I. Genel Olarak

Konut, kişinin kendini güvende hissettiği, dış dünyadan bağımsız olarak yaşamını sürdürebildiği bir alandır. Bu alan, bireyin hayatını düzenlediği, kendine ait sınırlarını belirlediği bir mekândır. Konut dokunulmazlığını mülkiyet hakkının ötesinde insan onurunun bir yansıması ile ele alınmalıdır. Bir kimsenin konutuna izinsiz girilmesi yahut rızası hilafına orada bulunulması, ilk bakışta sadece mekânsal bir müdahale gibi görünse de bundan çok daha öte bir meseledir. Zira kişi, yaşam alanının yalnızca kendisine ait olduğuna inanır ve bu alan üzerinde mutlak bir kontrol hakkına sahip olduğunu düşünür. Hukukun bu kontrolü ihlale karşı koruma sağlaması da bundandır.

Konut kavramı, bireyin fiilen ikamet ettiği evle sınırlı değildir. Bireyin tasarrufu altında bulunan ve onun iradesine tabi herhangi bir taşınmaz, ister bir yazlık ister henüz yerleşilmemiş bir daire olsun, konut statüsünde değerlendirilmeye elverişlidir. Bu noktada, mekânın kullanım sıklığı ya da içinde yaşanıp yaşanmadığı değil; bireyin o mekân üzerinde hâkim bir irade ortaya koyup koymadığı belirleyicidir. Hukuken koruma altına alınan da işte bu iradedir. Zira bir kimsenin konutuna izinsiz olarak girmek yahut rızası dışında orada bulunmanın fiziksel bir sınırı ihlal etmekten ibaret olduğunu söylemek yerinde değildir. Bu tür bir eylem, bireyin özel alanı üzerindeki hâkimiyetine yönelmiş doğrudan bir saldırı niteliği taşımaktadır. Dahası, bu müdahale, bireyin kendisine ait olan sınırlı bir mekânda özgürce var olabilme hakkını zedelediği ölçüde, toplumsal yaşama katılmasının da önünü keser. Bu yönüyle de konut dokunulmazlığı bireyin mahremiyetiyle birlikte özgürlük temelli toplumsal varoluşu güvence altına alan bir kurumdur.

II. Türk Ceza Kanunu’nda Konut Dokunulmazlığı Suçu

Türk Ceza Kanunu’nun 116. maddesi, bireyin yaşam alanı üzerindeki tasarruf yetkisini hukuki koruma altına alır. Maddenin birinci fıkrası şu şekildedir:

“Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Yasa koyucu maddede, konutun ya da eklentilerinin, rızaya aykırı biçimde ihlali suç olarak düzenlenmiştir. İhlal, yalnızca rıza dışı bir girişle sınırlı değildir; rıza ile girilmiş bir konuttan, bu rıza geri çekildiği hâlde çıkmamak da aynı kapsama dâhildir. Nitekim maddenin birinci fıkrasında yer alan düzenleme, iki ayrı fiili kapsar. İlki, mağdurun rızası dışında konuta ya da eklentilerine girilmesidir. İkincisi, başlangıçta mağdurun izniyle girilmiş bir konuttan, rızanın ortadan kalkmasına rağmen ayrılmamaktır. Her iki durumda da ihlal, bireyin konut üzerindeki iradesinin yok sayılmasına dayanır. Fıkradaki suçun oluşması için cebir, tehdit ya da başka bir zorlayıcı unsurun bulunması aranmaz. Zira söz konusu hususlar suçun dördüncü fıkrada düzenlenen ağırlaştırıcı unsurudur. Mağdurun rızasının dışına çıkılması yeterli görülmektedir. Failin, mağdurun izni olmaksızın konuta girmesi ya da verilen rızanın sonradan kaldırılmasına rağmen içeride kalmaya devam etmesi, bu anlamda, hukuken cezai sorumluluk doğurur.

