oluşmasından itibaren en az 6 aylık süreyi geçiren hükümlüler, talepleri halinde denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle cezalarının infazını dışarıda tamamlama hakkına sahip olurlar.

İnfaz Kanunu m.105/A’nın 4. fıkrasına göre, “Adli para cezasının ödenmemesi nedeniyle, cezası hapse çevrilen hükümlülerin yukarıdaki fıkralardaki infaz usullerinden yararlanmalarında, hak ederek tahliye tarihi esas alınır”. Buna göre, adli para cezalarının ödenmemesi nedeniyle bu cezası hapse çevrilen hükümlünün denetimli serbestlikten yararlanmasında hesaplanacak en az 1 yıllık süre, koşullu salıverilme süresi yerine hak ederek tahliye süresi dikkate alınmak suretiyle tespit edilecektir. “Adli para cezasının infazı” başlıklı Ceza İnfaz Kanunu m.106/9’a göre, “Adli para cezasından çevrilen hapsin infazı ertelenemez ve bunun infazında koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz. Hapse çevrilmiş olmasına rağmen, hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olan adli para cezasıdır”.

Kanun hükmünde öngörülen 6 aylık süre şartı, 6411 sayılı Kanunun geçici 4. maddesi ile 31.12.2015 tarihine kadar aranmayacak, açık cezaevine ayrılan veya açık cezaevine ayrılma hakkı kazanan iyi halli hükümlü doğrudan denetimli serbestlik altında salıverilecektir. Bu infaz yönteminin uygulanmasının önşartı, iyi halli hükümlünün koşullu salıverilmesine 1 yıl veya daha az sürenin kalmasıdır. Bu önşart gerçekleştiği takdirde, ceza infaz kurumu idaresi tarafından hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınmak suretiyle infaz hakiminin kararı ile hükümlünün önce denetimli serbestlikle, bakiye infazın kalması halinde de koşullu salıverilme altında topluma geri gönderilmesi mümkün olabilecektir. Hükümlünün bakiye infazı kalmayıp, yani mahkum olduğu tüm hapis cezası denetimli serbestlik tedbirinin kapsamına girse dahi, yine de hükümlü hakkında ceza infaz kurumu tarafından bir değerlendirme raporu düzenlenmelidir. Bu raporun düzenlenebilmesi için, örneğin 12 veya 18 ay hapis cezasına mahkum edilen hükümlü birkaç saat de olsa açık cezaevi kurumu idaresine gönderilmelidir.

Belirtmeliyiz ki, 31.12.2015 tarihine kadar uygulanmaması öngörülen en az 6 ay süre ile açık cezaevinde kalma veya bu kadar süre ile açık cezaevine ayrılma şartı ile ilgili ertelemenin devamı veya bu şartın kaldırılması yönünden yeni bir kanun çıkarılmadığı takdirde, 01.01.2016 tarihi ve sonrasında gerçekleşen infazlarda “6 ay” şartı aranacaktır.

İnfaz Kanunu m.105/A’nın 7. fıkrasında, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak gerçekleştirilen infazdan vazgeçilip, hükümlünün kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine ilişkin üç sebep öngörülmekte idi. Bunlardan 7. fıkranın (b) ve (c) bentlerinde yer alan iki sebep, Anayasa Mahkemesi tarafından masumiyet/suçsuzluk karinesi ile “hukuk devleti” ilkesine aykırı görülüp iptal edilmiştir.

İnfaz Kanunu m.105/A’nın 7. fıkrasına göre; Hükümlü hakkında;

a) İşlediği iddia olunan başka bir suçtan dolayı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde sayılan nedenlerle tutuklama kararı verilmesi,

b) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlanmasından önce işlediği iddia olunan ve cezasının üst sınırı yedi yıldan az olmayan bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturmaya devam edilmesi (iptal edildi),

c) Denetimli serbestlik tedbiri uygulanmaya başlandıktan sonra işlediği iddia olunan ve cezasının alt sınırı bir yıl veya daha fazla olan kasıtlı bir suçtan dolayı soruşturma veya kovuşturma başlatılması (iptal edildi),

Halinde, denetimli serbestlik müdürlüğünün talebi üzerine, infaz hakimi tarafından, hükümlünün kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar verilir. Hükümlü hakkında soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı veya kovuşturma sonucunda beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın reddi veya düşme kararı verilmesi hâlinde, hükümlünün cezasının infazına denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak devam olunmasına infaz hakimi tarafından karar verilir”.

Anayasa Mahkemesi’nin 26.12.2013 gün ve 2013/133 E., 2013/169 K. sayılı kararına göre; “İtiraz konusu kurallar uyarınca hükümlüler hakkında; denetimli serbestlik kararının verilmesinden önce veya sonra, kurallarda cezalarının alt ve üst hadleri gösterilen suçları işledikleri iddiasıyla soruşturma veya kovuşturmaya başlanmış olması veya devam edilmesi halinde tekrar kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmeleri kanun koyucu tarafından bir tedbir olarak düzenlenmiş ise de, söz konusu kurallar bu kişilerin suçlu sayıldıkları gerekçesiyle bir yaptırım niteliğine dönüşmektedir. Bunun yanında kurallar, denetimli serbestlikten yararlanma hakkını ve denetimli serbestlik kurumundan hükümlü ve toplum lehine beklenen kamusal yararı ortadan kaldırmaktadır. Kanunun çıkarılma amacı ile çelişen bu hususlar ise hükümlülerin henüz işleyip işlemedikleri belirli olmayan bir suçtan dolayı suçlu olarak nitelendirilmelerine yol açıp Anayasanın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen “suçsuzluk karinesi” ile bağdaşmamaktadır.

Öte yandan, itiraz konusu kurallar, ilgilileri, suçlulukları ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılmaları olanağından ve bu olanağı yürürlüğe koyan üstün hukuk kurallarından yararlanmalarını engellemekte ve hukuk devletinin ilkelerinden olan hukuki güvenlik ilkesini de ihlal etmektedir.

Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kurallar Anayasanın 2. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptalleri gerekir”.

Bu isabetli kararından sonra İnfaz Kanunu m.105/A’nın 7. fıkrasında sadece (a) bendi yürürlükte kalmıştır. Esas itibariyle, bu (a) bendinin bir denetimli serbestlik engeli olarak öngörülmesi de masumiyet/suçsuzluk karinesine aykırıdır. Ancak kanun koyucu, hükümlünün bir başka suçtan tutuklanması durumunda fiilen denetimli serbestliğin devamının mümkün olamaması nedeniyle bu yönde bir engel hükmüne yer vermiştir. Bu engelin ortadan kalkması için, hükümlü hakkında yapılan soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı veya kovuşturma sonucunda beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın reddi veya düşme kararı verilmesi gerekir. Kanaatimizce, suçsuzluk/masumiyet karinesinin tutukluluk aşamasında da devam ettiği dikkate alınmalı ve hükümlünün bir başka suçtan uygulanan tutukluluğunun kalktığı andan itibaren denetimli serbestlik tedbirinin tatbikine devam edilmelidir. 105/A’nın 7. fıkrasının (a) bendinin yeniden düzenlenmesi ve tutukluluk halinin etkisinin geniş şekilde uygulanmasının önüne geçilmesinin isabetli olacağını belirtmeliyiz. Tutukluluk bittiğinde, denetimli serbestliğin tekrar işlemeye başlaması gerekir.

Anayasa Mahkemesi’nin 26.12.2013 tarihli iptal kararının konusu denetimli serbestlikle ilgili olup, açık cezaevine ayrılmayı kapsamadığından, bu iptal kararının “Açık ceza infaz kurumları” başlıklı 14. maddenin 4. fıkrasını kapsayacak şekilde anlaşılması mümkün değildir. Çünkü her ikisi ayrı müesseselerdir. Açık cezaevine ayrılmanın engelleri ile denetimli serbestlik engelleri birbirine karıştırılmamalıdır. Bu sebeple; masumiyet/suçsuzluk karinesine, “hukuk devleti” ve “eşitlik/eşit uygulama” ilkelerine aykırılıktan bahsedilse de, İnfaz Kanunu m.14/4 ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nde ayrı bir itiraz yoluyla iptal davası açılmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin, açılacak bu dava yönünden iptal kararı vereceğine inanmaktayız.

Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin 8. maddesinde, İnfaz Kanunu m.14/4’e aykırı hüküm olduğunu ifade etmek isteriz. İnfaz Kanunu m.14/4, açık cezaevinde bulunan hükümlünün kapalı ceza infaz kurumuna gönderilmesinden bahsedilmiştir. Yönetmeliğin sekizinci maddesinin ikinci fıkrasında ise kapalı kurumda hükümlü olup da masumiyet/suçsuzluk karinesi altında bir başka suçtan tutuklanan veya yargılamaya tabi tutulan hükümlünün açık kuruma ayrılamayacağı ifade edilmiştir. Yönetmelik kanuna aykırı olamaz. Her ne kadar bu iki düzenleme birbirine benzemekte ise de, Yönetmeliğin açık kuruma ayrılma yasağının daha geniş uygulanmasını öngördüğü, kapalı kurum, yönetim kurulu kararı ile kapalı ceza infaz kurumuna geri göndermeyi ve bu kararın infaz hakimliğinin onaylamasını aramadığı anlaşılmaktadır.

