Giriş
 
İnternet, 20.yüzyılın en önemli değişimlerinden biridir. Günümüzde internet kendi başına ve başlı başına bir kişilik kazanmış durumdadır. İnternet ile birlikte bir takım hukuksal sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır.  Bu çalışmanın bir amacı da, ülkemiz internet kavramının özel hukuk alanında yarattığı sorunların ve sonuçların değerlendirilebilmesinde az da olsa bir katkıda bulunabilmesidir.
Çalışmanın kapsamı açısından, internet ile gündeme gelen kişilik hakkı, tecavüzlerinin şekilleri, şartları ve hukuka aykırılık unsuru incelenmiştir. Çalışma bu sınırlar içerisinde ele alınmıştır.
Çalışma konusu ilgili olarak 22 Kasım 2001 tarihinde kabul edilen ve 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu incelenmiştir. Tanımlar, kavram açıklamaları yeni Türk Medeni Kanunu’na göre yapılmıştır. İnternet açısından, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’u değiştiren 15 Mayıs 2002 tarihinde kabul edilip 21 Mayıs 2002 günü yürürlüğe giren yeni 4756 sayılı Kanunu ele alınmıştır.
Çalışma bu temel esaslar çerçevesinde, giriş ve sonuçtan ayrı olarak üç bölümden oluşmaktadır.  Birinci bölümde; kişilik hakkının tanımı, özellikleri, konusu, kişiler hukukuna egemen olan ilkeler internet hakkında genel bilgiler ve ulusal özel hukukumuzda kişilik haklarının korunması incelenmiştir. İkinci bölümde, özel hukukta kişilik haklarının korunması üzerinde durulmuştur. Üçüncü ve son bölümde ise, kişiler hukuku ile internetin bağlantısı ile internet aracılığıyla kişilik haklarına tecavüz türleri incelenmiştir.
Çalışmamızda, inceleme konumuzla ilgili teorik nitelikteki bilgilerin, somut örneklerle ve özellikle son yıllardaki Yargıtay kararlarıyla karşılaştırmalı olarak sunulmasına gayret edilmiştir. 
 

 
 
 
 
Kişiliğin mahiyeti ve değeri, onun toplumdaki diğer değerler arasındaki yeri, tarih boyunca sürekli değişime uğramıştır. Çünkü kişiliğin tanımlamasında belli bir kültür ve dünya görüşünden yola çıkmak gerekir. Bu kavramlar ise zamana ve yere göre devamlı bir şekilde değişmektedir.[1]
 
Doktrinde kişilik hakkının içeriğinin saptanması konusunda bir görüş birliği sağlanmamıştır. Bunun sebebi kişilik hakkı somut, belirlenebilir ve statik bir hak değildir.[2] Doktrinde bu hak şu şekilde tanımlanmaktadır:
 
“Kişilik hakkı kişisel varlıklar üzerinde söz konusu olan şahsa bağlı bir mutlak haktır.”[3] “Kişinin toplum içindeki saygınlığını ve kişiliğini serbestçe geliştirmesini temin eden varlıkların tümü üzerindeki hak”[4] “… Bütün şahısların kendi kişiliğini oluşturan çeşitli unsurların tamamı üzerinde hukuken korunan bir çıkarı var demektir, işte bu kişilik hakkıdır.”[5]
 
Aynı şekilde Yargıtay da kararlarında bu hususu dile getirmektedir; “… Kişilik değerleri, kişinin kişilik haklarını oluşturup, bu hakların yazılı hukukta bir tanımı yapılmamış olmakla birlikte teori ve yargısal kararlardaki tanıma göre, kişinin yaşamı, sağlığı, vücut ve ruh bütünlüğü ile toplum içindeki yerini sağlayan ve koruyan haklar olduğu söylenebilir.” “Kişisel haklar, kişinin özgür ve başkasına bağlı olmadan varlığını sürdürmesi, kendine özgü yaşam biçimini sağlamasını amaçlar. Bu haklar insanın doğumu ile kazanılan ve kişiliğe bağlı olan bir haktır.”[6]
 
