6100 SAYILI HUKUK MUKAKEMELERİ KANUNU’NUNDA YER ALAN DAVAYA VEKÂLETE İLİŞKİN HÜKÜMLERİN İNCELENMESİ

01 Ekim 2011 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olan 6100 sayılı yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu, usul hukukuna ilişkin birçok yeni düzenleme içermekle beraber hâkimler, avukatlar ve diğer ilgililer açısından da bir uyum sürecini beraberinde getirmektedir. Bu kanununda yer alan “Davaya Vekâlet” konusuna ilişkin olarak, genel itibariyle eski kanun sistematiğine bağlı kalınmıştır ancak belli noktalarda önemli değişiklikler getirilmiştir.

Bu çalışmada, kanunun “Davaya Vekâlet” başlığı altında düzenlediği maddeler incelenecek ve gerekli yerlerde diğer kanunlara atıfta bulunmak suretiyle konu ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Zira yargılamanın üç temel taşından biri olan savunma makamına ilişkin olan bu konu, Borçlar Kanunu ve Avukatlık Kanunu açısından da önemli maddeler içermektedir. 

1.         DAVAYA VEKÂLETE İLİŞKİN GENEL HÜKÜM

“MADDE 71- (1) Dava ehliyeti bulunan herkes, davasını kendisi veya tayin ettiği vekil aracılığıyla açabilir ve takip edebilir.”

Bu madde 1086 sayılı kanunun 59. Maddesine karşılık gelmekte olup; bir değişiklik içermemektedir. Maddede, davaya vekâlet ehliyeti bulunan kimselerin davayı takip edebileceği belirtilmiştir. Hukukumuzda kural olarak vekil tayin etmek zorunlu değildir ancak bazı hallerde vekille görülmesi zorunlu davalar da bulunmaktadır. Davaya vekâlet ehliyeti bir dava şartıdır. Mahkeme, dava ehliyeti olmayan bir kişinin dava açması haline, davanın esasına girmeden (dava şartı yokluğundan) davayı usulen reddetmekle yükümlüdür. Davaya vekâlet ehliyeti bir dava şartı olduğundan, mahkeme ve Yargıtay’ca re’sen gözetilir. 

 

Vekil, taraflar dışında bir üçüncü kişidir ve taraflardan biri diğer tarafın vekili olamaz. Ayrıca vekilin medeni haklarını kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip olması gerekir. Örneğin, vesayet altında bulunan bir avukat, mahkemede müvekkilini temsil edemez. Borçlar Kanununa göre ise, fiil ehliyetine sahip olan herkes temsilci olabildiği halde; dava takibi için sadece avukatlar vekil olabilirler.

2.         DAVAYA VEKÂLET HAKKINDA UYGULANACAK HÜKÜMLER

“MADDE 72- (1) Davanın vekil aracılığıyla açılması ve takip edilmesinde, kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak üzere, 22.4.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanununun temsile ilişkin hükümleri uygulanır.”

1086 sayılı kanunun 60. Maddesine karşılık gelen bu hüküm, eski düzenlemeden farklı olarak Borçlar Kanunundaki vekâlete ilişkin hükümlere atıf yapmaktadır. Eski madde, bu kanundaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, davaya vekâlette Medeni Kanunun genel hükümlerinin uygulanacağını düzenlemekteydi. Ancak yeni maddede, bu kuraldan ayrılarak Borçlar Kanununun temsile ilişkin hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Buradan hareketle, Borçlar Kanununda düzenlenen vekâlet sözleşmesi hükümlerinin artık, bu kanunun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, usul hukukunda da uygulanacağı düzenlenmiştir.   

 

2.1  Borçlar Kanununun Vekâlete İlişkin Hükümleri

6100 sayılı HMK’ da her ne kadar 818 sayılı Borçlar Kanununa atıfta bulunulmuşsa da, 01 Temmuz 2012 tarihinden itibaren 6098 sayılı Borçlar Kanunu yürürlüğe gireceğinden dolayı, bu bölümde eski ve yeni Borçlar Kanununun ilgili maddeleri karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır.

