Anayasa m.148’de yapılan değişiklikle, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile ek Protokollerinde korunan hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanınmıştır. Bu hakkın kullanılabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmesi aranmıştır.

Bir hak ve hürriyetinin ihlal edildiğini iddia eden kişi; olağan kanun yollarını tükettikten sonra 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45 ila 47. maddelerinde gösterilen usule göre, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapma hakkına sahiptir. Bu maddeler incelendiğinde; 45. maddede başvuru konusunu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve buna ek Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu Protokoller kapsamına giren temel hak ve hürriyetlerden en az birisinin ihlal edildiği iddiasını oluşturabileceği, ihlal iddiası için öngörülmüş yasal idari ve yargı başvuru yollarının tümünün tüketilmesinin arandığı, m.47/5’de bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği ve başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılmasının gerektiği, bu sürenin hak düşürücü bir süre olup, süresinde yapılmayan başvuruların reddedileceği, bu hususun da m.48/1’de açıkça belirtildiği ve bireysel başvurunun kabul edilebilirlik şartlarını taşıması halinde, esas yönünden incelemeye alınacağı anlaşılmaktadır.

Kabule göre Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı olağanüstü bir kanun yolu olup, olağan kanun yolları tükendikten sonra işlerlik kazanan ve “yargı birliği” ilkesi açısından da bu ilkenin iç istisnasını teşkil eden hak arama hürriyeti olarak nitelendirilebilir. Belirtmeliyiz ki; Anayasada ve 6216 sayılı Kanunda öngörülen şartlar gerçekleştiği halde, süresinde bireysel başvurunun yapılmaması halinde başvuru süresi geçtikten sonra ve haklı bir mazeretin bulunması durumunda da, mazeretin kalktığı tarihten itibaren 15 gün içinde ve mazeretin belgelenmesi suretiyle başvuru yapılmadığı takdirde, bireysel başvurunun süre bakımından kabul olmadığından bahisle reddedileceği muhakkaktır. Bu nedenle; bir yargı kararına karşı olağan kanun yolları tüketildikten sonra gündeme gelen birden fazla olağanüstü kanun yoluna başvurma hakkından birisinin kullanılması, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılması için başlayan 30 günlük süreyi durdurmayacak veya kesmeyecektir. Bu konuda Anayasa m.148’de bir hüküm olmadığı gibi, 6216 sayılı Kanunda da olağanüstü kanun yollarına başvurulması halinde, Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak bireysel başvuru için öngörülen sürenin başlamayacağı veya başlamışsa kesileceği veya yapılan başvuru sonrasında başlayan incelemenin durup, olağanüstü kanun yolu için yapılan başvurunun bekleneceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır.

Bu durumda birey; her ne kadar olağan kanun yollarını tüketmek zorunda olup, sonrasında olağanüstü kanun yollarına başvurma hakkını elde etse de, olağanüstü kanun yollarından birisine başvurmanın bir diğerine başvurmayı engelleyeceğine veya diğerleri yönünden hak kaybına uğrayacağına veya diğerleri için de bir süre öngörülmüşse, bu sürenin başlamayacağına ve duracağına veya aynı anda yapılmış iki veya üç başvuru bakımından birisinin veya ikisinin diğerini bekleyeceğine dair yasal sınırlama ve hüküm bulunmadığından, yargı kararına karşı olağan kanun yolları tükenip, kararın kesinleşmesinin öğrenilmesiyle başlayan 30 günlük Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru süresinde, başvuruyu bu sürede yapmak zorunda olup, başvuru yapılmadığında birey, hak düşürücü süre dolduğundan bahisle, bireysel başvuru yapabilme hakkını kaybedecektir. Bu sebepledir ki birey; ilk derece mahkemesi sonrasında incelemeyi ikinci derece mahkemesi sıfatıyla yapan bölge adliye mahkemesi ceza dairesine karşı yasal şartları varsa “olağan kanun yolu” adı altında temyize başvurmakta, temyiz incelemesinin de aleyhine sonuçlanması durumunda, Başsavcı itirazı, yargılamanın yenilenmesi veya Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma adlı olağanüstü kanun yollarını kullanabilmektedir.

Belirtmeliyiz ki, esas itibariyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru klasik bir olağanüstü kanun yolu değildir. Bireysel başvuruyu, “hak arama yolu” veya “hukuki çare” olarak adlandırabiliriz, ancak bireysel başvurunun da, kesinleşmiş yargı kararlarına karşı bu yola başvuranın amacı ve bu başvuru sonrasında elde edilen kabul kararının etkileri bakımından “olağanüstü kanun yolu” adlandırmasında sakınca olacağını düşünmüyoruz. Bizce; “yargı birliği” ilkesinin iç istisnası olan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu, kesinleşmiş yargı kararlarına karşı gidilip, bunlarda varlığı iddia edilen hataların düzeltilmesini hedeflediğinden, nev’i şahsına münhasır olağanüstü kanun yolu olarak isimlendirilebilir.