Türk-İsviçre Medeni Kanunlarında kişilik hakkının tanımı yapılmamıştır. Kişiliğin tanımlanması konusundaki çalışmaların hareket noktası hukuk dışı değerlere başvurmasıdır. Bu nedenle yapılan tanımlarda psiko-sosyal nitelikler görülmektedir. Türk-İsviçre kanun koyucuların bu kavramın tanımını yapmaması, bu kavramın içeriğini kesin çizgilerle belirtmemesi, tekniksel ilerlemeye ve zamanın koşullarına göre ortaya çıkacak yeni kişisel değerlerin dikkate alınmasına imkan yaratması yerinde bir tutumdur. Zira insan ilişkilerinin zamanla şekil değiştirmesi, hukukçuların dahi güçlük çekecek kadar karmaşık hale gelmesi bizleri klasik olmayan kişilik tecavüzleriyle karşı karşıya getirmektedir.[7] Yani kişilik hakkına tecavüz türleri zamana göre farklılık gösterir. Buna en güzel örnek, kanunun yürürlüğe girdiği yıllarda internet aracılığıyla tecavüz yolu yok iken, bugün bilgi ve iletişim teknolojisinin bu tür bir tecavüzü gündeme getirmesi verilebilir.
 
Kişilik hakkının içeriğini yani korunmaya değer kişilik değerlerinin neler olduğunu tespit edecek olan, yargıçtır. Yargıç öncelikle ihlal edilen kişilik değerinin hukuksal açıdan korunmaya değer olup olmadığını tespit eder. Yargıç bunu yaparken yazılı olan ve olmayan hukuk normlarına başvurur, gerekirse kendi hukuk yaratır.[8]
Kişilik hakkı, kişilik değerleri üzerinde genel bir haktır. Kişilik değerleri üzerinde ayrı ayrı kişilik hakkı yoktur. Kişilik değerlerinin her biri üzerinde geçerli olan tek tek haklardan söz edilebilir fakat bunlar bir tek genel kişilik hakkının çeşitli tezahürlerinden ibaret sayılır. Medeni Kanunun 24 ve 25, Borçlar Kanunu’nun 49. Maddeleri kişilik hakkı terimini kullanmakla, genel ve tek bir kişilik hakkının mevcudiyetini kabul etmiştir.[9]
 
 
Kişilik hakları, bir kişiye, kişi olması sebebiyle tanınır. Bu hakların koruduğu menfaat, parayla ölçülemeyen, iktisadi değer taşımayan varlık ve değerler olduğundan kişilik hakkı, kişisel varlık haklarındandır. Kişilik hakları manevi varlıklara ilişkin olduğundan, bir malvarlığına dâhil olmazlar bu nedenle malvarlığı haklarından ayrılırlar. Kişilik haklarının sınırları, malvarlığı haklarındaki gibi belli değildir. Kişilik haklarının sınırı yapılan tecavüze göre değişir. Kişilik hakkına yapılan tecavüzler genelde manevi zararlar meydana getirir. Kişilik hakkına tecavüz doğrudan değil, fakat dolaylı maddi zarar oluşturabilir. Örneğin; bedensel bütünlüğe bir tecavüz yapılmışsa çalışma gücünün kaybı söz konusu olabilir ve bu tecavüz nedeniyle masraflar söz konusu olabilecektir. Yine, kişinin mesleki itibarını sarsan bir tecavüz müşterilerini azaltabilecektir. Bu parasal sonuçlar, kişilik haklarını malvarlığı haklarına dönüştürmezler. Kişilik hakkı ihlal edilen kişinin manevi tazminat adıyla parasal bir ödeme talebi de kişilik hakkının bu özelliğini değiştirmez.
 