818 sayılı Borçlar Kanununda vekâlet sözleşmesine ilişkin maddeler 386. ila 398. Maddeler arasında düzenlenmiştir. Genel olarak, vekâlet sözleşmesinin kurulması ve sona ermesi, tarafların karşılıklı olarak ifa etmeleri gereken borçlar düzenlenmiştir. Buna göre vekâlet sözleşmesi, vekilin, vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir.

2.1.1 Vekâletin Kapsamı

Vekâletin kapsamının düzenlendiği 388. Madde, yeni Borçlar Kanununda daha geniş bir şekilde düzenlenmiştir. Mevcut maddeye göre vekil özel olarak yetkili kılınmadıkça; dava açamaz, hakeme başvuramaz, kambiyo taahhüdünde bulunamaz, bağışlama yapamaz, bir taşınmazı devredemez ve bir hak ile sınırlayamaz. Vekilin özel olarak yetkili kılınmadıkça yapamayacağı bu işlere ek olarak yeni kanunda; iflas, iflas ertelemesi, konkordato talep edemeyeceği ve kefil olamayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenleme HMK 74. Madde ile paralellik ihtiva etmektedir. Davaya vekalette özel yetki verilmesini gerektiren hallerin düzenlendiği bu maddede de vekilin iflasını istemek ve konkordato talep etmek özel izne tabi kılınmıştır.

 

2.1.2 Vekilin Borç ve Sorumluluğu

Borçlar Kanununa göre vekilin borçları şöyledir: Talimata uygun davranma, şahsen ifa, sadakat ve özen gösterme, hesap verme, edinilen hakların vekâlet verene geçirilmesi.

Talimat uygun davranmaya baktığımızda, buradaki temel kural şudur: Vekil, yapmakla yükümlü olduğu işi kendi adına ve müvekkili hesabına yapar, bunu yaparken de müvekkilinin çıkarları dairesinde davranmakla yükümlüdür. Bu nedenler 389. Maddede düzenlendiği gibi, vekil müvekkilinin açık talimatına uymak zorundadır. Maddede yazılı istisna durum dışında, vekil müvekkilinin talimatından ayrılırsa, bundan doğan zararı karşılamadıkça vekâlet borcunu ifa etmiş olmaz. Ancak yeni Borçlar Kanununda, talimata uygun davranma yükümlülüğü daha da ağırlaştırılmıştır. 389. Maddenin yeni kanundaki karşılığı olan 505. Maddede düzenlendiği üzere, müvekkilinin talimatından ayrılan vekil, bundan doğan zararı karşılamadıkça, iş görmüş olsa bile, vekâlet borcunu ifa etmiş olmaz. Maddeye eklenen “iş görmüş olsa bile” ifadesi vekilin borcunu ağırlaştırıcı bir niteliktedir. Vekil, talimattan ayrılmasına karşı savunma olarak, işi görmüş olmasını artık ileri süremeyecektir.

Vekil, yetki verilmedikçe ve durum zorunlu ya da teamül mümkün kılmadıkça, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ayrıca yetkisi olmadığı halde, işi başkasına gördürdüğünde onun fiilinden kendisi yapmış gibi sorumlu olur. Tüm bu sorumlulukları kapsayacak şekilde, vekilin müvekkile karşı tam bir sadakat ve özen yükümlülüğü vardır. Vekil, üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Sadakat borcuna ilişkin olarak şu örnekler verilebilir:

Ø  Vekil, sadakat borcu gereği, bilgilendirme borcu altındadır. Vekilin, düzenli olarak sözleşmenin ifasıyla ilgili gelişmeleri müvekkiline bildirmesi ve önemli her durumdan müvekkilini haberdar etmesi bilgilendirme yükümlülüğü kapsamında değerlendirilebilir.