Sanık lehine Yargıtay Başsavcısı itirazında ve yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurmada süre öngörülmemekle birlikte, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda 30 günlük hak düşürücü sürenin tanımlandığını, mahkumiyeti kesinleşen bireyin veya avukatının Başsavcı itirazına ve/veya yargılamanın yenilenmesine başvurduğu durumda, 30 günlük başvuru süresinin dolup bireysel başvuru hakkının yitirilmemesi için, Anayasa Mahkemesi’ne hak ihlali iddiasıyla başvurmak zorunda olduğu bir gerçektir.

Anayasa Mahkemesi; olağan kanun yolları tüketildikten sonra aynı anda yapılan, yani Başsavcı itirazı ile aynı zamanda veya ardışık olarak yapılan bireysel başvuru veya yargılamanın yenilenmesi ile aynı tarihte veya ardışık olarak yapılan bireysel başvuru hakkında iki karar vermiş ve derdest olan başvurulardan hangisinin geçerli sayılacağı, Başsavcı itirazı veya yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yollarının kullanıldığı durumda Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurunun kabul edilip, bu noktada kendisine yapılan başvurunun İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve ek Protokolleri ile güvence altına alınan kişi hak ve hürriyetlerinin ihlali iddiası ile sınırlı olup, bu hususun diğer olağanüstü kanun yollarından farklılığına işaret ederek, diğer olağanüstü kanun yollarına başvurmanın bireysel başvurunun incelenmesini ve usul itibariyle kabul edilebilir bulunmasını engelleyip engellemeyeceği veya aynı anda yapılan bu iki olağanüstü kanun yolu başvurusundan bireysel başvuru incelemesinin diğer kanun yolu sonucunun açıklanmasına kadar durup durmayacağı konusunda iki karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 2014/1957 başvuru numaralı ve 23.07.2017 tarihli kararının 57. ve 58. paragraflarına göre;

“57. Anılan bu maddelerden de görüleceği gibi ‘yargılamanın yenilenmesi’ yolu her ne kadar bir olağanüstü kanun yolu olarak düzenlenmiş ise de, Mahkemece bu talebin kabul edilmesi halinde duruşmanın açılarak, yargılama sonucunda yeni bir hükmün verilmesi ve bu hükme karşı kanun yollarına başvurulması imkanının bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu süreçte, adil yargılanma ile ilgili hak ihlalleri iddialarının öncelikle derece mahkemelerince incelenmesinin beklenilmesi Anayasa Mahkemesinin ikincil nitelikteki rolüne uygun olacaktır.

58. Açıklanan gerekçelerle, ihlal iddiasına konu edilen dava ile ilgili yeniden yargılama yapılmasına karar verildiği ve bu usulde öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının ‘başvuru yollarının tüketilmemesi’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir”.

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 2013/9044 başvuru numaralı ve 05.11.2014 tarihli kararının 46. ve 47. paragraflarına göre;

“46. Temyiz incelemesinden geçen kararlara karşı ‘Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi’nin bir olağanüstü kanun yolu olarak düzenlendiği açıktır. Ancak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınca bu yetki kullanılmış ise, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca Daire kararının kaldırılabilme ihtimali de görmezden gelinemez. Dairenin onama kararının kaldırılması üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararı doğrultusunda ilk derece mahkemesince yeni bir karar verilecektir. Olağanüstü bir kanun yolu olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisinin, somut olayda geldiği aşama dikkate alındığında etkili olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Bu durumda, aynı dava sürecinin farklı düzlemlerde hem Anayasa Mahkemesince hem de Yargıtay Ceza Genel Kurulunca yargısal incelemeye tabi tutulması, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurudaki ikincil nitelikteki rolüne uygun olmayacağından, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının öncelikle derece mahkemelerince incelenmesi gerekmektedir.

47. Açıklanan gerekçelerle, başvurunun bu kısmının ‘başvuru yollarının tüketilmemesi’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir”.

Yüksek Mahkeme her iki kararında da, başvuru yollarının tüketilmediğinden bahisle kabul edilemezlik kararı vermiştir.

