Giriş
Cinsiyet fark etmeksizin kadına veya erkeğe karşı şiddet, toplumun vicdanında derin yaralar açan ve ciddi sosyal sonuçlar doğuran bir sorun olmakla birlikte son dönemde da şiddet oranlarının ne denli arttığı tartışmasız bir gerçektir. Bu nedenle devletin şiddeti önlemeye yönelik olarak alacağı tedbirler hem anayasal hem de uluslararası yükümlülükler çerçevesinde zorunludur. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da bu çerçevede yürürlüğe girmiştir. Ancak uygulamada, kanunun suistimale açık yönleri nedeniyle hem mağdur hem de karşı taraf açısından önemli hak ihlalleri yaşanabilmektedir. Makalemizde 6284 sayılı Kanun’un uygulanmasında koruma tedbirlerinin gerekliliği ile kötüye kullanım potansiyeli arasındaki hassas dengeyi değerlendirdik.
1. Koruma Tedbirlerinin Hukuki Dayanağı ve Uygulama Alanı
6284 sayılı Kanun’un amacı, şiddet mağduru bireylerin korunması ve şiddetin önlenmesidir. 6284 Sayılı Kanunun Amaç, Kapsam Ve İlkeler Başlıklı 1. Maddesinin ilk fıkrası; "Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir." şeklindedir. Kanunda yapılan tanımlarda da aile fertleri ve kadının yanında cinsiyeti ne olursa olsun "bu kanunda tanımlanan tutum ve davranışlarda doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan kişi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişiler" de şiddet mağduru sayılmıştır. Kanun, şiddet mağdurlarının başvurusuna dayanarak gecikmeksizin geçici koruma tedbirlerinin alınabilmesine imkân tanır. Tedbir kararları çoğu zaman tek taraflı dinleme usulüyle alınmakta, mağdurun beyanı esas kabul edilmektedir. Esasen bu yöntem mağdurun maruz kaldığı hak ihlallerini kaldırmakta ve etkin bir koruma sağlamaktadır. Uygulamada özellikle psikolojik ve fiziki şiddet mağdurları lehine uzaklaştırma ve iletişim yasağı kararları sıklıkla uygulanmaktadır. Bu kararların alınması çoğu zaman ihtiyatlı bir yaklaşımla değerlendirilmekte olup, önleyici nitelikleri ön planda tutulmaktadır.
Koruma kararlarının mağdura uygulanan şiddeti engelleyip engellemediği hususuna bu makalemizde yer vermediğimizi belirtmekle birlikte uygulamada kararlar yalnızca mağdur kendisi lehine verildiğinden mağdurun akrabaları-arkadaşları vasıtası ile genellikle şiddete devam edildiğini ve esasen hukukun dolanıldığını belirtmek isteriz.
2. Kadına Karşı Şiddet ve Devletin Pozitif Yükümlülüğü
Kadına karşı şiddetle mücadelede devletin en önemli sorumluluğu, bireyleri üçüncü kişilerden koruma yükümlülüğüdür. Bu yükümlülük, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Opuz/Türkiye kararı ile açıkça ortaya konmuştur. Mahkeme, Türkiye’yi kadına yönelik şiddeti önleyemediği, yeterli koruma sağlamadığı ve etkili soruşturma yürütmediği gerekçesiyle mahkûm etmiştir. Bu karar, 6284 sayılı Kanun’un hayata geçirilmesinde etkili olmuştur. Ancak bu yasal düzenlemenin etkin uygulanmaması hâlinde, benzer ihlallerin yeniden yaşanması kaçınılmazdır.
3. Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar ve Koruma Tedbirlerinin Suistimali
Her ne kadar amaç şiddet mağdurunu korumak olsa da uygulamada bu mekanizma, bazı durumlarda kötüye kullanılmakta; karşı tarafın konut dokunulmazlığı, ebeveynlik hakları ve sosyal hayatı ciddi biçimde etkilenmektedir. Özellikle boşanma veya velayet davalarıyla paralel yürüyen süreçlerde, eşlerden birinin diğerini baskı altına almak ya da stratejik üstünlük sağlamak amacıyla koruma kararı aldırdığı örneklerle sıklıkla karşılaşılmaktadır. Bu tür durumlar, adil yargılanma hakkı ile bireyin lekelenmeme hakkı bakımından sorun teşkil etmekte; koruma tedbirleri bu tür durumlarda adeta cezai yaptırıma dönüşmektedir.
3. Ceza Hukuku Bağlamında Değerlendirme
Koruma tedbirlerinin açık şekilde kötü niyetli olarak talep edilmesi ve alınması hâlinde, başvuran kişi hakkında ceza hukuku kapsamında çeşitli suç tipleri gündeme gelebilir. Özellikle TCK m. 267 kapsamında iftira suçu, TCK m. 125 uyarınca hakaret ve TCK m. 123 kapsamında huzur ve sükûn bozma suçlarının gündeme gelmesi mümkündür. Bu noktada önemli olan, başvurunun gerçek dışı beyanlara dayanıp dayanmadığıdır. Uygulayıcıların bu konuda titiz davranmaları ve gerekirse resen inceleme yapılmasını sağlamaları gerekmekte olduğu kanaatindeyiz.
4. Anayasal ve Uluslararası Hukuk Açısından Denge
Devletin şiddet mağdurunu koruma yükümlülüğü Anayasa’nın 5. ve 17. maddeleri ile AİHS’in 2. ve 3. maddeleri çerçevesinde tanınmış pozitif bir yükümlülüktür. Ancak bu yükümlülük, karşı tarafın adil yargılanma, savunma ve özel hayatın gizliliği gibi temel haklarını ortadan kaldırmaz. Bu nedenle koruma tedbirleri uygulanırken ölçülülük ve orantılılık ilkeleri titizlikle gözetilmelidir. Aksi takdirde, uygulama hukuki güvencelerden uzaklaşmakta ve keyfîliğe kapı aralamaktadır.
5. Uygulamaya Yönelik Öneriler
- Koruma kararlarının verilmesinde somut olay ve taraflar arasındaki dosya durumu gözetilerek bazı durumlarda delil aranmaksızın uygulama yapılması yerine, asgari düzeyde objektif emareler aranmalıdır.
- Kolluk ve mahkemenin kendisi de başvurucunun beyanını destekleyen somut emareleri araştırmalıdır.
- Kötüye kullanım şüphesi doğuran başvurularda savcılık makamı tarafından re’sen soruşturma açılmalıdır.
- Uzaklaştırma kararlarının infazı denetlenmeli, ihlaller etkili biçimde cezalandırılmalıdır.
- Yargı mensuplarına, 6284 sayılı Kanun’un uygulanmasına ilişkin özel eğitimler verilmelidir.
-İstanbul Sözleşmesi’nin temel ilkeleri göz ardı edilmeden, birey hakları arasında denge kurulmalıdır.
- Uzaklaştırma kararlarının infazı, yalnızca tebliğle sınırlı bırakılmamalı; mağdurun korunup korunmadığı ve kararın fiilen uygulanıp uygulanmadığı takip edilmelidir.
Sonuç
6284 sayılı Kanun, Türkiye’nin toplumsal gerçekliklerine uygun biçimde insanlara yönelik şiddeti önleme amacıyla çıkarılmış önemli bir düzenlemedir. 6284 sayılı Kanun’un uygulamasında amaç, şiddeti önlemek ve mağduru korumaktır. Ancak bu koruma mekanizması, objektif ölçütler yerine somut olaya bakılmaksızın yalnızca beyana dayandırıldığında, adil yargılanma ilkesi zarar görmektedir. Hukuki güvenliğin sağlanabilmesi için devlet, hem şiddet mağdurunu korumalı hem de masum bireyleri cezai süreçlerden koruyacak adil bir yargılama süreci yürütmelidir. Bu bağlamda, hukuk devletinin temel ilkeleri olan adalet, hakkaniyet ve ölçülülük ilkeleri ışığında dengenin kurulabilmesi için uygulamaların gözden geçirilmesi ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gereklidir.