Vakti zamanında yazılı sınavında sorularını, yirmi yılı aşkın süredir mülakatta sıraları, meslek hayatlarında şikayet haklarımızı, savunma haklarımızı, tüm haklarımızı ve hayatlarımızı çalanlar ve çaldıranlar, şimdi de lekelenmeme haklarımızı ve itibarlarımızı çalmaktadır. Şu anda avukatlık mesleği değersizleştirilerek hakim ve savcılara itibar katılmak ve eklenmek istenmektedir. Başka bir anlatımla ülkemizde avukatlık mesleği sürekli olarak itibarsızlaştırılmakta ve yalancılıkla suçlanmaktadır. Ancak ne hikmetse sıklıkla avukatlık mesleğini suçlayıp itibarsızlaştıranlarca (hakim, savcı, Adalet Bakanlığı ve ilgili barolar, TBB), asıl bizler tarafından delil ve suç uyduruyor denilen avukatlara işlem yapma yetkisi kendilerindeyken bilinçli olarak işlem yapılmamaktadır. Hatta terör yanlısı, belirli ideolojiye hizmet eden ya da alet olan avukatlar, kollukta ve adliyede şüpheli ve sanıklara ifade öğreten avukatlar, davanın ve yargısal sürecin müvekkili veya kendi lehine ilerlemesi için yalancı tanık bulan ya da tanıklara yalan beyanlar öğreten avukatlar, bir diğer avukattan ısrarla ve baskıyla müvekkil ifade tutanağını isteyen avukatlar, sırf karşı vekalet avukatlığı üzerinden geçinen hatta karı koca olarak yalnızca karşı vekalet ücreti alabilmek için gereksiz ve yersiz dosyalara birbirleri adına vekaletname sunan avukatlar, sırtını barolara dayayarak istediği şekilde suç işlemeyi kendisine hak gören avukatlar, ifade tutanaklarını ve soruşturma evraklarını dosyanın tarafı olmayan 3. kişilere sızdıran avukatlar tarafımızca çok kez şikayet edilse de bunlara hiçbir işlem yapılmamaktadır. Bu haliyle avukatlık mesleği çok fazla değer ve güven kaybetmektedir. Örneğin yakın zamanda gitmiş olduğum bir kolluk biriminde müdafii olunan şüphelinin ifadesine katılım sağladıktan sonra tarafıma verilen ifade tutanağının üzerinde ve her sayfada “müdafii sureti” yazılı olduğunu gördüm. Bu hususu şikayetlenme için dile getirmiyorum. Bu yönde bir ibarenin olması beni rahatsız etmediği gibi aslında beni polemik, tartışma ve birçok suç isnadından da korumaktadır. Yani durum benim hoşuma bile gitmiştir. Zira benden de çok kez tutanak isteyen avukatlar olmuştur. Tutanağı vermediğim için çok fazla rahatsız edildiğimde kendisini şikayet ettiğim de doğrudur. Ancak bu konuda işlem yapılmaması yönünde Adalet Bakanlığı kararı tarafıma ulaşmıştır. Ne üzücü ki mesleklerin güvenini kötüye kullanımlar, şikayet merciilerince bilinçli şekilde temizlenmediği müddetçe tüm avukatlar güvenilmez ilan edilmekte, yargının diğer kanatlarına da ne yaparlarsa yapsınlar toz kondurulmadığı müddetçe adaletin tesisi mümkün olmamaktadır. Acaba Adalet Bakanlığının ve TBB’nin de gerçek amacı bu mudur? Zira bizlerin bildirdiği avukatlar hakkında hiçbir işlem yapılmamaktadır. Oysa bir avukat olarak kimseye müvekkilime ait ifade tutanağını vermek zorunda değilim. Bu haliyle ifadelerden çıkarken dahi tutanağın kimseyle paylaşılmaması uyarıları yapılmaktadır. Avukatlara yapılan bu uyarılar son derece onur kırıcıdır ve avukatlık mesleğinin içinde bulunduğu güvensizliği gözler önüne sermektedir.
Bu konuda yaşanan sıkıntılardan bir diğeri de ifadelerde şüpheli veya sanığın ses kaydını yapan avukatlar olduğundan bahisle avukatlar ifade odalarına ve avukat-müvekkil görüşme odalarına alınmadan önce cep telefonları ve bilgisayarları toplanmak istenmektedir. Bu ne demektir? Bu nasıl bir saygısızlıktır? Bu nasıl bir hukuksuzluktur? Ben bir başkasına telefonumu vermek zorunda mıyım? Ne hakla bu istenir? Ancak buna benden başka karşı koyan avukat yoktur. Şu anda yalnızca ben cep telefonumu ve bilgisayarımı açığa bırakmadığım için gittiğim kollukla sorun yaşamaktayım. Oysa kimsenin bunu istemeye hakkı yoktur. Sen bana güvenmiyorsan ben sana nasıl güveneceğim? Ben senin suç örgütü whatsapp grubuna bir avukatı üye yapmayacağını ya da telefonuna casus programını yüklemeyeceğini veya bir veriyi silmeyeceğini nereden bileyim? Bu ülkede savcının yerini bildiren emrindeki polis vakıası, hatta bir kuyumcuyu gasp eden kişinin polis olduğu, polisin bu kişinin ellerini ve ayaklarını koli bantlarıyla bağladıktan sonra çalınan altınların sırf bu amaçla kiraladığı eve bıraktığı ve failin o tarihte aktif görev yapan bir polis memuru olduğu, tanınmamak için başına kask takması sebebiyle yüzünden değil koli bandındaki parmak izinden kendisi ele verdiği gerçeği, adliyelerde bulunan adli emanetlerin içler acısı durumu dikkate alındığında ne anlatmak istediğim anlaşılmaktadır. Bu yüzden kimse rastgele telefon ve bilgisayar toplayamaz. Günümüzde cami girişlerinde dahi açığa konulan ayakkabıların çalınması olgusu, kapalı kilitli kutular yapılmasını zorunlu kılmıştır ki bu halde anahtar malın sahibinde kalmaktadır. Uzun lafın kısası avukatlık mesleğine yönelik bu nefret ve öfke, bu güvensiz ve saygısız ortam bizlerin meslek icrasını zorlaştırmaktan öte artık imkansız kılmıştır. Artık çantalarımıza dahi el konulmak istenmektedir. Ben sana cüzdanımı nasıl teslim edeyim? Buna rızası olmayan avukatlar kolluğa alınmamakla tehdit edilmektedir, bahçede soğukta bekletilmektedir. Artık çekmeli küçük valizlerimiz ve çantalarımız da istenmemektedir. Oysa ben beş saat müddetle elimde veya omzumda bilgisayar, dosya ve cübbe taşıyamam. Bir kadın avukat hamile olduğunda bu koşullar altında çocuğunu düşürmemesi imkansızdır. Benzer şekilde yıllar boyu her gün çok fazla eşya taşımaktan kaynaklı bel ve boyun ağrıları, bel fıtığı ve sakatlanmaklar olması çok yüksek olasılıktır. Demem o ki Türkiye Barolar Birliğinin neredeyse hiç ve tüm baroların aynı ölçüde ve yeterli tepki göstermemeleri karşısında meslek ifasında çok sayıda mağduriyet yaşanmaktadır. Bu hukuksuzluklara neden kimse dur dememektedir? El koyma kararı yokken avukatın cep telefonu nasıl alınmak istenmektedir? Yakın zamanda İstanbul İl Jandarma Komutanlığında kollukta cep telefonunu açık alana bırakıp gitmeyen benden başkaca avukat olmamış, hatta beni ikna etmeye çalışan da yine jandarmaya yaranmaya çalışan bir başka avukat olmuştur. Demem o ki mesleğin hali ortadadır. Oysa