Maddenin ikinci fıkrası, işyerlerine yönelik izinsiz müdahaleleri farklı bir çerçevede ele almaktadır. Hükme göre, “Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.” İşyeri, konuta kıyasla daha az mahrem kabul edilen bir alan olduğundan, buraya yönelik ihlallerde öngörülen ceza alt sınırı da daha düşüktür. Ancak bu işyerinin her alanının herkes için serbestçe erişilebilir olduğu anlamına gelmez. Çalışanlara veya yetkililere özgü bölümlere, açık rıza olmadan girilmesi hâlinde, kişi yine hukuki sorumlulukla karşılaşır. Bu fıkrayla birlikte, bireyin mesleki faaliyetini yürüttüğü işyeri de belirli sınırlar dâhilinde korunmaktadır. Burada esas alınan, işyerinin herkesin serbestçe girebildiği bölümleri ile yalnızca belirli kişilere açık alanları arasında bir ayrım yapılmasıdır. Örneğin bir mağazanın satış alanı, açık rıza aranmaksızın girilmesi mutat olan bir yer kabul edilebilirken; personel odası, muhasebe bürosu ya da depo gibi bölümler bu kapsama girmez. Bu tür alanlara, açıkça izin alınmaksızın girilmesi hâlinde, fiil konut dokunulmazlığı çerçevesinde değerlendirilir. Dolayısıyla, kişinin iş ortamındaki düzenine, sınırlarına ve sınırlı mahremiyet alanına yapılan müdahale, mekânsal bir ihlalden öte hukuki bir ihlal olarak da karşılık bulur.

Maddenin üçüncü fıkrasında, konutun ya da işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanıldığı durumlar için özel bir hükme yer verilmiştir. Buna göre, “Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.” Mezkur düzenleme, birlikte yaşama veya ortak kullanım ilişkisi içinde bulunan kişilerin, birbirlerinin yaşam alanlarına dair belirli ölçüde tasarrufta bulunabilecekleri varsayımına dayanır. Örneğin aynı evde yaşayan iki kardeşten biri, diğerinin bilgisi dışında eve bir başkasını davet etmişse; bu fiil, rıza ile gerçekleştiği ölçüde konut dokunulmazlığı ihlali sayılmaz. Ancak bu tür bir rızanın geçerli olabilmesi için, hukuken meşru bir amaca dayanması gerekir. Uygulamada sıklıkla karşılaştığımız durum evlilik birliği içinde konutun ortak kullanımıdır. Şöyle ki, yalnızca eşlerden birinin rızası ile gerçekleşen konuta girişin geçerliliği, diğer eşin konut üzerindeki hakkını ihlal etmeyecek şekilde yorumlanmalıdır. Eşlerden biri, evlilik dışı bir ilişki yaşadığı kişiyi, diğer eşin bilgisi ve rızası olmadan evlilik birliği içinde kullanılan ortak konuta almışsa; bu durum, hukuken meşru bir amaca dayanmayan rıza olarak değerlendirilir ve konut dokunulmazlığının ihlali suçunu oluşturabilir. Örneğimizi bir adım daha öteye taşıyacak olursak, boşanma davası devam eden bir evlilikte, mahkemece ortak konutun yalnızca bir eşin kullanımına bırakıldığına dair herhangi bir karar bulunmuyorsa, eşlerden her biri konut üzerinde eşit hak sahibidir. Buna rağmen, eşlerden birinin eşin bilgisi dışında ve evlilik birliğini zedeleyici nitelikte üçüncü kişileri konuta kabul etmesi hâlinde, bu tasarrufun meşru rıza olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Başka bir deyişle, rızanın, hakkın kötüye kullanılması biçiminde veya salt zarar verme saikiyle ortaya konmuş olması hâlinde, hukuki koruma ortadan kalkar. Ortak kullanımın niteliği, burada belirleyici bir ölçüttür. Süreklilik arz eden bir kullanım ilişkisi varsa ve kişiler o alan üzerinde birlikte tasarruf yetkisine sahipse, bireylerden birinin rızası yeterli kabul edilir. Ancak geçici ya da sınırlı bir kullanım söz konusuysa, her bir kullanıcının iradesi ayrı değerlendirilmelidir. Bu nedenle, rızanın varlığı kadar, hangi koşullarda ve hangi saikle verildiği de önem taşır.

Maddenin dördüncü fıkrası, konut dokunulmazlığı ihlalinin bazı şekillerine daha ağır ceza öngörmektedir. Hükme göre, “Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Burada suçun işleniş biçimi, cezai sorumluluğun artırılmasına neden olur. Özellikle gece saatlerinde gerçekleştirilen ihlallerde, mağdurun savunma imkânlarının azalması ve güvenlik duygusunun kırılgan hâle gelmesi dikkate alınmıştır. Karanlık, fail açısından eylemi gizlemeyi kolaylaştırırken, mağdurun fark etme ve karşı koyma kapasitesini düşürür. Benzer şekilde, cebir ya da tehdit kullanılarak yapılan müdahaleler, konut dokunulmazlığının ötesinde, kişinin iradesine doğrudan bir saldırı anlamı taşır. Fiziksel güç uygulanması, korku yoluyla baskı kurulması ya da mağdurun bulunduğu yerden zorla uzaklaştırılması, hem eylemin ağırlığını artırır hem de failin kastını daha tehlikeli bir noktaya taşır.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 18.02.1942 tarih ve 21/4 sayılı kararında, evli bir kadının rızasıyla, onunla gayrimeşru birliktelik yaşamak amacıyla konuta girilmesi hâli değerlendirilmiştir. Kurul, meskene girmeye men etme hakkının, Medeni Kanun’a göre aile reisi veya konut üzerinde sükna hakkı olan kişiye ait olduğunu belirtmiş; bu hakkı haiz kişinin zımni rızasının yokluğunun dahi konut dokunulmazlığını ihlal suçu için yeterli olduğunu vurgulamıştır. Eşin rızasıyla konuta girilmiş olsa bile, bu rıza hukuka aykırı bir amacı meşru kılmayacağını nitelendirmiş ve böyle bir durumda kocanın zımni rızasının bulunmadığını, bu nedenle de sanığın konuta girmesinin konut dokunulmazlığının ihlali suçunu oluşturacağını belirtmiş ve bu yönde bir ilke kararı benimsemiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.05.1995 tarihli, 46-170 sayılı kararında, mağdurenin, evli olduğu hâlde telefonla kendisine cinsel içerikli ifadeler kullanan sanığı suçüstü yakalatmak amacıyla gece saatlerinde evine davet etmesi ve sanığın konutun eklentisine girmesi olayı değerlendirilmiştir. Sanıklardan biri mağdurenin konutunun avlusunda yakalanmış, diğeri kaçmıştır. Yerel mahkeme, kadının davetiyle ve rızasıyla sanığın konut eklentisine girdiğini kabul ederek beraat kararı vermiştir. Ancak Genel Kurul, gayrimeşru birliktelik amacıyla yapılan bu davetin meşru bir amaca dayanmadığını, kadının gerçek iradesinin sanıkları yakalatmak olduğunu, ayrıca kocanın rızasının bulunmadığının açık olduğunu belirtmiştir. Kurul, kadının rızası olsa bile, bu rızanın kocanın haklarını ihlal edecek şekilde kullanılamayacağını, bu nedenle konut dokunulmazlığının ihlal edildiğini değerlendirmiştir.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 12.06.2000 tarihli, 2000/4695 E., 2000/5142 K. sayılı kararında, sanığın evli bir kadının rızasıyla onunla cinsel ilişki yaşamak amacıyla konuta girmesi, ancak kadının eşi olan mağdurun bu olay sırasında askerde bulunması durumu değerlendirilmiştir. İlk derece mahkemesi, kadının sanığı eve rızasıyla aldığı gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Ancak Daire, kadının rızasının kocanın yokluğunda verildiği ve meşru bir amaca dayanmadığı, dolayısıyla bu rızanın konut dokunulmazlığına yönelik hukuka aykırı bir fiili meşru kılamayacağı kanaatine varmış ve kocanın askerde olması gibi fiziksel yokluğunun, konut dokunulmazlığını koruma bakımından hakkını ortadan kaldırmadığı, eşin yokluğunda dahi onun rızası dışında yapılan eylemlerin konut dokunulmazlığını ihlal edeceği yönünde hüküm kurarak kararı bozmuştur.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 13.07.2011 tarihli, 2010/9226 E., 2011/25386 K. sayılı kararında, sanığın daha önce telefonla birlikte olmayı teklif ederek taciz ettiği kadının, gece saatlerinde kendisini evine davet etmesi üzerine gerçekleşen olay değerlendirilmiştir. Sanık, kadının evine kadının rızasıyla girmiştir. Ancak kadının eşi olayda mağdurdur. Mahkeme, sanığın konuta girişinde meşru bir amaç taşımadığı, girişin yalnızca kadının rızasına dayalı olduğu, ancak konutta yaşayan eşin de konut üzerindeki haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle konut dokunulmazlığı suçunun 116/3 te belirtilen meşru bir amaç şartının taşınmadığı varmış ve sanığı hem konut dokunulmazlığını bozma hem de cinsel taciz suçlarından mahkûm etmiştir. Tebliğnamede, sanığın eyleminin konut dokunulmazlığını ihlal suçunu oluşturmadığı gerekçesiyle beraatı mütalaa edilmiştir. Daire ise sanığın sadece kadının rızasıyla içeri girmiş olmasının konut dokunulmazlığını ortadan kaldırmayacağı yönünde hüküm kurmuş ve mahkûmiyet kararını onamıştır.

