Kapitalist üretim tarzı, yalnızca ekonomik ilişkileri değil, aynı zamanda hukuki ve ideolojik yapıları da şekillendirir. Friedrich August von Hayek'in hukuk devleti anlayışı, bu ilişkileri temellendirirken liberalizmin kapitalist düzene hizmet eden yönlerini vurgular. Hayek'in hukuk devleti ilkesi, piyasa ekonomisinin işlerliğini güvence altına alırken, bireysel özgürlükleri de korumayı amaçlar. Ancak bu iki unsur arasında kurduğu denge, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin korunmasında başka tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
Hayek ve Hukuk Devleti: Kuramsal Çerçeve
Hayek, hukuk devleti ilkesinin temel taşlarını yasaların genelliği, öngörülebilirliği ve soyutluğu gibi unsurlarla inşa eder. Yasaların genelliği, bireylerin özgür hareket etme imkanını güvence altına alırken, hukukun öngörülebilirliği ise piyasa ekonomisinin işleyişinin sürdürülebilirliğini temin eder. Hayek’e göre, yasaların yalnızca bireysel özgürlükleri güvence altına almakla kalmayıp, aynı zamanda piyasa mekanizmalarının işlerliğini de sağlaması gerekmektedir. Bu çerçevede, merkezi otoritelerin müdahalesi sınırlıdır ve yasaların içerikleri, piyasa ilişkilerine uygun olmalıdır.
Hayek'in "kendiliğinden düzen" (spontaneous order) kavramı, bu anlayışın temeline yerleşir. Bireylerin ekonomik ilişkilerde özgürce hareket etmeleri, düzenin kendiliğinden evrilmesine olanak tanır. Herhangi bir merkezi müdahale, bu düzeni bozar ve bireysel özgürlükleri tehdit eder. Bu bakış açısı, sosyal devletin piyasa mekanizmasına müdahale eden çabalarına karşı bir eleştiri oluşturur. Sosyal devletin, bireysel eşitsizlikleri azaltma amacına yönelik müdahalelerinin, Hayek’in anlayışına göre, hukukun genellik ve öngörülebilirlik ilkeleriyle çeliştiği savunulur.
Kapitalist Üretim Tarzı ve Hukukun İşlevi
Kapitalist üretim tarzının en temel bileşenlerinden biri özel mülkiyettir. Hayek, özel mülkiyetin korunmasının yalnızca bireysel özgürlüklerin sağlanması açısından değil, aynı zamanda piyasa ekonomisinin işlerliğinin sürdürülebilmesi açısından da kritik olduğunu savunur. Hukuk devleti, bu bağlamda piyasa ekonomisinin ihtiyaçlarına göre şekillenir. Hayek’e göre, devletin temel görevi bireylerin mülkiyet haklarını korumak ve piyasa düzeninin işlerliğini desteklemektir. Ancak bu işlev, piyasa ilişkilerinin düzenlenmesi yerine yalnızca kaos yaratabilecek durumlara karşı müdahale edilmesi gerektiği yönündedir.
Hayek, devletin müdahalesinin sınırlı olması gerektiğini vurgular. Devlet, yalnızca bireysel hakları ihlal eden ya da piyasa düzenini tehdit eden unsurlara karşı önlem almalıdır. Bu sınırlı devlet anlayışı, neoliberal düşünce ile örtüşür. Neoliberalizmin temel ilkelerinden biri, devletin ekonomik ilişkileri düzenleme rolünün minimuma indirilmesidir.
Sosyal Devlete Karşı Eleştiriler
Hayek’in sosyal devlet anlayışına yönelik eleştirileri, onun hukuk devleti kavramının sınırlarını belirler. Sosyal devlet, bireyler arası eşitsizlikleri azaltmayı amaçlarken, Hayek, bu tür müdahalelerin özgürlükleri tehdit edeceğini öne sürer. Ona göre, sosyal devletin adalet anlayışı, hukukun genelliği ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırıdır. Sosyal adaletin, bireylerin hak ettikleri ölçüde kazanç sağlamasını ve mülkiyet haklarının korunmasını içermesi gerektiğini savunur. Bu noktada, Hayek için sosyal devlet, ekonomik eşitsizliği gidermeye yönelik müdahalelerin, serbest piyasa ekonomisinin doğasında bulunan ve bireysel başarıya dayalı düzeni tehdit ettiği anlamına gelir.