kimsenin bizlerin kişisel eşyalarını zorla almaya hakkı yoktur. Ama bir diğer temel sorun ne yazık ki buna karşı koyan avukat da yoktur. Avukatların karşı koymadığı bir halde elbette avukatlık mesleğinin itibar kaybetmesi çok kişinin de işine gelmekte ve hoşuna gitmektedir. En başta çok sayıda hakim ve savcı tüm bunlardan büyük haz almaktadır. O sebeple memur suçları savcıları avukata karşı işlenen memur suçlarında hiçbir işlem yapmamaktadır. Adalet Bakanlığı ise şu anda tamamen kendi aldığı hakim ve savcıları koruma içgüdüsü ve o kürsünün ağırlığını ve güvenirliğini (çok fazla zedelense de ve artık güven kalmasa da) koruma gayesiyle avukatların susması için elinden geleni yapmaktadır. Zira onlar için hakim savcı kanadı her zaman daha önemli ve önceliklidir. Savunma kanadıysa yalnızca dilde önemlidir, esasta ve gerçekte önemsiz ve değersizdir. Bu yüzden avukatlık mesleğinin durumu ve geleceği neredeyse (az kişi dışında) kimsenin umurunda bile değildir. Tam da bu sebeplerle hakim ve savcılarla birlikte suç işleyen ve sıklıkla hakim ve savcılarla arası iyi olan ve işbirliği yapan avukatları deşifre ettiğimiz için ben ve benim gibi avukatlar susturulmak istenmektedir. Bu cümle de nedir demeyin lütfen. Onlarca hakim neden bir avukatın oğlunun sünnet töreninde altın takmak için dakikalarca kuyrukta bekler? Yani insanların aklını kimse küçümsemeye kalkmasın. Ülkenin hali ortadadır. Hatta bir başka yaşanan örnek de şudur ki, gerçek bir dosyada savcı ve onun avukatı kafa kafaya verip değişik iş tutanağı uydurmuş ve bununla mahkemeleri kandırmaya çalışmıştır. Ta ki ben takipsizlik kararına itiraza yönelik değişik iş kararını mahkeme dosyasına sunana kadar. İşte yargı şu anda bu haldedir. Savcı bile aynı adliyedeki hakimi kandırmanın peşindedir. Avukatı da maşa niyetine kullanmaktadır ki yarın bir gün soruşturma veya inceleme geçirdiğinde bu yalanları avukat üzerinden harcasın. İşte şu anki günümüz Türkiye’sinde bizlere “Bunları kimseye söylemeyin!” denilmektedir. Hatta bu maksatla öncesinde Türkiye Barolar Birliğince (reklam yasağı adı altında ve gerçekte kıskançlık ürünü olan) bir yönetmelik çıkarılmıştı. Burada aslında kendi etkisizlikleri kapatılmak istenmiş ve kendilerince ön plana çıktığını düşündükleri ancak gerçekte böyle bir niyeti olmayan avukatları susturmak için bu yönetmelik formülü bulunmuştu. Ama bu formül tutmadı ve yönetmeliğe karşı davalar açıldı.
Bu defa da meclis kanun çıkardı. Zira başka çare yoktu. Zira bu zeki ve akıllı beyinler, herkesin yaptığı hukuksuzlukları sırasıyla ve korkusuzca buluyor ve halka açıklıyordu. Bu yüzden "Avukatlar konuşmasın!" denildi. Neden? Neye göre? Kime Göre? Ne için? Sen kimsin? Buna hakkın var mı? Kanun Anayasaya uygun mu yoksa hukuksuz mu? Sana ne bundan? Sen neden rahatsız oluyorsun? Yoksa gerçeklerden ve hakikatin açığa çıkmasından mı korkuyorsun? Ama işte yasak koyan olsa da bu soruları sorunca karşıda muhatap bulunmuyor ve herkes kaçıyordu.
