Karayollarında araç kullananlar, hız limitlerinin azlığından ve bu limitlerin aşılmasından kaynaklanan para cezalarının fazlalığından şikayet ederler. Esasında bu şikayetlerde haklılık payı vardır. Devlet de, trafik kazalarını önlemek ve karayolları trafiğinin düzenli bir şekilde işleyişini sağlamak amacıyla hız limitlerini artırmak istemez ve caydırıcı olması için de para cezalarını yüksek tutmaya çalışır.

1. Hız kadranı 250, 260 km/s ve hatta daha fazlasını gösteren araçları azami 120 km/s ile sınırladığınızda, sigara içme yasağına benzer bir yöntemin uygulandığını görmek mümkündür. Bir taraftan çok süratli aracı satın al, diğer taraftan bu aracı hiçbir yerde kullanma veya kullanırsan yüksek ceza öde. “Hamama giren terler” misali, sürat yaparsan bedelini ödersin. Tabii bu bedel, kaza yaparak ödenmemelidir.

2. Hedef trafik kazalarını önlemek olduğunda, alınan tedbirleri ve verilen cezaları anlayışla karşılamak mümkündür. Ancak bunda aşırılığa gidildiği veya ceza uygulama yerleri belirsizleştiği takdirde, “hukuk devleti” ilkesinden sapılır. Önceden ilan etmeden ve haber vermeden ceza tatbik etmek isabetli olmayacaktır.
Devlet, trafik para cezalarını bir gelir kapısı olarak görmemelidir. Esas olan, karayollarının düzgün olması ve karayolu trafiğinin de düzenli işleyişidir. Bunda amaç, insanın can ve mal güvenliğinin sağlanıp korunmasıdır.

Devlet; vatandaşına tuzak da kurmamalı, kişi hak ve hürriyetleri için koyulan hukuk kurallarını ilan etmeli ve herkese göstermek suretiyle neyin yasak ve ne yapılırsa ceza tatbik edileceğini önceden insanlara bildirmelidir.

Karayollarında hız sınırları ve cezaları, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu m.51 ve 52’de gösterilmiştir. Bu usul, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını gösteren Anayasa m.13’e de uygundur. 2918 sayılı Kanunun 50. maddesinde, “şehiriçi” veya “yerleşim yeri” kavramlarına yer verilmeksizin sadece şehirlerarası çift yönlü karayolları, bölünmüş yollar ve otoyollar için azami sınırlar gösterildiği halde, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin bu azami hız sınırlarından hareketle, gerek şehiriçi ve gerekse şehirlerarası yollarda uyulması gereken hız sınırlarını netleştirdiğini görmekteyiz. Yönetmelik, her ne kadar Kanunda “şehiriçi” veya “yerleşim yeri” kavramlarına yer verilmese de kendisini yetkili saymıştır. Bu yetki yokluğuna rağmen Kanunda öngörülen azami sınırları dikkate alan İdare, şehiriçini de kapsayan ve daha kısıtlayıcı mahiyette hız limitlerini Yönetmelikle düzenlemiştir. Bu noktada, Yönetmeliğin Kanuna aykırı olduğu ileri sürülebilir.

Devlet, Kanun ve Yönetmelikle gösterilen hız limitlerinin neler olduğunu işaret levhaları ile araç sürücülerine bildirmek zorundadır. Bir başka ifadeyle Devlet, hangi yerlerin şehiriçi, çift yönlü karayolu, bölünmüş yol veya otoyol olduğunu dikkate alarak, hız sınırlarının değiştiği bölgelere göre işaret levhaları ile o yolda uyulması gereken hız sınırlarını araç sürücülerine bildirmeli, hız limitlerinin neler olduğunu ve nerelerde uygulanacağını gizlememelidir.

İşaret ve levha ile sürücülerin uyarılması konusunda, hız tespiti için radar uygulaması yapılan yerlerin sürücülere bildirilmesi, uyarı işaret ve levhalarının yol güzergahlarına konulmasının gerekip gerekmediği tartışılabilir. Kimisine göre, radar uygulanan yerlerin sürücülere bildirilmesi, bu bildirimin yapılmadığı güzergahlarda sürücülerin aşırı süratli araç kullanmasına neden olur. Kimisine göre de, Devlet hız sınırlarını gerekçe göstermek suretiyle radar uygulamasını her yerde yapmayıp, yol itibariyle özellik taşıyan ve daha dikkatli olmayı gerektiren yerlerde radar uygulamasına başvurması ve bunu da önceden sürücülere bildirmesi gerekir. Hukuk devleti ve sürücülerin bilgilenme hakkı, radar uygulamasının gizlenmemesini, sürücülerin sürekli baskı altına alınmamasını ve Devletin hız sınırlarına uyulup uyulmadığını gizli radar yöntemleri ile tespit ederek, bunu bir mali kaynak haline dönüştürmemesini gerektirir. Biz, hız limitlerinin önceden sürücülere bildirilmesi yükümlülüğünde olduğu gibi, radar uygulamasının önceden bildirilmesinin yasal dayanağının bulunmadığı ileri sürülse de, halkın ve sürücülerin önceden bilgilenme hakkı ve uyarılma zorunluluğu gereğince, radar uygulamasının uyarı işaretleri ile önceden gösterilmesi isabetli olacaktır.