Ø  Vekil, sadakat borcu gereği, sözleşme konusu işin görülmesiyle ilgili olarak müvekkiline tavsiyelerde bulunma yükümlülüğü de üstlenmiştir.

Ø  Menfaat çatışmalarını derhal müvekkiline bildirmelidir ve müvekkilin açıkça rızasını almadıkça müvekkilin menfaatiyle ters bir menfaate sahip olan birinin vekilliğini yapmamalıdır.

Ayrıca 390. Maddede, vekilin sorumluluğunun genel itibariyle işçinin sorumluluğuna ait hükümlere tabi olacağı düzenlenmiştir. Burada kanun vekili, hizmet sözleşmesinin bir tarafıymış gibi değerlendirmekte ve sorumluluğunu da buna göre düzenlemektedir. Yeni Borçlar Kanununun 506. Maddesinde bu hüküm yeniden düzenlenerek, haklı olarak önemli derecede değişikliğe uğramıştır. Buna göre, vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde benzer alanlarda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır, demek suretiyle; vekâlet sözleşmesinden doğan sorumluluğa özgü bir düzenleme getirilmiştir.

Bunlar dışında, sadakat yükümlülüğüne paralel olarak, vekilin ürüttüğü işlerle ilgili müvekkiline hesap verme ve onun hesabına aldığı değerleri müvekkiline vermekle yükümlüdür. Vekilin, teslim etmekte geciktiği paranın faizinden de sorumlu olacağı açıkça düzenlenmiştir.

2.1.3 Vekâlet Verenin Borç ve Sorumluluğu

Vekâlet verenin asli borcu, vekilin hak kazandığı ücreti ödemektir. Bu borcun ifası, sözleşme ile düzenlenebilir. Ayrıca, vekâlet veren, vekâletin gereği gibi ifası için vekilin yaptığı giderleri ve verdiği avansları faiziyle birlikte ödemek ve yüklendiği borçlardan onu kurtarmakla yükümlüdür. Vekâlet veren, kusuru bulunduğu takdirde, vekâletin ifası sebebiyle uğradığı zararın giderilmesinden de sorumludur.

2.1.4 Vekâlet Sözleşmesinin Sona Ermesi

Vekâlet sözleşmesi taraflardan birince tek taraflı olarak sona erebileceği gibi; iş görme borcunun ifası, taraflardan birinin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası hallerinde kendiliğinden sona ermiş olur.

Tek taraflı olarak sözleşmesi sona erdiren vekilin azli ve istifası hallerine ilişkin olarak 396. 1 maddesi emredicidir. Diğer bir ifadeyle müvekkil, vekili her zaman azletme hakkından; vekil ise her zaman istifa etme hakkından önceden feragat edemez. Bu anlamda yapılan önceden feragat hükümsüzdür. Uygun olmayan bir zamanda vekilin azli veya istifasının gerçekleşmesi halinde, sözleşmeyi sona erdiren taraf, diğerinin bundan doğan menfi zararını gidermekle yükümlüdür.

3.         DAVAYA VEKÂLETİN KANUNİ KAPSAMI

“MADDE 73- (1) Davaya vekâlet, kanunda özel yetki verilmesini gerektiren hususlar saklı kalmak üzere, hüküm kesinleşinceye kadar, vekilin davanın takibi için gereken bütün işlemleri yapmasına, hükmün yerine getirilmesine, yargılama giderlerinin tahsili ile buna ilişkin makbuz vermesine ve bu işlemlerin tamamının kendisine karşı da yapılabilmesine ilişkin yetkiyi kapsar. (2) Belirtilen bu yetkiyi kısıtlamaya yönelik bütün sınırlandırıcı işlemler, karşı taraf yönünden geçersizdir.”

Bu madde, vekilin özel bir yetkilendirmeye gerek duymadan kanuni olarak yapmakla yetkili olduğu işlemleri göstermektedir. Vekil, hüküm kesinleşinceye kadar davanın takibi için gerekli olan bütün işlemleri yapabilir. Örneğin dava ve karşı dava açabilir. Hatta davaya müdahale için de özel yetki aranmaz. Ancak vekilin hâkimlere karşı tazminat davası, yargılamanın iadesi davası ve kişiye sıkı sıkıya bağlı haklara ilişkin dava açabilmesi için vekâletnamede özel yetkiye ihtiyacı vardır. 

 

Bundan başka, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 32. Maddesine göre, Anayasa Mahkemesinde vekil sıfatıyla dava açan bir vekilin vekâletnamesinde bu konuya ilişkin özel bir yetkisi bulunması gerekir. Ancak vekilin diğer mahkemelerde (örneğin hukuk mahkemelerinde) Anayasaya aykırılık itirazında bulunabilmesi için bu konuda vekâletnamede özel bir yetkisi bulunması gerekmez.[1]

 

Vekil, davayla ilgili olarak her türlü iddia ve savunmada bulunabilir. Dilekçe verebilir, delil sunabilir, ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delil tespiti isteyebilir, duruşmalardan bulunabilir. Bununla birlikte, vekil davanın takibinden istediği zaman çekilebilir. Bu emredici bir hak olup; özel yetki gerektirmez.

 

Vekil, vekâletnamesinde özel yetki olmaksızın, mahkeme kararını temyiz edebilir. Bu yetki, sadakat ilkesi çerçevesinde, vekâlet verenin haklı çıkarları doğrultusunda davranma kuralı içinde değerlendirilebilir. Temyiz yoluna başvurmuş olan vekil, sonradan bu temyiz talebinden feragat edebilir ve bunun için özel yetkisi bulunması aranmaz. Yargıtay, bu yönde bir kararında şöyle demektedir:

 

“Temyiz eden davalı vekili, imzası belgelendirilmiş olan 26.04.1974 tarihli dilekçesi ile temyiz isteğinden vazgeçtiğini bildirmiştir. Usulün 63. Maddesinde izin verilmeksizin vekilin yapamayacağı işler sayılmıştır. Bunlar arasında temyizden vazgeçme gösterilmemiştir. O halde vekilin vazgeçmesi geçerlidir ve bu nedenle temyiz isteminin reddine karar verilmelidir.” [2]

 

Vekil, vekâletnamesinde hükmün icrasına ilişkin bir özel yetki bulunmasa bile, mahkeme hükmünün icraya koyabilir. Yargıtay, bu yönde bir kararında şöyle demektedir:

 

“Hükmü (ilamı) icraya koymuş olan alacaklı (davacı) vekili, alacaklı vekili sıfatıyla o ilamın icrasıyla ilgili artırmaya da katılabilir. Çünkü BK m. 388 vekilin artırma ve ihaleye iştirak edebilmesini özel bir yetkiye başlamamış; HUMK m. 62’ de davaya vekâlet eden şahsın hükmün icrasına kadar bilumum muameleleri ifa edebileceği belirtilmiş olduğuna göre şikâyetçiler (alacaklılar) vekilinin ihaleye katılmasında kanuni bir sakınca yoktur.” [3]

 

Davaya vekâletin kanuni kapsamını açıklayan bu maddede, bu kapsamı sınırlayan (daraltan) bütün kayıtlar karşı taraf için geçerli değildir. Fakat böyle bir sınırlama, vekil ile müvekkil arasındaki iç ilişki bakımından geçerlidir.

(Bu yazı, sayın Av. Ferhat AKBAŞ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen alıntılanması veya yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)



[1] KURU, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt II, altıncı baskı, Demir yayınları, 2001, s:1276

[2] Yargıtay 13. H.D., 12.01.1976, 1664/14

[3] Yargıtay İİD. 11.07.1966 7738/7686