Kişilik hakları, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Bu haklar kişiye bağlı olup, ondan ayrı olarak düşünülemezler. Bu nedenle doğumla birlikte herhangi bir kazandırıcı işleme ihtiyaç göstermeksizin kendiliğinden kazanılır ve ölümle sona ererler.[10] Kişilik hakları şahsa bağlı haklardan olup başkasına devredilemez, kendilerinden vazgeçilemez. Bu özellikler 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu’nun 23. maddesinden de anlaşılmaktadır. Kişilik hakkı ölümle sona erdiğinden mirasçılara geçmez. Fakat kişi, kişiliği sona ermeden önce kişilik hakkını kullanmışsa, artık bundan doğan mali sonuçlar mirasçılara geçer. 3444 sayılı kanunla değişik eski Medeni Kanunun 24a/3 fıkrası doktrinde eleştirilen bir hükümle, manevi tazminat davasını mirasçılara koşulsuz geçişini öngörmüştü. Ancak, 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu’nun m. 25/4 fıkrası manevi tazminat isteminin miras bırakan kişice ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmeyeceğini öngörüyor. Böyle bir çözüm tarzının manevi tazminat isteminin niteliğiyle de bağdaşması mümkün değildir. Zira manevi tazminat istemleri ileri sürülmedikçe kişilik hakkına yönelik saldırıdan elde edilen kazancın istem hakkının başkasına geçmesi düşünülemez. Böyle bir istem ileri sürüldükten sonra malvarlığı niteliği kazanabilir ve miras yoluyla intikal edebilir. Buna uygun olarak maddenin birinci fıkrası yeniden ele alınarak, manevi tazminat istemlerinin miras yoluyla mirasçılara geçebilmesi için kişilik hakları saldırıya uğrayan kişinin tazminat istemini ileri sürmüş olması gerektiği kabul edilmiştir. Maddeye göre ileri sürmenin mutlaka dava yoluyla gerçekleşmesi şart olmayıp saldırıya uğrayan kişinin bunu ortaya koyan ve kanıtlanabilen her türlü iradesi yeterli görülmüştür.[11]
Kişilik hakkı haczolunamaz, iflas masasına girmez. Ancak kişilik hakkına hukuka aykırı tecavüz sonucu açılacak tazminat davasından doğan alacak icra takibine konulabilir.[12] Kişilik hakları başkasına devredilemediğinden aynı zamanda bir borç için rehnedilemezler.[13]
 
Kişilik hakkı zamanaşımına uğramaz ve hak düşürücü süreye bağlı değildir. Ancak kişilik hakkına tecavüzden doğan alacak hakkı zamanaşımı süresine tabidir.[14]
Kişilik hakkı mutlak haklardandır. Bu sebeple kişilik hakkı herkese karşı ileri sürülebilir. Ayrıca hak sahibine bu varlıklara başkasının müdahale etmesini önleme yetkisi verir. Kişilik haklarının mutlak hak olması bu hakların hiçbir sınır tanımaması anlamına gelmez. Bu hakkın herkese karşı ileri sürülebilmesi ve herkesin de bu hakka saygı göstermesi gerektiği anlamına gelir.
 
 
 
      Kişilik hakkının konusunu oluşturan maddi kişisel değerler, insanın sağlıklı ve tam bir bedensel yapıya sahip olmasını ve bunu sürdürebilmesini öngören, hayat, sağlık ve bedensel bütünlük değerleridir.[15]
Hayat hakkı, tüm dünyada korunan evrensel bir insan hakkıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde 3 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 2’de yer almaktadır. [16]
 
Özel hukuk açısından, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 23, 24, 25 ve Borçlar Kanunu madde 41, 45, 46 ve 47 hayat, sağlık ve bedensel bütünlüğe yapılan tecavüzler hakkında kişilik hakkını koruyan hükümlerdir.
 
Çalışma konusu bakımından internet aracılığıyla maddi kişisel değerlerden olan hayat ve bedensel bütünlüğe doğrudan tecavüz mümkün değildir. Bu değerlerden sağlık açısından tecavüz oluşabilir. Bu da, kendisini fiziki sağlığa ve ruh sağlığına tecavüz şeklinde gösterir.[17]
 
 
 
 Kişinin manevi varlıkları üzerindeki değerler; kişinin şeref ve haysiyeti, resmi sesi,
ismi ve hürriyetleridir. Kişilerin fikri çabalarının sonucu olan eserlerine başkalarınca saygı gösterilmesini istemek hakları da manevi değerlerle ilgili haklardır.
 
 
Şeref ve haysiyet, toplum tarafından kişiye verilen manevi değerlerin toplamıdır. Şeref ve haysiyet çok yönlü bir kavramdır. Medeni Kanunumuzun 24. Maddesindeki koruma, kişilerin sadece manevi değil aynı zamanda ekonomik, sosyal, mesleki şeref ve haysiyetlerini de içerir. Doktrinde şeref ve haysiyet değişik açılardan türlendirilmiştir. Aktif ve pasif şeref ve haysiyet, içsel ve dışsal şeref ve haysiyet, hukuksal ve ahlaksal şeref ve haysiyet gibi.[18]
 
 
Resim ve ses, bir kişinin özelliklerini gösteren sembollerdir. Hiç kimse hukuka aykırı şekilde bir başka kişinin resmini çekemez, yapamaz; sesini veya görüntüsünü kaydedemez ve yayınlayamaz, teşhir edemez, kullanamaz.[19] Resim ve ses kişiyi dış dünyada tanıtan en önemli araçlardan biridir. Resim ve ses, kişinin ferdileşmesini sağlar; Yargıtay kararlarlarında da belirtildiği gibi kişilik hakkı kapsamındadır.[20]
 