Yüksek Mahkeme 23.07.2017 tarihli kararında; yargılamanın yenilenmesi yolu her ne kadar bir olağanüstü kanun yolu olarak düzenlenmişse de, başvurunun yapıldığı mahkemece bu talebin kabul edilmesi halinde duruşma açılıp, yargılamanın sonucunda yeni bir hüküm verilmesi ve buna karşı kanun yollarına başvurulması mümkün olduğundan, bu süreçte de dürüst yargılanma ile ilgili hak ihlali iddialarının öncelikle derece mahkemeleri tarafından incelenmesinin beklenmesinin Anayasa Mahkemesi’nin ikincil nitelikli fonksiyonuna uygun olacağı, somut olayda ihlal iddiasına konu edilen dava ile ilgili yeniden dava açılmasına karar verildiği ve bu usulde öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tümünün tüketilmediği anlaşıldığı gerekçesiyle yapılan başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.

Yüksek Mahkeme 05.11.2014 tarihli kararında da; temyiz incelemesinden geçen kararlara karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın itiraz yetkisinin bir itiraz kanun yolu olarak düzenlendiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu yetkisini kullandığı durumda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından daire kararının kaldırılma ihtimalinin gözardı edilemeyeceği, Dairenin onama kararının kaldırılması üzerine, Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararı doğrultusunda ilk derece mahkemesinin yeni bir karar verebileceği, somut olayda gelinen aşama dikkate alındığında, aynı dava sürecinin farklı yollarda, hem Anayasa Mahkemesi’nde ve hem de Yargıtay Ceza Kurulu’nda yargısal incelemeye tabi tutulmasının, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuruda ikincil nitelik taşıyan fonksiyonun uygun olmayacağı, başvurucunun dürüst yargılanma hakkının ihlaline dair iddialarının öncelikle ilk derece mahkemesi tarafından incelenmesi gerektiği, bu sebeple başvuru yolları tüketilmediğinden yapılan başvurunun kabul edilemez olduğu sonucuna varmıştır.

Yüksek Mahkeme her iki kararında da, prensip olarak aynı anda olağanüstü kanun yoluna başvurulmasını ve bu kapsamda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulmasını reddetmemiş ve kabul edilemez bulmamıştır. Yüksek Mahkeme somut olaya bakılması gerektiğini ve bireysel başvuru dışında kullanılan olağanüstü kanun yolunun etkinliğinin tespitini, eğer yargılamanın yenilenmesinde ilgili derece mahkemesince duruşma açılmışsa veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından mevcut düzenlemeye göre ilgili daireye itiraz edilmişse, bu durumda bu iki olağanüstü kanun yolunun Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru yolunun kabul edilemez olması bakımından hukuki dayanak oluşturacağı ve bireysel başvurunun esastan incelemesinin yapılmayacağını belirtmiştir.

Buna göre Yüksek Mahkeme, 30 gün içinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun yapılmasının zorunlu olduğunu ve yapılmadığı takdirde başvurucu yönünden hak kaybının oluşacağını örtülü olarak kabul etmekte ve diğer kanun yollarının somut olayda etkili hale dönüşüp dönüşmediğini inceleyip tespit ettikten sonra, başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği bakımından kabul edilebilir olup olmadığına karar vermektedir. Başvurucu aynı anda veya ardışık olarak, özellikle de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda öngörülen çok kısa süre nedeniyle başvuruları eş zamanlı yapmışsa, Anayasa Mahkemesi kendisine yapılan başvuruyu, bireysel başvuru yolları tüketilmediğinden bahisle derhal reddetmemekte, esas itibariyle diğer olağanüstü kanun yollarına başvurulmasını, kendisine başvuru yapılmasını engellemediğini kabul etmekte, diğer olağanüstü kanun yollarına yapılan başvuru ile, somut olayda bu başvurular etkili hale dönüşüp de başvuruya konu davayla ilgili yeni bir karar ortaya çıkma ihtimali belirmişse de, bu halde kendisine yapılan başvuruyu kabul edilemez bulmaktadır. İlk bakışta isabetli görülen bu görüş ve kararlar, esasında hem kanuni ve hem de hukuki değildir.

Yukarıda yer verdiğimiz mevzuat, Anayasa Mahkemesi’ne olağan kanun yollarının tüketilip, bunun öğrenilmesinden itibaren 30 gün içinde bireyin bireysel başvuruda bulunmasını zorunlu tutmaktadır. Yukarıda zikrettiğimiz her üç olağanüstü kanun yolu da, kanun koyucu tarafından farklı şekil ve şartlara tabi tutulmuş ve her birisi için farklı sebepler öngörülmüştür. Bu üç olağanüstü kanun yolu için gösterilen şekil, şart ve sebepleri ayrıntılı açıklamayacağız. Ancak kısaca belirtmeliyiz ki; Başsavcılık itirazı, Yargıtay kararında tespit edilen ve dosyada olup da dikkate alınmayan bir hukuka aykırılığın ortaya koyulması ve yargılamanın yenilenmesi kanun yolu da yeni çıkan veya mevcut olup da hiç dikkate alınmayan delil, sebep ve olaylar ile Anayasa Mahkemesi’nin ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin hak ihlali kararlarından sonra maddi hakikate ulaşması için öngörülmüş kanun yollarıdır. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkı ise, davaya konu vakanın ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin olmayıp, İHAS ve ek Protokolleri ile korunun hak ve hürriyetlerden en az birisinin ihlal edilip edilmediğine dair bir kanun yoludur.