Yargıtay 17. Ceza Dairesi’nin 03.06.2020 tarihli, 2020/6815 E., 2020/7017 K. sayılı kararında, boşanma davası süreci devam eden taraflardan birinin, birlikte yaşanılan ortak konuta, diğer eşin rızasıyla girmesi, ancak içeride üçüncü bir kişinin yakalanması olayında, sanığın, gece saatlerinde kadının rızasıyla eve girdiği, kadının eşinin ise o sırada evde bulunmaması üzerine içeride yakalanan sanıkla kadının arasında bir ilişki olduğu ve bu girişin meşru bir amaca dayanmadığı değerlendirilmiştir. İlk derece mahkemesi, sanığın eylemini hukuka aykırı bulmamış ve konut dokunulmazlığını ihlal suçundan beraat kararı vermiştir. Daire, kadının verdiği rızanın, birlikte yaşanılan ortak konutun diğer sahibi olan eşin hukuki haklarını ihlal edecek nitelikte olduğunu, böyle bir durumda meşru amaçtan söz edilemeyeceğini, ayrıca eşin bu duruma rıza göstermesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu vurgulamış ve sanığın, konuta gece vakti, hukuka aykırı ve meşru olmayan bir amaçla girdiği sabit görüldüğünden, konut dokunulmazlığının ihlali suçunun oluştuğunu belirtmiş ve kararı bozmuştur.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 08.06.2022 tarihli, 2022/1596 E., 2022/11787 K. sayılı kararında, müştekinin cezaevinde bulunduğu dönemde eşiyle birliktelik yaşayan şüphelinin, tarafların birlikte ikamet ettiği konuta, eşin rızasıyla birden fazla kez girerek onunla ilişki yaşadığı olayda yapılan şikayet üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, şüpheli hakkında konut dokunulmazlığını ihlal suçu yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; bu karara yapılan itiraz ise Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiştir. Tebliğnamede, söz konusu eylemin, Yargıtay 17. Ceza Dairesi’nin 03.06.2020 tarihli emsal kararına atıfla, meşru olmayan bir amaçla yapılan girişlerde, evde yaşayan diğer eşin rızasının aranması gerektiği değerlendirilmiştir. Şüphelinin, eşin evli olduğunu bildiği hâlde eve girmesi ve bu eylemin tanık beyanlarıyla da doğrulanmış olması karşısında, suçun unsurlarının oluştuğu ve kamu davası açılmasını gerektirir yeterli şüphenin bulunduğu ifade edilmiş ve Sulh Ceza Hâkimliği’nin itirazı reddetmesini hukuka aykırı bulmuş; kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına karar verilmiştir.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 21.11.2023 tarihli, 2023/19981 E., 2023/7277 K. sayılı kararında, sanığın, evli olan bir kadınla birlikteliği sırasında, kadının eşi olan mağdurun rızası hilafına, birlikte yaşanılan konuta girerek kadının eşiyle aynı konutta cinsel birliktelik yaşadığı olay değerlendirilmiştir. Sanık, evli kadınla olan ilişkisi süresince bu konuta defalarca gitmiştir. Kadının rızasıyla konuta girilmiş olsa da, mağdur konutta fiilen ikamet etmekte olup, eylem onun konut dokunulmazlığı hakkına yönelmiştir. İlk derece mahkemesi, sanığın eve girişinin yalnızca kadının rızasına dayandığını, ancak evde birlikte yaşadığı eşin de bu rızayı vermediğini, ayrıca sanığın konuta meşru bir amaçla girmediğini belirterek, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 116/1 maddesi uyarınca sanığın konut dokunulmazlığını ihlal suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Dairece, sanığın yalnızca kadının rızasına dayanarak konuta girmiş olmasının konut dokunulmazlığını ortadan kaldırmayacağını vurgulanmış; konutta birlikte yaşayan eşin bu duruma rıza göstermesinin varsayılamayacağını, sanığın hukuka aykırı ve meşru olmayan bir amaçla konuta girdiğini belirtilmiş ve mahkûmiyet hükmü onanmıştır.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 13.12.2023 tarihli, 2020/19892 E., 2023/9950 K. sayılı kararında, sanıklar mağdurun kira sözleşmesiyle oturduğu konutun kilidini değiştirip evi bir başkasına devretmiştir. Mağdur, konuta erişimini kaybetmiş; yaşam alanı üzerindeki fiilî kontrolü elinden alınmıştır. Mahkemece söz konusu eylem, konut dokunulmazlığına aykırı bulunmuş ve ilk derece mahkemesince sanıklar bu suçtan mahkûm edilmiştir. Yargıtay kararı onamıştır. Daire, eylemde fiziksel müdahale ya da cebir bulunmasa da, mağdurun iradesi dışında yapılan anahtar değişikliğinin konut dokunulmazlığını ihlal etmek için yeterli olduğunu nitelendirmiştir.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 01.11.2023 tarihli, 2021/16898 E., 2023/8316 K. sayılı kararında, ev sahibi, kira borcunu ödemeyen kiracıyı tahliyeye zorlamak amacıyla konutun kapı kilidini değiştirmiştir. Kiracı, yaşam alanına erişimini kaybetmiş ve konut üzerindeki fiilî denetimi sona ermiştir. İlk derece mahkemesi sanığın eyleminin konut dokunulmazlığı ihlali suçunu oluşturduğuna karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, bu eylemin aynı zamanda “hakkı olmayan yere tecavüz” suçunu oluşturup oluşturmadığını da değerlendirmiş, ancak müdahalenin Türk Ceza Kanunu’nun 116. maddesi kapsamında kalması nedeniyle ayrı bir suç olarak ele alınamayacağına karar vermiştir. Yargıtay, BAM yorumunu isabetli bulmuş ve kararı onamıştır. Daire, fiziki bir giriş olmasa da, mağdurun rızası dışında yapılan kilit değişikliğinin, konut dokunulmazlığını ihlal etmek için yeterli olduğunu belirtmiştir