 
İsim, kişiyi toplum içinde diğer kişilerden ayıran, onun ferdileşmesini sağlayan, kişinin belirli bir aileye mensup olduğunu belirten tanıma işaretidir.[21] Türk-İsviçre hukukunda, isim üzerindeki hak da kişilik hakkı olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, bu hak da mutlak haklardandır. Medeni Kanunumuzda, isme özel bir önem verilmiştir. İsim, kişisel bir değer olarak, kişiliğin korunmasına ilişkin 23 ve 24. Maddelerinin yanında, ayrıca Türk Medeni Kanunu 26 ve 27. Maddelerindeki ismin korunmasına ilişkin özel hükümlerden de yararlanılır.
 
İsim üzerindeki hakkı koruma düşüncesi her kişinin tek ve yerine konulamaz özelliğe sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bu özellik ferdileşmeye ve diğer kişilerden ayırmaya yarayan tüm işaretleri korur.[22] Bu çerçevede gerçek anlamdaki ismin yanı sıra kişiyi ve ailesini toplum içinde tanıtmaya yarayan unvan, takma isim, ün, arma, simgeler gibi değerler de kişilik hakkının korunmasından yararlanır. Ayrıca telgraf adreslerinin ve e-mail adreslerinin de bu korumadan yararlanmaları mümkündür.[23]
 
İsim, kişiye sıkı sıkıya bağlı hak olduğundan, miras yoluyla intikal etmez, devredilemez, vazgeçilemez, temlik edilemez. İsim mutlak bir hak olduğu için herkese karşı ileri sürülebilir. Tüzel kişilerin de türlerini gösteren ve aynı türden olanların birbirinden ayrılmasını sağlayan birer ismi vardır. Tüzel kişilerin bir isimlerinin bulunması gereği, özel nitelikteki birçok hükümle de öngörülmüştür. Örneğin, Dernekler Kanunu madde 8, Türk Ticaret Kanunu 41 ve 43, Markaların Korunması Hakkında 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname madde 9 vs. Tüzel kişilerin isimleri bu hükümlerle koruma altına alınmıştır. Ayrıca Medeni Kanunun 24,25 ve 26. Maddeleri tüzel kişilerin mahiyetleri ile bağdaştığı oranda uygulanabilir.
 
 
Hürriyetler, manevi kişisel değerlerin en önemlileridir. Bunlara örnek olarak, Anayasanın 12, 22, 24, 25, 36. Maddelerinde haberleşme, din, vicdan, düşünce, hak arama hürriyeti, Ceza Kanununu 179 ve 181. Maddelerinde bedensel hürriyet, 193 v 194. Maddelerinde konut hürriyeti düzenlenmiştir. Medeni Kanunumuzun 23/2. Maddesinde “Kimse hürriyetlerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz.” denilmiştir.
 
Dinamik yapıda olan hürriyet, kişinin din, politika, bilim, dünya ve toplumsal sorunlar üzerindeki anlayış, davranış, inanç ve düşüncelerinde serbest olduğunu da içerir. Kişi kendi rızası olsa dahi bunlardan vazgeçemez ve bunlara sınır getiremez. Bu tür sınırlamalar ve vazgeçmeler kişilik hakkının tecavüzüdür.[24]
 
Kişilerin hak arama hürriyetinin ihlal edilmesi kişilik hakkına tecavüz oluşturur.[25] Ülkemizde uygulamada bu tecavüz özellikle yargı kararlarının uygulanmasında hak sahibi olanlar açısından ortaya çıkmaktadır. Yargı kararlarının uygulanmaması kişilerin hak arama hürriyetinin kısıtlanmasıdır.[26]
 
 
Kişilik hakkının konusunu oluşturan sır çevresi (gizlilik alanı) üzerindeki değerler, kişinin hayat alanı üzerindeki değerleridir. Kişilerin hayat alanları da manevi kişisel değerleridir.
 
İç hukukumuzda, Anayasamızın 20. Maddesi ile özel ve aile hayatının korunacağı öngörülmekte, 21. Maddede konut dokunulmazlığı[27], 22. Maddede ise haberleşme hürriyeti ilkeleri kabul edilmiştir.
 