Şimdi de ve tüm bunlar yetmezmiş gibi avukatları susturma yasasından iki gün sonra T.C. Adalet Bakanlığı tarafından kucağında çocukla keşfe çıkan hakim resimleri paylaşılmaya başlandı. Peki keşfe ya da adliyeye giderken yahut duruşma salonuna girerken hatta doğrudan duruşmada veya keşifte ben resmimi sosyal medyaya yükleyince neden reklam yasağı oluyor da bu kişi hakim olunca tebrik sebebi oluyor? Ya da başka bir soru, keşfe gitmek bir tebrik sebebi midir? Acaba hakim keşifte araçtan bir kez olsun inmiş midir? Zaten resimde de hakim araç içinde. Demem odur ki bir Tekirdağ hakimi kendi resminin çekilmesini neden ister? Neden yargısal faaliyetlerin yapıldığı esnada ses ve/veya görüntü alınır? Bunu avukat yapsa hemen hakkında kamu davası açılır. Peki hakimin buna hakkı var mıdır? Hatta hakim bu resmi “Bakın ben kucağımda çocukla keşfe gittim.” demek için mi çektirmiştir? Neden bu resmi taa Ankara’ya, Adalet Bakanlığına gönderme gereksinimi hissetmiştir? Adalet Bakanlığı bu keşif hadisesini nasıl öğrenmiştir? Kim iletmiştir? Demem o ki ülkede oyunlar, kurgular, algı değişikliği yaratmalar almış başını gitmektedir. Bizler de her gün duruşmaya gidiyoruz. Acaba Adalet Bakanlığı neden bizleri tebrik etmemektedir? Peki keşfe giden hakimin görevi nedir? Onun görevi keşfe gitmek, duruşma yapmak değil de nedir? Artık bu ülkede kimse samimiyetsiz gösterişlere, show amaçlı paylaşımlara inanmamaktadır. Zaten yorumlar da "Adalet varsa o zaman ben neden işsizim?" "Bir de bununla övünüyorsunuz. Çocuklu hakimin keşifte ne işi var?" v.s.. şeklindedir. Hatta çoğu mecrada hep aynı yorumlar yer almakta ve herkes hakimin kendisini dinlemediğini, savcının da ifadesini almadığını beyan etmektedir. Bunlar birer tesadüf değildir. Gündelik her işte, duruşma girişinde, çıkışında, keşif öncesi keşif aracına binişte inişte resim çektirmek de nedir? Peki bu davaların sonucu nerededir? Hakim dediğin kararıyla konuşur. Hani karar nerededir? Bu davalar neden bitmemekte ve bizler yıllarca duruşma takip etmekteyiz? Özetle ülke show ve yalanlardan geçilmemektedir. İşte tam olarak bu resim de kanun değişikliği sonrası gündeme gelmiş ve neredeyse aynı tarihte Antalya’da başka bir gayrimenkul davası için hakimlerin şikayet edildikleri haberini geride bırakılmıştır. Acaba bu çocuklu hakim resmi, diğer gayrimenkul olayının ve hakim şikayetlerinin bir kamuflajı olarak mı kullanılmıştır?
Yine geçtiğimiz günlerde haber olan bir başka resim de hakimin hukuk davasında kişinin evine gitmesine ilişkindir. Hemen de resimler çektirilmiş. Açıklanması gereken nokta neden resim çektiriliyor? Bu birincisi. İkincisi de hakim neden kırmızı renkte cübbe giymiş? Gerçekten resme yapılan ilk yorum da bu olmuş. Zira hakim hukuk davalarında kırmızı renkte cübbe değil, yeşil renkte cübbe giyer. Bunun da izahı yoktur. İnsanların algısıyla oynanması kabul edilemez. Bu algı oyununa kimse inanmamaktadır. Bunu bilmelisiniz. Görüldüğü üzere işin ciddiyeti iyice kaçmıştır. Herkes istediği ve sevdiği rengi giydikten sonra kendi kazağıyla çıksın, olsun bitsin. Bu halde cübbelerin, onlara atfedilen anlam, önem ve renklerin anlamı kalmamakta ve meslekler güven ve itibar kaybetmektedir. Ve bizler artık cübbeli veya çocuklu hakim resimleri değil, hukuka uygun kararlar görmek istiyoruz. Lütfen artık hakimler kararlarıyla konuşsun, resimleriyle ve pozlarıyla değil.
Sonuç olarak biz gerçekleri görmek istiyoruz. Biz konuşmak istiyoruz. Biz dinlenmek istiyoruz. Biz anlatmak istiyoruz. Biz anlaşılmak istiyoruz. Ülkede insanlarla dalga geçmek bu kadar kolay olamaz. Yargı show aracı olamaz. Kimse bir mesleğe başka mesleklerin itibarından çalarak ve başka meslekleri susturarak itibar yükleyemez. Bu yüzden avukatlara konuşma yasağı altında itibar zedelemesi yapılamaz. Bu durum benim tabirimle itibar nakli yoluyla bir yandan itibar zedelemesi diğer yandan itibar yüklemesi suretiyle itibar akışı olup bundan ötesine geçmemektedir.