Derviş Zaim’in 2001 yılında yayımlanan ‘Filler ve Çimen’ isimli filmi ilk izlediğimde inanılmaz etkilemişti beni. Film, sadece bende değil toplumun geniş kesimlerinde de benzer etkiler yaratmıştı. Bunun en büyük kanıtı da filmin yayınlandığı günden itibaren ‘Filler tepişir ve çimenler ezilir’ sözünün herkes tarafından kullanılmaya başlanmasıdır. Hatta öyle ki internet üzerinden bir araştırma yaptığınızda bile bu sözün atasözü olarak yer aldığına dair pek çok veriye ulaşırsınız. Oysa Türk Dil Kurumu sözlüklerinde böyle bir atasözü kayıtlı değildir.

Geçtiğimiz günlerde Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararını tanımadığı ve bu karara imza atan üyeler hakkında suç duyurusunda bulunduğu haberini okuduğumda yine aynı duyguyu hissettim. Aklıma filler ve çimen filmi geldi yine. Çünkü ülkemizdeki en üst yargı organı olan Anayasa Mahkemesi kararını tanımayan Yargıtay üyeleri ile Anayasa Mahkemesi üyeleri arasında bir güç savaşının göstergesiydi bu haber.

Yargı dünyası zaten uzun zamandır içinde döndüğü iddia edilen rüşvet çarkları, haksız ve hukuksuz tahliyeler vb. pek çok olumsuz haberle toplum önündeyken şimdi de üst düzey mahkeme üyelerinin birbirleriyle güç savaşına girmelerini görmek hepimiz için oldukça üzücü. Çünkü şu anda yargı dünyasında ve vatandaşın adalete güven anlayışında çok ciddi sorunlar mevcutken bir de bunların eklenmesi sorunları iyice çözülmez bir hale getiriyor.

“BİR YERDEKİ ADALETSİZLİK, HER YERDEKİ ADALETE TEHDİTTİR.”

MARTİN LUTHER KİNG

Toplumun adalete olan güveni tarihinde belki de ilk kez bu kadar düşükken, bir de üst düzeydeki mahkemelerin kendi aralarındaki bu anlaşmazlık ortaya çıkınca adalete olan güvenin daha da sarsılacağı çok açık. İnsanlar zaten hakkını alamamaktan, hukuk kurallarının işlemeyişinden, en küçük suçlarda dahi yargı yoluyla sonuç elde edememekten şikâyetçi iken bir de bu olayların gerçekleştiğini görmeleri adalet sistemimizi uçurumun kenarına götürmekten başka bir işe yaramıyor.

Türk yargısının en üst düzeyindeki mahkeme olan Anayasa Mahkemesi ile yine bir üst mahkeme olan Yargıtay arasındaki bu güç savaşını vatandaş belki de bir gülümseme ile takip ediyordur. Tabi ki bu durumun adalet anlayışına ve yargıya olan güvene vereceği zarar da cabası. Bu saatten sonra ‘hâkimler kendi aralarında anlaşamıyorlar, biz de adalet bekliyoruz’ anlayışının iyice artacağını bir tek ben görüyor olamam. Bu anlayışın yerleşmesi halinde ise artık sağlıklı işleyen bir adalet sisteminden bahsetmek imkânsız hale gelecektir.

Konfüçyüs’ün “Devletin hazinesi adalettir” sözünün ne kadar kıymetli olduğu, Jean-Jacques Rousseau’nun ‘ Toplum Sözleşmesi’nde ve devletin ortaya çıkış teorilerinin tamamına yakınında, toplumun adalet yetkisini devlete devretmiş olduğuna dair kabulde görünür. Hatta öyle ki bizler de adaletin yerini bulmasının nefes kadar ihtiyaç olduğunu gündelik hayatımızda her gün hissederiz. Buna rağmen adaletin baş tacı edilmemesi, bir devletin en temel yapı taşının sarsılmaz bir adalet ve yargı sistemi olması gerektiğinin görülmemesi anlaşılır değildir. Tabi ki bu yaşanan olayların perde arkasında anayasa değişikliğine ilişkin bir taban oluşturma planları bulunmuyorsa.

Yani işin özü yazımın başında bahsettiğim filler ve çimen filmini bir kez daha izleyip, fil, tepinme ve çimen üçgeninde daha ne kadar vakit kaybedeceğimizi düşünmekle geçirelim günümüzü. Belki daha adil, daha sağlam, daha sistemli işleyen bir yargı sistemine bir gün ulaşırız. 

HUKUK HERKESE LAZIMDIR, O YÜZDEN AVUKATLIK HER DÖNEMDE KUTSALDIR.