Uluslar arası alanda, özel hayat ilk defa İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 12. Maddesi ile insan haklarından biri olarak kabul edilip koruma altına alınmıştır. Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesi kişinin özel hayatı, aile hayatı ve haberleşme hürriyetine saygı gösterilmesi konularını düzenlemektedir. Bu maddeye göre herkes özel hayatı, aile hayatı ve yazışmalarının gizliliğine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.[28]
 
 
 Kamuya açık alan, kişinin başkasının bilmesinden rahatsız olmadığı, herkesçe açık, serbestçe ifşa edilmesinde bir sakınca olmayan olayları ve hareketleri içerir. Kişilerin kamuya açık alanları hukuksal koruma altında değildir. Kişinin kamuya açık alana dahil hayat faaliyetleri niteliği gereği belirsiz kişilerce bilinmesi ve onlarla paylaşımı söz konusu olduğundan bu tür faaliyetlerin başka kişilere anlatılması, aktarılması bir tecavüz oluşturmaz. Ancak bu tür faaliyetlerin değiştirilmesi, farklı bir takım ilavelerle amaçlı saptırılarak aktarılması kişiliğe bir tecavüz oluşturur.[29]
 
 
 Özel alan, kişinin gizli alanına dâhil olamayan fakat aile, akrabaları, yakınları ve arkadaşları gibi sıkı ilişkiler içinde bulunduğu sınırlı sayıdaki kişilerle paylaşmak istediği olayları ve hareketleri içerir. Kişinin özel hayat alanı kişilik haklarına ilişkin korumalardan yararlanır. Özel alana, hukuka aykırı olarak girme, bu alandaki olaylardan bilgi edinme ve bunları ifşa kişilik hakkına tecavüz oluşturur. Ancak özel hayata dahil olayların başkalarına yayılması her zaman tecavüz niteliğinde değildir. Özel hayat alanı, kişinin kendisine yakın olan kişilerle paylaştığı bir alan olduğundan bu kişilerin edindikleri bilgileri başkalarına yaymaları hukuka aykırı sayılmaz. Zira özel hayat alanı sahibi kişi de bu olayları paylaştığı kişilerin bunları başkalarına yayabileceklerini düşünür ve bilir. Ancak bu tür olayların belirsiz kişiler topluluğuna yani kamuya açıklanması tecavüz oluşturur.[30]
 
 
Gizli alan, sadece kişinin güven duyduğu kişilerle paylaştığı, bu kişiler dışında kalan kişilere kapalı olmasını arzu ettiği, onların bilmesini, öğrenmesini istemediği olaylar ve hareketlerden oluşur. Gizli hayat alanına giren olay, kişinin cinsel hayatı, inançları, dünya görüşleri, aile ilişkileri ve hisleri gibi iç hayatıyla ilgili olabileceği gibi sağlık ilişkileri (verem oluşu), mektup (aşk mektupları), hatıra defteri gibi dış hayatıyla ilgili de olabilir.[31]
 
Bir olayın veya hareketin gizli hayat alanına giren ve hukuk tarafından korunan bir olay veya hareket olabilmesi için iki koşul gerekir. Bu koşullardan ilki objektif koşul olan, o olayın veya hareketin herkes tarafından izlenebilir ve bilinebilir olmaması gerekir. Ancak kişi gizli alanına giren olayları, güven duyduğu sınırlı sayıda kişi ile başkaların anlatmamak koşuluyla paylaşabilir. Bu paylaşım, olayı gizli alan kapsamından çıkarmaz. İkinci koşul ise sübjektif koşul olan, kişide bu olay veya hareketi gizli tutma iradesinin mevcut olması gerekir. Kişi, gizli hayat alanına giren olayları güvendiği sınırlı sayıda kişiyle başkalarına anlatmaması şartıyla paylaşabilir. Bu nokta gizli hayat alanını özel hayat alanından ayırır. Özel hayat alanı kişinin kendisine yakından bağlı olan kişilerle paylaştığı bir alan olmasına rağmen, gizli alan kendilerine özellikle güvenilen sınırlı sayıdaki kişilerle paylaşılan bir alandır. Özel hayat alanına giren olaylarda kişi bunları paylaştığı kişinin başkalarına açıklayabileceğini bilir ve göze alır. Gizli hayat alanına giren olaylarda kişi, kendilerine güvendiği sınırlı sayıdaki kişilerin bu olayları başkalarına açıklamama istek ve iradesine sahiptir.[32]
 