Hukuk Devletinin İdeolojik İşlevleri
Hayek'in hukuk devleti anlayışı yalnızca hukuki bir araç değil, aynı zamanda kapitalist sistemin ideolojik altyapısını güçlendiren bir araçtır. Hukuk devleti, piyasa ekonomisinin işleyişine zarar vermeden bireylerin özgürlüklerini güvence altına alan bir çerçeve sunar. Ancak, bu özgürlüklerin korunması, ekonomik eşitsizliklerin sürdürülmesi ile yakın bir ilişki içerisindedir. Hukuk devleti, bireylerin ekonomik başarısızlıklarının sorumluluğunu onlara yüklerken, toplumsal eşitlik ve adaletin önünü tıkayan bir işlev görebilir.
Neoliberal Hukuk Devleti ve Küreselleşme
Hayek’in hukuk devleti anlayışı, neoliberalizmin yükselişiyle birlikte küreselleşme sürecinde önemli bir dönüşüm geçirmiştir. Neoliberal hukuk devleti, devletin piyasa mekanizmalarına müdahalesini sınırlayarak, piyasa düzeninin korunmasını ve sermaye akışının sürekliliğini sağlamayı hedefler. Bu noktada, küreselleşme, hukuk devletinin işlevlerini genişletmiş ve aynı zamanda sermaye hareketliliği, uluslararası ticaret ve küresel kapitalizmin güçlerini de hukuki düzlemde kurumsallaştırmıştır.
Küresel Sermaye ve Hukuk Devletinin Yeni İşlevleri
Küreselleşme, kapitalist üretim tarzını dönüştürürken, hukuk devletini de yeniden şekillendirmiştir. 1970’lerde 7.000 olan çok uluslu şirket sayısının 2000'li yıllarda 70.000’e yükselmesi, küresel sermayenin etkisini artırmış ve yerel yasal düzenlemeler ile küresel ticaret arasındaki gerilimi derinleştirmiştir. Bu çok uluslu şirketlerin, yerel hukuk sistemlerine bağımlılıklarını azaltarak faaliyetlerini küresel düzeyde koordine etmeleri, devletlerin egemenlik alanlarının sınırlarını aşmalarına yol açmıştır.
Küresel sermayenin etkinliğinin arttığı bu süreçte, fikri mülkiyet hakları gibi konularda da küresel düzenlemeler güç kazanmıştır. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi yapılar aracılığıyla sağlanan bu düzenlemeler, sermaye akışlarını desteklerken, devletlerin sosyal adalet amaçlı müdahalelerini sınırlamıştır.
Sonuç: Hukuk Devletinin Geleceği
Neo-liberal dönüşüm, hukuk devleti ilkesine farklı bir boyut kazandırmış , sermaye ile olan ilişki farklı bir çehreye intikal etmiştir. Küresel sermayenin etkinliğinin artması, ulusal hukuk sistemleri ile küresel kapitalizm arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirmiştir. Bu süreç, hukuk devleti kavramının demokratik meşruiyetini zayıflatırken, piyasa özgürlüğü ile toplumsal eşitlik ve adaletin arasındaki gerilim yoğunlaşmıştır.
Bu bağlamda, hukuk devletinin geleceği, yalnızca ulusal değil, aynı zamanda küresel ölçekte bir dönüşüm meselesi haline gelmiştir. Hukukun, toplumsal adaleti ve bireysel özgürlükleri dengeleyecek bir biçimde yeniden şekillendirilmesi, küresel sermayenin geldiği nokta itibariyle bağımsız bir hukuk düzeni çabaları sureta anlamlı ve hoş görünse de teorik ve pratik olarak çok daha girift ve tartışmalı bir haldedir.
Sonuç olarak bu yazı kapsamında ele alınan hususların -her ne kadar Türkiye gibi geç ve sorunlu modernleşme yaşayan ülkelerde tam anlamıyla izlenemiyor olsa da (belki de bu yazı kapsamında bunun izini sürmek pek akıllıca bir davranış olmadığından) - kendi iç tutarlılığı içerisinde başta ABD olmak üzere birçok sistem, bölge ve ülke için iyi bir izlek sunduğu kanaatindeyim.