Yüksek Mahkeme; bireysel başvurunun ikincil niteliğini dikkate alarak, diğer olağanüstü kanun yolları ile işin esasına girilmesi halinde, ortaya çıkabilecek karmaşa ile içeriği bertaraf etmek için yukarıda yer alan iki kararı vermiş olabilir.

Öncelikle karar kanuni değildir. Anayasa m.148’de ve 6216 sayılı Kanunda, yapılan bir diğer olağanüstü kanun yolu başvurusunun etkili hale gelmesi sebebiyle, bireysel başvurunun kabul edilemez bulunacağına dair açık hüküm bulunmamaktadır. Bu yönü ile Yüksek Mahkeme Anayasa m.36’da güvence altına alınan hak arama hürriyetini ihlal etmiştir.

Yüksek Mahkeme’nin bu kararı hukuki de değildir. Anayasa Mahkemesi bir an için, diğer olağanüstü kanun yolunda işin esasına girildiği durumda, başlayacak yeni süreçte yeni kararın ortaya çıkacağını ve bu noktada bir ikiliğin gündeme geleceğini ileri sürse de, 6216 sayılı Kanunun 47. maddesinin 5. fıkrasında hak düşürücü süre olarak kabul edilen 30 günlük bireysel başvuruda bulunma süresi öngörüldüğüne göre, bu andan itibaren yapılan başvuruyu “derdestlik” gerekçesiyle reddetmemeli, ya kanunda mani olmadığından bahisle bireysel başvuruyu incelemeye devam etmeli veya hak arama hürriyetini bertaraf etmeden, başvurucunun lehine olabilecek şekilde durma kararı verip, diğer olağanüstü kanun yollarının sonuçlanmasını beklemelidir. Yüksek Mahkeme’nin bu şekilde bir karar vermeyip; yasal yetkisini aşarak, başvuru yollarının tüketilmediğinden bahisle verdiği kabul edilemezlik kararı, diğer olağanüstü kanun yollarından sonuç alınamaması durumunda, başvurucuyu mağdur edecek, yeni bir başvuru yapılmasını zorlaştıracak ve bireysel başvuru hakkı yönünden başvurucunun hak kaybı yaşamasına yol açacaktır.

Bilinmektedir ki; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Ceza Genel Kurulu’na itiraz yetkisini kullanarak götürdüğü birçok başvuru red kararıyla sonuçlanmaktadır. Aynı şekilde; yargılamanın yenilenmesi başvurusunda işin esasına girilip duruşma açıldığı durumda da, verilen kararların bir kısmı eski kararın onaylanmasıyla sonuçlanmaktadır ki, bu aşamadan sonra başvurucu aleyhine verilen kararlarda, Anayasa Mahkemesi sınırlı denetim yapmakta ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de yargılamanın yenilenmesi sonrası verilen kararlarla ilgili hak ihlali incelemesi yapmayı reddetmektedir.

Kanaatimizce Yüksek Mahkeme; “derdestlik” olduğundan bahisle yapılan diğer olağanüstü kanun yollarını dikkate almadan karar vermeli veya işin esasına girdiği tespit edilen diğer olağanüstü kanun yollarının sonuçlanması için başvurunun bekletilmesi kararı vermelidir. Umarız Anayasa Mahkemesi; “Genel Kurul” olarak vereceği bir ilke kararla bu hatadan döner ve bir başka olağanüstü kanun yoluna başvurulup, dosyanın derdest olduğu gerekçesiyle kabul edilemezlik kararından vazgeçer.

Son olarak;

Anayasa Mahkemesi’nin olağanüstü kanun yolunda derdest olan dosyanın varlığı nedeniyle kabul edilemezlik kararı verdiği durumda; başvurucunun İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakkının mevcut olduğunu, bu kabul edilemezlik kararının iç hukuk yollarının tüketilmediği anlamında gelmeyeceğini belirtmek isteriz. Ancak İHAM;  Anayasa Mahkemesi tarafından başvurunun derdestlik nedeniyle reddedildiğini ve red gerekçesinin “kabul edilemezlik” olduğunu belirterek, kendisine bireysel başvuruyu usulden de reddebilir. Bu tür bir olumsuz sonucun gerçekleşmemesi için, ya Yüksek Mahkeme bu yönde red kararları vermemeli veya İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi bu kabul edilemezlik kararlarından dolayı kendisine yapılan başvuruları usulden reddetmemelidir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)