Güvenilerek kendileriyle gizli hayat alanına giren olayların paylaşıldığı kişiler, mantıklı bir kişi olarak hareket ederek, bunun sır olarak saklanmasında ilgili kişinin çıkarı olup olmadığına karar verip, bunları gizli tutmakla yükümlüdürler.[33] Sır saklama yükümlülüğü sadece Medeni Kanunun 24. Maddesinde düzenlenmemiştir. Kanun bazı kişilere, onlara anlatılan sırları saklama borcu getirmiştir. Örneğin; bankalar müşterilerinin, avukatlar müvekkillerinin, doktorlar hastalarının sırlarını saklamak zorundadırlar. Bir kişinin meslek ve sanat nedeniyle öğrendiği sırları etrafa yayması Türk Ceza Kanununun 198. Maddesiyle cezalandırılmıştır. Türk Ticaret Kanununun haksız rekabete ilişkin 57. Maddesinin 7. Ve 8. Bentleri meslek hayatına ilişkin sırlar ile ilgili özel kurallar getirmiştir.
 
 
Kişilik hakkının konusunu oluşturan mesleki ve ticari değerler, diğer değerlerden farklı olarak parasal sonuçlar doğurmaya elverişli değerlerdir.[34] Bu değerlere kişinin mesleki, ticari hayatını devam ettirmede prestij kazanmasını sağlayan mesleki şeref ve haysiyet, mesleki ticari alana ait bir gizli alan olan mesleki ve ticari gizlilik çevresi ve iktisadi varlık ve hürriyet girer.
 
Mesleki şeref ve haysiyet Yargıtay tarafından da kişisel değerler arasında sayılmıştır ve bir Yargıtay kararında[35] “… Davacı avukatın, mesleki hak ve yetkilerini ortadan kaldırarak, avukatlık işlerinin yaptırılmaması şeklinde haksız eylemin, onun kişisel varlığını, kazandığı statüyü, sosyal onur ve mesleki itibarını ağır surette zedeleyerek…” şeklinde ifade edilmiştir.
 
Bir işletmenin, tacirin veya meslek adamının içişlerine ilişkin kayıt ve belgeleri, defterleri, hesapları, çalışma ve işletme yönetimine ilişkin teknik bilgilerle, üretim durumu ve müşterileriyle olan ilişkisi gibi özellikler mesleki ve ticari gizlilik çevresini oluşturur.
 
Kural olarak mesleki ve ticari faaliyetler, kişinin hukuki koruma gören gizlilik alanına dahil değildir. Bu sebeple bir kimsenin ticari alandaki faaliyeti, başarı veya başarısızlığı üzerindeki gerçeği yansıtan bilgiler verilmesi kişilik hakkına tecavüz oluşturmaz. Örneğin, bankanın kredi isteyen bir kişinin ticaret alanındaki faaliyetleri ve borç ödeme durumu gibi konularda bilgi toplaması olağandır.
 
 
 
 
Özel hukuk alanında kişiliğin korunmasında 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 23,24 ve 25. Maddeleri temel hükümler getirmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 23. Maddesine göre: “ 1.Kimse hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. 2. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka veya ahlaka aykırı olarak sınırlayamaz. 3. Yazılı rıza üzerine insan kökenli biyolojik maddelerin alınması, aşılanması ve nakli mümkündür. Ancak biyolojik madde borcu verme altına girmiş olandan edimini yerine getirmesi istenemez; maddi ve manevi tazminat isteminde bulunulamaz.”
 
TMK’nın 23. Maddesi kişiliğin kişinin rızası ile (hukuki işlem yoluyla) tecavüzünü önlemeye yöneliktir. 23. Madde kişiliği hak ehliyeti, fiil ehliyeti ve hürriyetler açısından korur. Bu madde doktrinde “kişiliğin dahilen korunması” veya “kişiliğin bizzat kendisine karşı korunması” olarak isimlendirilir.[36]
 
4721 sayılı TMK 24. Maddesi ise “ 1. Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. 2. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” Şeklinde düzenlenmiştir. Bu madde doktrinde “harici koruma” veya “kişiliğin üçüncü şahıslara karşı korunması” olarak nitelendirilir.[37]
 
4721 sayılı kanunun 25. Maddesindeki düzenleme şöyledir: “Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldırıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitini isteyebilir. Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir. Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır. Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez. Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir” Bu maddede, kişilik hakkı hukuka aykırı bir tecavüze uğrayan veya bir tecavüze uğrama tehlikesi karşısında bulunan kişinin açabileceği davalar öngörülmüştür.
 