Hukuk devletinin, bireylere bilgi verme yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülük, Karayolları Trafik Kanunu’nun 50. maddesinin 3. fıkrasında net bir şekilde ortaya koyulmuştur. Aksi halde, hız sınırına uymadığından bahisle para cezası ile cezalandırılan sürücü bu cezaya itiraz ettiğinde, hukuka aykırı idari para cezası iptal edilecektir.

Birey itirazını, cezanın kendisine tebliği veya tefhiminden itibaren en geç 15 gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine yapabilir. Yetkili mahkeme, para cezasına konu fiilin işlendiği yer mahkemesidir.

5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 28. maddesinin 10. fıkrasına göre, “Üçbin Türk Lirası dahil idari para cezalarına karşı başvuru üzerine verilen kararlar kesindir”. Hüküm net olarak, başvuru itirazına konu edilen, yani idari yaptırım kararında geçen idari para cezası miktarının esas alınacağını, bu miktarın üç bin Türk Lirası ve altında olması halinde “Başvuru yolu” başlıklı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin sonrasında “İtiraz yolu” başlıklı 29. maddesinin bir kanun yolu olarak kullanılamayacağını, itirazda geçen ve verilmesi ümit edilen idari para cezasının veya idari cezaya konu malvarlığının değerinin dikkate alınamayacağını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu nedenle, “idari para cezası” özelliğini taşıyan, yani yetkili makam tarafından verilmek suretiyle “idari para cezası” olarak nitelendirilebilecek ceza miktarı esas alınarak, “başvuru yolu” adlı kanun yolunun kullanılması sonrasında “itiraz yolu” adlı kanun yolunun açık olup olmadığı tespit edilmelidir. Çünkü uygulamada, itiraz eden İdarenin yüksek idari para cezası talebi veya idari para cezasına konu malvarlığı değerinin yüksekliğinin dikkate alındığı ve Kabahatler Kanunu’nun 28. maddesinin 10. fıkrasının gözardı edildiğine dair örneklere rastlamaktayız. 28. maddenin 10. fıkrasının eleştirilmesi başka, bu hükmün Kabahatler Kanunu’nun 3 ve 4. maddeler uyarınca gereğinin yerine getirilmesi başkadır. Doğru olan da, Kanunun amir hükmünün gereğinin yerine getirilmesidir.

Yukarıda belirttiğimiz üzere; sulh ceza mahkemesinin üç bin Türk Lirası dahil idari para cezasına karşı başvuru üzerine vereceği karar kesindir. İdare veya ilgili kişi, bu karara ayrıca itiraz edemeyecektir. Belirtmeliyiz ki, mahkeme kararına karşı itiraz yolunun üç bin Türk Lirası gibi yüksek bir bedelle sınırlanması yerinde değildir.
Bu bedel sınırlaması, ya olmamalı ya da çok düşük tutulmalıdır. Böylece, bireyin hak arama hürriyeti kısıtlanmamış olur. Her ne kadar bu kısıtlamanın dayanağını, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 7. Ek Protokolü’nün 2. maddesinin 2. fıkrasından aldığı söylense de, bu görüşe katılmadığımızı, en azından itiraza konu edilemeyecek miktarın düşük tutulmasının isabetli olacağını ifade etmek isteriz.

Yazarın Notu: Hız limitlerininartırılmamasının ve para cezalarının miktarının yüksek tutulmasının dayanağı olarak, trafik kurallarına uyulmasını sağlamak ve kazaların önüne geçmek gösterilmektedir. Bunu anlayışla karşılamak mümkün olsa da, hem bu yöntemle tek başına trafik kazalarını önlemek mümkün olamayacağı gibi, hem de kabulü mümkün olmayan hız limitleri ile yüksek para cezalarının uygulanması da doğru ve adaletli değildir. Kuralları hakkaniyete uygun ve orantılı belirlemek, sonrasında da istisnasız uygulamak en doğru olanıdır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www.hukukihaber.netsitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)