4- (Açık Cezaevine Ayrılamayacak Hükümlüler) Yönetmeliğin 8. maddesinin 1. fıkrasında, açık kuruma ayrılamayacak hükümlüler sayılmıştır. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar; haklarında ikinci defa tekerrür hükümleri uygulananlar; haklarında iyi hal kararı verilse bile, Ceza İnfaz Kanunu m.44’de sayılan eylemlerden dolayı toplam üç kez hücreye koyma cezası alanlar, terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin 6. maddesinin 2. fıkrasının (c) ve (ç) bentleri dışında kalanlar; koşullu salıverilme kararının geri alınması nedeniyle kalan cezası infaz edilenler ile eğitimevleri hariç kapalı ve açık kurumlardan firar edenler açık kurumlara ayrılamazlar.

Bu hükmün dayanağı, 5275 sayılı Kanunun 14. maddesinin 2. fıkrasıdır. Bu hükme göre, “Hükümlülerin açık cezaevlerine ayrılmalarına ilişkin esas ve usuller yönetmelik ile gösterilir”. Yönetmelik hükümleri, kanuna aykırı olamayacağı gibi, kanun hükümlerinin kapsamını genişletemez. Aksi halde, “normlar hiyerarşisi” prensibini öngören Anayasa m.124/1’e aykırılık gündeme gelir. Bundan başka, kişi hak ve hürriyetlerine ilişkin sınırlamalar ancak kanunla getirilebilir. Yönetmelik ise, yalnızca bu sınırlamaların uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenleyebilir. Oysa Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin 8. maddesinin 1. fıkrasında,  Ceza İnfaz Kanunu hükümlerinin dışına çıkan düzenlemeler yapıldığı görülmektedir.

“Temel hak ve hürriyetlerinin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e göre, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.

Ayrıca, “Kapalı kurumdan açık kuruma ayrılacak hükümlüler” başlıklı 6. maddenin 2. fıkrasının (ç) bendine göre, terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararı ile tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine 1 yıldan az süre kalması şartı ile açık kuruma ayrılmaları mümkündür. Bu hükümde aranan önşart, hükümlünün terör veya örgütlü suçlardan hükümlü ve örgüt mensubu olmasıdır. Hakkında suç örgütü üyeliğinden yapılan yargılamada hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, amaç suç bakımından da hapis cezasına hükmedilen kişi yönünden, Yönetmeliğin 6/2-ç hükmünün mü, yoksa cezanın süresine göre m.5 veya 6’nın mı uygulanacağını tespit etmek gerekir.

Kanaatimizce, hükmün açıklanmasının geri bırakılması bir mahkumiyet kararı değildir, çünkü mahkumiyet hükmü henüz açıklanmamış, hüküm kesinleşmemiş ve şahsın masumiyet/suçsuzluk karinesi ortadan kalkmamıştır. Bu sebeple, suç örgütü üyeliği yönünden hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen şahsa Yönetmeliğin 6/2-c hükmünün uygulanmaması gerekir. Hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümlü bakımından “suç örgütü üyeliği” iddiası netleşmemiştir. Bu düşüncenin aksi iddia edilebilir. Yönetmeliğin 6/2-c hükmünde, “örgütlü suçlardan hükümlü olup” ibaresine yer verildiğinden, suç örgütü mensupluğu netleşmese de amaç suç yönünden idare ve gözlem kurulu kararına ihtiyaç olduğu ileri sürülebilir.

Bu sorun, koşullu salıverilmeyi düzenleyen İnfaz Kanunu m.107 bakımından da çıkacaktır. Koşullu salıverilme, hapis cezasının infazının kanun koyucu tarafından tespit edilen kısmının iyi halle çeken hükümlünün kalan infazını dışarıda çekmesi, koşullu salıverilmesini bozacak bir hukuka aykırılığı icra etmesi halinde de kalan tüm cezasını kapalı cezaevinde geçirmesi olarak tanımlanabilir. 107. maddenin 4. fıkrasına göre, “Suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet hâlinde; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuzaltı yılını, müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yılını, süreli hapis cezasına mahkum edilmiş olanlar cezalarının dörtte üçünü infaz kurumunda çektikleri takdirde, koşullu salıverilmeden yararlanabilirler”.

Suç örgütü kurmak veya yönetmek suçları ile ilgili hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilenler ile İnfaz Kanunu m.107/4’de yer almasa da suç örgütü üyeliği iddiası ile hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilenler tarafından örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolayı, koşullu salıverilme bakımından infazın üçte iki olarak mı yoksa dörtte üç olarak mı yapılacağı sorusu gündeme gelebilir. Hüküm açık olduğundan cevap nettir. Hükümde “ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde” ibaresine yer verildiğinden, hükümlünün hapis cezasının infazı dörtte üç oranında yapılacaktır.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)