Madde metninden anlaşıldığı üzere, manevi tazminat isteminde iki nitelik önemle vurgulanmıştır: A) Manevi tazminat istemlerinin başkasına devredilmesi için bundan sorumlu olan kişi veya kişilerin bu istemi kabul etmeleri gerekir. B) Manevi tazminat istemlerinin miras yoluyla mirasçılara geçebilmesi için, kişilik hakları saldırıya uğrayan kişinin tazminat istemini ileri sürmüş olması gerekir. Maddeye göre, ileri sürmenin mutlaka dava yoluyla gerçekleşmesi şart olmayıp saldırıya uğrayan kişinin bunu ortaya koyan ve kanıtlanabilen her türlü iradesi yeterli görülmüştür.
 
 
Kişilik hakkının korunmasına ilişkin 818 sayılı Borçlar Kanununda çerçeve hüküm niteliğinde 49. Madde ve bu genel hükmün yanında bazı kişisel varlıkları ve değerleri özel olarak koruyan 45-48. Maddeler mevcuttur.
 
BK madde 48 haksız rekabeti düzenlemiştir. Mesleki ve ticari değerler kişilik haklarındandır. Bu maddeye göre; Yanlış ilanlar yahut hüsnüniyet kaidelerine mugayir sair hareketler ile müşterileri tenakus eden yahut bunları gaip etmek korkusuna maruz olan kimse bu fiillere hitam verilmesi için faili aleyhinde dava ikame ve failin hatası vukuunda sebebiyet verdiği zararın tazminini talep edebilir. Ticari işlere ait olan haksız rekabet hakkında Ticaret Kanunu hükümleri mahfuzdur.”
 
BK madde 49’a göre ise; “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” Görüldüğü üzere, BK madde 49’da kişilik hakları genel bir hükümle korunmakta ve bu koruma kapsamında da davalar öngörülmektedir.
 
 
 
Kişiler hukuku ve internet ilişkisi incelendiğinde karşımıza çıkabilecek en önemli sorun, kişilik haklarına internet aracılığıyla yapılan tecavüzlerdir. İnternetin denetimsiz bir iletişim ağı şeklindeki yapısı, kişilik hakları ve özel hayatın gizliliği için bir tehdit içermektedir. Zira internet sağladığı sınırsız yararların yanı sıra, kötüniyetli kullanımlara olanak sağlayan teknik yapısı ve geniş etkileme gücü dolayısıyla kişilik hakları açısından potansiyel bir tehlikeyi bünyesinde barınmaktadır. Kişilik haklarına yapılabilecek tecavüzler açısından yazılı ve görsel iletişim ile internet arasında çok büyük bir fark yoktur.[38]  İnternet de tıpkı bir kitap, dergi, gazete veya televizyon, radyo gibi bir yayıncılık türüdür.[39] Diğer yayıncılık türlerinde nasıl ki kişilik haklarına tecavüz yapılabiliyorsa, internet aracılığıyla da kişilik haklarına tecavüz mümkündür.
 
İnternet rahatlıkla kötüye kullanılabileceği için, internet aracılığıyla kişilik haklarına yapılabilecek tecavüzler de çok çeşitli olabilir. Örneğin; bir sistemdeki gizli bilgileri hileli yollarla almak, müstehcen içerikli maillerle insanları rahatsız etmek, sistemin kaynaklarını kullanıp sistemi yavaşlatmak, arka arkaya e-mail göndererek başkalarının kutularını doldurmak kişilik haklarına internet aracılığıyla yapılan tecavüzlerden bazılarıdır. Yine, internet sitelerinde yazı ve resim yoluyla, kişinin gerek şeref ve haysiyetine saldırı, gerekse özel hayatının ihlali ve sırlarının ifşası ile kişilik haklarına tecavüz edilebilmektedir. Bu ihlaller tahdidi olmayıp, türlerine göre birkaç başlık altında toplanabilir.
 
 
 
Teknolojideki değişim hızına bağlı olarak internet aracılığıyla kişilik haklarına tecavüzün değişik türleri meydana gelmektedir. Hem teknoloji, hem de kişilik haklarını oluşturan değerler zamana göre farklılık gösterdiğinden[40] internet aracılığıyla kişilik haklarına tecavüz türlerinin de zamana göre farklılık arz etmesi doğaldır.
 
