İstanbul Barosu'ndan yapılan açıklama şöyle;

"Çekiştirilen Yargı Adalet Dağıtamaz"

"Kamuoyunda Gezi Davası olarak bilinen yargılamanın 18 Şubat 2020 tarihli celsesinde verilen “beraat” kararı sonrasında yaşanan gelişmeler, hukuk tarihimizde özel bir konuma sahip olacak kadar önemli sonuçlar doğurmuştur.

Bu davayı başından bu yana özenle takip eden ve gerektiği aşamalarda, bizzat duruşmalarda müdahale eden İstanbul Barosu, bu duyarlılığını, Gezi eylemselliğine atfettiği değerle bağdaştırmaktadır. Bize göre bu eylemsellik, Cumhuriyet tarihimizin en geniş katılımlı ve özünde haklılık taşıyan bir demokratik protesto biçimi olarak gelişmiştir. İçinde bir “darbe teşebbüsü” ya da benzeri bir “kalkışma” saiki taşımayan bu eylemselliğin, bu ve benzeri ibarelerle tanımlanması, siyasal içerikli bir değerlendirme olsa da, hukuksal bir öz taşıyamaz.

Geziye yüklenen bu ve benzeri değerlendirmelerin siyasal içeriğinin, yargı kararı ile tescil edilmesi çabaları, yargılamanın bütün aşamalarını etkileyen en önemli unsur olmuştur. Yargı, bu türden değerlendirmelerle, hukuksuzluğu meşrulaştırmaya yönlendirilmiştir. Delil bulmakta zorlanan, adil yargılanma ilkesini yok sayan, savunma hakkını kısıtlayan, usul hükümlerini hiçe sayan uygulamalarla katılma taleplerini kabul edip, tanık dinleyen heyet, son celsede kimsenin beklemediği bir karar oluşturarak bütün sanıklar için beraat kararı vermiştir.

Dosya içeriği itibariyle bu karar doğrudur. Ancak yargılamanın geride bırakılan aşamalarında yaşanan gerçeklikler itibariyle bu kararın doğal bir yargılama sürecinin sonucunda verildiğini ifade edebilmek olası değildir. Nitekim, karardan sonra yaşananlar, yukarıdaki tümceyi haklı kılan gelişmeleri barındırmaktadır.

Mahkemece verilmiş beraat kararının sabahına ermeden, tutuklu sanık Osman Kavala hakkında bir başka dosyadan verilen gözaltı kararı, Türkiye’de yargının “çekiştirilmekte” olduğunun en temel göstergesidir. Ertesi gün Cumhurbaşkanı tarafından ifade edilen sözcükler de, bir önceki cümlenin haklılığını kanıtlayan başka bir gelişmedir.

Aslında daha önce de siyasal içerikli birçok davada benzeri uygulamalara tanık olunmuştu. Kimse bize, beraat kararının verildiği saatlere denk gelen bir gözaltı işleminin “tesadüf” olduğunu anlatmaya kalkışacak denli akıl tutulması içinde olmamalıdır. Burada çok açıkça, yargı kararına rağmen, üstelik yine yargı araçsallaştırılmak suretiyle gerçekleştirilen bir dirençten söz edilmelidir ki, vahim olan da bu husustur.

Bu son karar, ülkemizde yargının yürütme karşısındaki durumunun tespit edilmesi bağlamında son derece de önemli bir gelişmedir. Zaten sorunlu olan bu alanın “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen yeni rejimle birlikte çok önemli ölçüde “katmerlenen bir soruna” dönüştüğü ve giderek Hukuk Devleti idealinin kaybedilmesine yol açan bir aşamayı ifade ettiği, tartışılmazdır.

Cumhurbaşkanının değerlendirmeleri sonrasında, HSK tarafından yargıçlar için açılan soruşturma da sorunun giderek kazandığı vahameti anlatan bir başka olgudur. Çok yakın geçmişte, başka örneklerine de tanık olduğumuz bu gelişme, “yargıç bağımsızlığı ve tarafsızlığının” da yitirilmiş olduğunun başka ve sıcak bir örneğidir. İktidar erkinin siyasal söylemlerine uygun ve stratejilerinin gereği olan kararların verilmemesi halinde, yargıçlar hakkında bu türden soruşturmaların açılması, hukukun evrensel kabule ulaşmış değerleriyle bağdaştırılamaz.

Bu son olayın, yargı bürokrasisinde sürmekte olan bir mücadelenin somut bir örneği olduğu yolundaki değerlendirmeler ise, “yargı” sözcüğüne yüklenen anlamın kurumsallıkla özdeşleştiğinde aldığı boyut bakımından çok daha önemlidir. İktidar odaklarında veya iktidar partisi içinde yaşanmakta olan “iktidar savaşlarının” taraflarının, güçlerini yargı bürokrasisindeki egemenlikleriyle ifade etmeleri, bu ülkeye verilecek en büyük zarar olacaktır. Yargıyı siyasal örgütlenmelerin parçası olmaya dönüştüren girişimlerin vereceği zarar, basit bir “bürokrasi egemenliği” tartışması değil, onu çok aşan bir hukuk güvenliği tartışması olacaktır. O noktadan itibaren hukuk devletinden söz edilmesine olanak yoktur.  

İstanbul Barosu olarak, daha önce yaşanan benzeri olayları değerlendirirken “tuz koktu” demiştik. Şimdi tuzun koktuğu bir evrede, adalet arayışındayız. Bu arayışımızı ve inancımızı kaybetmeden mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz."

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞINA