Hukuk hepimizin hayatını etkiler. Bu etki, bazen farkında olunmayacak kadar az hissettirir, kendini. Bazen ise nefes alacak yer bile kalmamış gibidir. Hangi hal içerisinde olursak olalım, içten içe hep bir tuhaflık sezeriz. Dilimizin ucuna gelen ama bir türlü ifade edemediğimiz bir gariplik vardır, hep. Bir şeyler yanlıştır, ama ne! Bu sezginin kaynaklarına doğru bir yolculuk yapalım.

Zihnimiz ile dış dünya arasındaki ilişki, tarih boyunca derin tartışmalara konu olmuştur. Zihin-dış dünya ilişkisinin kavranmasıyla gelişmişlik arasında doğru orantı vardır. Zihin-dış dünya ilişkisi ne kadar iyi kavranmışsa o kadar gelişmiş bir beyne sahip olunduğu söylenebilir.

Zihnimizde dış dünyada somut olarak karşılığı olan kavramlar vardır: Masa, kalem, telefon gibi. Buna karşın adalet, mülkiyet, suç gibi kavramların dış dünyadaki karşılıkları somut ve belirli değildir. Bu nedenle hangi durumun adalet olduğu, mülkiyetin nereleri kapsadığı, suçun nasıl meydana geldiği her zaman tartışmaya açıktır.

Hukuk biliminin temel amaçlarından birisi; dış dünyada belirli ve somut karşılığı bulunmayan bu kavramların her zaman tartışmalı olmasını önlemektir. Bunu da kavramları tanımlayarak, sınırlarını belirleyerek yapmaya çalışır. Her somut olayda sınırların yeniden tartışılması icap eder; çünkü hayat zihinde çizilen sınırlara uymak zorunda değildir. Hayatın sınır tanımayan akışı, zihin olgularının sürekli güncellenmesini mecbur kılar. Bu nedenle hukuk, bir kavramlar bilimidir.

Geometri de tıpkı hukuk gibi kavramlarla ilgilenir. Geometri hangi şeklin hangi kavram altında ele alınması gerektiği ve bunların hesaplamaları ile uğraşır. Geometri ile hukuk arasında ilginç bir benzerlik vardır. Tıpkı hukuk da olduğu gibi geometride de dış dünyada çoğu kez kavramın somut ve belirli bir karşılığı bulunmaz. Daha doğrusu geometrideki kavramların dış dünyada ideal karşılıkları bulunmaz. Örneğin dikdörtgen kavramı, zihinsel olarak tanımlanmış ve üretilmiş bir kavramdır. Sonradan yapılan makine ürünü olan maddeleri dikdörtgen olarak üretebilirsiniz. Ancak doğada ideal bir dikdörtgen bulamazsınız. Hiçbir göl tam bir dikdörtgen değildir. Hiçbir dağı dikdörtgen kavramı içerisine oturtamazsınız. Bazı tarlalar dikdörtgene benzeyebilir; ama hiçbir tarla doğada tam dikdörtgen olarak bulunmaz. Sınırları insanlar tarafından çizilmediyse.

İşte burada zihindeki kavram ile dış dünyadaki varlık arasındaki fark ortaya çıkar. Her insanın dış dünyayı anlama ihtiyacı vardır. Bunun için dış dünyadaki varlıkları zihninde bir yere oturtması gerekir. Ancak her şeye ayrı bir kavram üretmek zihin ekonomisinin sınırlarını aşar. Zira zihnin sadece dış dünyayı kendi açısından anlamaya ihtiyacı yoktur, daha büyük bir ihtiyaç olan, başka zihinlerle iletişim kurma ihtiyacıdır. Bunun sonucu da dış dünyayı ortak bir şekilde anlama zorunluluğudur. Dış dünyadaki durumları ortak bir anlayış içerisinde konumlandırma ve düzen kurma ihtiyacı ortaya mülkiyet, suç, hak, adalet gibi kavramları çıkarmaktadır. Yani aslında eşya ile temas eden her birey kadar mülkiyet kavramı tanımı vardır. Hatta her bireyin farklılık hissettiği her temas kadar mülkiyet anlamı vardır. Bu nedenle iki hukukçunun olduğu yerde üç görüşün olması şikayet edilecek bir durum değil, şükredilecek bir durumdur. Zira tarih boyunca gelişen hukuk sistemleri olmasaydı ve bu sistemleri ortaya koyan insanlar olmasaydı, iki hukukçunun olduğu yerde üç görüş değil üç yüz görüşte olabilirdi. Zaten farklı fikirlerin ve ihtilafın kaynağında insanın dış dünyayla ilişkisine dair fikir ve hislerinin sürekli değişim içerisinde olması yatmaktadır.

Hukuk kavramları da tıpkı geometri kavramları gibi dış dünyada karşılığı ideal bir şekilde bulunmayan kavramlardır. İdeal olarak bulunmamaktan kastım tam uygunluktur. Gerçekten tam kurala uyan bir olaya çok nadiren rastlanır, tıpkı tam dikdörtgen bir tarlaya nadiren rastlanması gibi. Hukuk ile geometri arasındaki bu benzerlik, hukuk kavramlarını zihnimizde nereye oturmamız gerektiğine dair önemli ipuçları veriyor. Öyle ki, doğada tam bir dikdörtgen bulunamayacağı gibi hukuk kavramlarının karşılığı da somut olaylarda ideal bir şekilde bulunmuyor. Geometri –hukuk mukayesesinin bize sunduğu kavranış, hukuk kavramlarını algılayışımızı kökten etkiliyor, hukuk öğrenimine ve hukuk uygulamasına dair farklı bir bakış açısı sunuyor.

Geometri ile hukuk arasındaki benzerlikten yola çıkarak hukukun ve hukuk kavramlarının farklı bir boyutuyla daha iyi anlaşılacağını umuyorum. Bu yazıyı bu nedenle kaleme aldım. Soyut varlıklar ve müesseseler ne kadar yetkin bir şekilde kavranabilirse o kadar gelişmiş bir birey olabiliriz. Gelişmiş bireylerimiz ne kadar çok olursa o kadar gelişmiş bir toplum olacağımız aşikar. Bir toplum tarafından anlaşılan her husus, o toplumun sahip olduğu bir zenginlik, aksi ise bir fakirliktir.