Bu çalışmada incelenecek olan internet aracılığıyla kişilik haklarına tecavüz türleri; alan ismi açısından kişilik haklarına tecavüz, elektronik posta (e-mail) aracılığıyla kişilik haklarına tecavüz, spamming konusu, web sitelerindeki yayınlar aracılığıyla kişilik haklarına tecavüz, elektronik ticarette reklamlar aracılığıyla kişilik haklarına tecavüz türleridir. Ayrıca kişisel verilerin gizliliği ve korunması ile internet aracılığıyla kişilik haklarına karşı yapılan tecavüzlerden hukuksal sorumluluk konularına da değinilecektir.
 
 
İnternet üzerinden makineler birbirlerini IP ( İnternet Protokol )  dediğimiz numaralar sayesinde bulabilmektedir. İnternet üzerinde kullanılan domain sistemi ( alan adı ) IP numaralarına ulaşmak için kullanılan bir isimlendirme sistemidir. (örn.www.template.gen.tr için ip adresi 70.85.48.14 dür. ) IP adreslerinin hatırlanması ve kullanılması zor olduğu için bunun yerine kullanılması daha kolay olan isimlendirme sistemi (domain sistemi ) getirilmiştir.
 
Alan isimleri nasıl kullanıldıklarına bağlı olarak, çoğunlukla bir malı veya bir hizmeti tanıtmaktadır.[41] Alan isimlerinin temel özelliği, kaydedilen bir alan isminin bir kez daha kaydının yapılamamasıdır.[42] Yani alan isimlerinde teklik ilkesi geçerlidir ve bir alan ismi sadece bir kişi adına tescil edilebilir.
 
İnternet üzerinde herhangi bir web sitesine ulaşımı sağlamak için kullanılan alan isimleri zamanla ticari bir önem kazanmış ve bununla birlikte bir takım hukuki sorunlar ortaya çıkmıştır. Kullanılan bir alan ismi bazı hallerde rekabetin haksız bir ihlalini, bazı hallerde marka hakkına tecavüzü, bazı hallerde de isim hakkına bir tecavüzü oluşturabilmektedir.[43]
 
Alan isimlerinin gerçekte birer sayıdan oluşmaları, alan isimlerinin medeni hukuk açısından bir isim değil de, telefon numarası gibi birer sayı olduğu nitelemesinin yapılmasına sebep olmuştur.[44] Ancak bir alan isminin yalnız teknik özelliğine dayanılarak, hukuken böyle bir niteleme yapmak yanlıştır. Zira internet kullanıcıları alan isimlerinin karşılık geldiği sayı organizasyonunu değil, alan isimlerini bilmekte, kullanmakta ve ilgili web sitesini bu şekilde tanımlamaktadır. İnternet üzerinde web sitelerinin bulunabilmesi ve ayırt edilebilmesi alan isimleri sayesinde gerçekleşir. Bu açıdan alan isimleri, TMK açısından bir isim niteliği taşımaktadır ve TMK m.26’nın korumasından faydalanmaktadır.[45]
 
Alan isimleri ile gerçek kişilerin isim hakkına ve dolayısıyla kişilik haklarına tecavüze örnek olarak; ünlü futbolcu Hakan Şükür’ün isminin kendisinden habersiz olarak alan ismi olarak alınmasını ve kendisine bunu yüksek bir fiyatla satışının teklif edilmiş olmasını verebiliriz. İsmi başkaları tarafından bu şekilde izinsiz olarak alınan kişiler, isimlerinin 4721 Sayılı TMK’nın 24 vd. maddelerine göre korunmasını talep edebilirler. Aynı şekilde toplum tarafından tanınan, sevilen kişilerin isimlerinin, pornografik yayınların, şiddet görüntülerinin, ırkı propagandaların veya belirli malların reklamının yapıldığı alan isimleri olarak kullanılması durumlarında ismin gaspı söz konusu olur[46] ve ismi gasp edilen bu kişiler TMK 26/2 gereğince koruma talep edebilirler. Buna örnek olarak; bir dönem TBMM başkan vekilliği yapmış olan Kamer Genç’in isminin alan ismi olarak kullanıldığı ve içeriğinde tamamen pornografik yayınların bulunduğu web sitesini verebiliriz.[47]