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 01.11.2023 tarihli, 2021/16908 E., 2023/8311 K. sayılı kararında, sanığın kendisine ait olmayan bir konutun kilidini izinsiz olarak değiştirdiği bir olay değerlendirilmiştir. Bu müdahaleyle mağdurun konuta girişi engellenmiştir. İlk derece mahkemesi, eylemle ilgili yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Ancak Bölge Adliye Mahkemesi, fiilin “hakkı olmayan yere tecavüz” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği görüşüne varmış ve sanığa adli para cezası verilmiştir. Ezcümle sanık tarafından yapılan temyiz başvurusu dairece reddetmiş ve karar kesinleşmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.05.2014 tarihli, 2014/21 E., 2014/272 K. sayılı kararında, henüz içine taşınılmamış bir dairenin konut sayılıp sayılamayacağı hususu irdelenmiştir. Şöyle ki, Temizliği yapılmış, perdeleri takılmış ve bazı eşyaları yerleştirilmiş olan dairede fiilî oturum başlamamıştır. İlk derece mahkemesi, sanığı konut dokunulmazlığı ihlali suçundan mahkûm etmiş; karar Yargıtay Ceza Dairesi tarafından onanmıştır. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, fiilî kullanımın başlamamış olması nedeniyle yerin “konut” olarak kabul edilemeyeceği gerekçesiyle 308. Madde uyarınca itiraz yoluna başvurmuştur. Uyuşmazlık bu itiraz üzerine Ceza Genel Kurulu tarafından incelenmiş, yapılan değerlendirmede, kişinin kullanım iradesiyle şekillenmiş bir mekânın, yalnızca fiilî oturum başlamamış olsa dahi, konut olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Kurul, konut dokunulmazlığının kapsamını daraltacak şekilde sadece sürekli yerleşime indirgenemeyeceğini, bireyin yaşam alanı olarak belirlediği bir yerin de bu korumadan yararlanacağını nitelendirmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 10.06.2013 tarihli, 2013/4365 E., 2013/10808 K. sayılı kararında, tehdit ile konut dokunulmazlığına teşebbüs suçlarının birlikte değerlendirildiği bir olay incelenmiştir. Sanığın, mağdura “Burası bizden sorulur” diyerek tehditte bulunmasının ardından konuta zorla girmeye çalıştığı anlaşılmıştır. İlk derece mahkemesi, tehdidin bağımsız bir suç olarak değerlendirilmesi gerektiği, ancak konuta yönelik eylemin henüz tam olarak gerçekleşmemiş olması nedeniyle konut dokunulmazlığına teşebbüs suçu oluştuğu kanaatiyle hüküm kurmuştur. Yargıtay, tehdidin konut dokunulmazlığı ihlalinin unsuru olarak değerlendirilemeyeceğini nitelendirmiş; her iki fiilin ayrı suçlar kapsamında ele alınması gerektiğine hükmetmiştir.

III. Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma ile Konut Dokunulmazlığı Suçlarının İlişkisi

Konut dokunulmazlığı ihlali ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçları, ayrı düzenlemeler içerir. Ancak bazı durumlarda, aynı eylem her iki hakkı birden ihlal edebilir. Failin rızaya aykırı şekilde konuta girmesi ya da mağduru içeride tutması, hem konut üzerindeki tasarruf yetkisini ortadan kaldırabilir hem de mağdurun hareket serbestisini sınırlayabilir. Aynı fiilin iki ayrı suça yol açıp açmadığı, failin kastı ve eylemin mağdur üzerindeki sonuçları esas alınarak değerlendirilir.

Failin, cebir veya tehdit kullanarak konuta girmesi ya da mağduru içeride tutması, hem konut dokunulmazlığını hem de kişinin özgürlüğünü ihlal eden bir müdahale niteliği taşıyabilir. Kapının içeriden kilitlenmesi, kilidin değiştirilmesi ya da mağdurun fiziksel güçle dışarı çıkmasının engellenmesini yalnızca yaşam alanına yönelik bir müdahale olarak değerlendirmek yeterli olmayabilir. Nitekim sayılan hususlar kişinin kendi bedeni üzerindeki serbestliğini de ortadan kaldırır. Yargıtay, bu gibi durumlarda sadece mekâna yönelik tasarruf hakkının değil, kişinin konuta girme ya da oradan ayrılma özgürlüğünün de ihlal edildiğini belirtmektedir. Hangi suçun oluştuğu, failin amacı ve eylemin mağdur üzerindeki etkisi göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir.

Yargı kararlarında, cebir, tehdit veya hile içeren eylemlerde, konut dokunulmazlığının ihlali ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının birlikte değerlendirilebileceği kabul edilmektedir. Failin, mağdurun yaşam alanına yönelik müdahalesi aynı zamanda onun fiziksel hareket serbestisini de ortadan kaldırıyorsa, her iki suç bakımından sorumluluk doğabilir. Buna karşılık, müdahale yalnızca konuta girme ya da konutta kalma iradesine yönelmişse; yani eylem mağdurun fiziksel serbestisini doğrudan etkilemiyor, sadece konut üzerindeki tasarruf hakkını ortadan kaldırıyorsa, fiil Türk Ceza Kanunu’nun 116. maddesi kapsamında değerlendirilir. Failin cebir veya tehditle hareket etmesi, konut dokunulmazlığı suçu bakımından daha ağır bir yaptırımı gerektirir. Aynı zamanda bu müdahale, mağdurun konuttan çıkma ya da oraya erişme özgürlüğünü ortadan kaldırıyorsa, kişinin hürriyetinin de ihlal edildiği kabul edilebilir.

Eylemin hangi suç kapsamında değerlendirileceği, ihlalin sonuçlarına ve bu sonuçların birbirinden bağımsız olarak doğup doğmadığına göre belirlenir. Failin fiili, hem konut dokunulmazlığını hem de özgürlük hakkını aynı anda ortadan kaldırıyorsa, her iki suçun da oluştuğu kabul edilir. Ancak suçlardan biri, diğerinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmişse, uygulamada yalnızca daha ağır yaptırımı içeren suç üzerinden hüküm kurulmaktadır.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 30.10.2023 tarihli, 2020/17327 E., 2023/8134 K. sayılı kararında, bir evin kapı kilidinin değiştirilmesi ve mağdurun dışarı çıkmasının engellenmesi durumunda konut dokunulmazlığı ile kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının birlikte işlenip işlenmediği hususu nitelendirilmiştir. Şöyle ki sanığın, mağdurun hareket özgürlüğünü kısıtlayacak şekilde kapıya zincir taktığı ve tehditte bulunduğu olayda, mahkeme sanığa kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan hapis cezası, tehdit suçundan ise adli para cezası vermiştir. Yargıtay, bu fiillerin ayrı suçlar oluşturduğu kanaatiyle kararı onamıştır.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 29.06.2010 tarihli, 2010/110 E., 2010/161 K. sayılı kararında, failin bir konutun kapısını cebir kullanarak açtığı, gece saatlerinde içeri girdiği ve mağdurun konutu terk etmesini engellediği bir olay incelenmiştir. Mahkemece, fiillerin mala zarar verme, konut dokunulmazlığını ihlal ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını birlikte doğurduğu değerlendirilmiştir. Daire, olayda her bir fiilin bağımsız suç olarak değerlendirilebileceğini; ancak bazı eylemlerin diğer suçların ayrılmaz parçası hâline geldiği durumlarda ayrı bir hüküm kurulamayacağını belirtmiştir. Kapı kilidinin kırılması şeklinde gerçekleşen mala zarar verme, kişinin hürriyetini sınırlayan eylemin bir unsuru olarak kabul edilmiş; bu nedenle bu fiil bakımından ayrıca ceza verilmemiştir. Mala zarar verme suçuna ilişkin mağdurun şikâyetten vazgeçmesi üzerine bu yön bakımından dava düşürülmüş, diğer iki suçtan ise mahkûmiyet hükmü kurulmuştur.

IV. Sonuç

Türk Ceza Kanunu’nun 116. maddesi, bireyin yaşam alanı üzerindeki tasarruf hakkına yönelik temel güvencelerden biridir. Bu koruma, fiziki sınırın ötesinde, konuta ilişkin rızanın ihlaline dayanır. Fiilen girilmemiş olsa dahi, mağdurun iradesi hilafına yapılan müdahaleler konut dokunulmazlığı ihlali kapsamında değerlendirilebilir. Ceza sorumluluğu için cebir veya tehdidin varlığı şart değildir; rızaya aykırı bir müdahale yeterlidir.

Kanaatimizce, konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliğini korumanın ötesinde bireyin kendine ait bir alanda özgürce yaşama imkânını da güvence altına almaktadır. Zira insan, ancak sınırlarını kendisinin belirlediği bir mekânda tam anlamıyla özgür hissedebilir. Bu sınırlara yönelik her türlü müdahale mahremiyetten öte bireysel özgürlüğün de zedelenmesine yol açmaktadır. Konut üzerindeki hâkimiyetin kaybı, kişinin toplum içindeki güven duygusunu ve yerini doğrudan etkiler. Bu nedenle konut dokunulmazlığına yapılan her müdahale bireyin yaşam tarzına ve kişisel alanını belirleme hakkına da temas eder. Yukarıda değindiğimiz birtakım eylemler, hem konut hakkını hem de bireyin özgür hareket etme hakkını aynı anda ortadan kaldırabilecek niteliktedir. Ezcümle, konut dokunulmazlığının ihlaline ilişkin değerlendirmelerde eylemin işleniş biçimi ile fiilin bireyin konut hakkı üzerindeki etkisi de esas alınmalıdır.