Kurultayda yapılan seçim hakkında açılan iptal davasında davacı, kurultaya irade fesadı karıştırıldığını iddia etmektedir. Davacı; başkanın seçimi kazandığını, fakat kurultayda oy kullanan bir kısım delegenin iradesinin fesada uğradığını ve bu durumun seçim sonucunun etkilediği ileri sürmektedir.
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu m.21/10’a göre; “Seçimin devamı sırasında yapılan işlemler ile tutanakların düzenlenmesinden itibaren iki gün içinde seçim sonuçlarına yapılacak itirazlar hakim tarafından aynı gün incelenir ve kesin olarak karara bağlanır”. Seçim sırasında herhangi bir usulsüzlüğün tespiti halinde, süre kaçırılmadan bu hüküm gereğince hareket edilmelidir.
Yukarıda yer alan iddia ile ilgili Siyasi Partiler Kanunu’nda bir hüküm bulunmadığından, Özel Hukuka göre uyuşmazlığın çözümü yoluna gidilmelidir.
1- Delegelerin İradelerinin Sakatlığı İddiası
İlgili iddianın gerçek olduğu, yani delegenin iradesinin menfaat karşılığı fesada uğratıldığı iddiası kabul edildiğinde, bu durumun seçimde oy kullanan delegelerin iradesini sakatladığı söylenemez, çünkü delegelerin iradeleri beyanlarına uygun şekilde gerçekleşmiştir. Delegelerin bir adaya oy kullanma yönünde iradeleri; yanılma, aldatılma veya korkutulma ile etkilenmemiştir. Örneğin; delegelerden birisi silah zoruyla, yani tehditle bir aday lehine oy kullanmak zorunda kalsaydı, bu halde korkutmadan bahsedilebilirdi veya bir başka kişi delegeyi aldatarak, aslında oy kullanmak istemediği kişi lehine oy kullanmasına neden olsaydı, bu halde aldatmadan bahsedilebilirdi. Uyuşmazlıkta delegelerin iradeleri aldatma, korkutma veya yanılma nedenleriyle sakatlandığına yönelik somut herhangi bir delil ve tespit olursa, delegenin iradesinin beyanına uygun şekilde gerçekleşmediği, bu nedenle iradesinin fesada uğratıldığı söylenebilir. Bir aday lehine oy kullanmanın karşılığında menfaat elde etme iddiası, delegenin iradesinin oluşumuna etki eden bir sebep olsa dahi, bu etki aldatma, yanılma veya korkutma niteliğinde iradesi dışında ortaya çıkmamaktadır. Delege iradesi; aldatma, korkutma veya yanıltma ile fesada uğratılmadığında, menfaat karşılığı oluştuğu söylenen delegenin iradesi ile beyanı arasında bir uyumsuzluk olmadığından, burada kabul edilen anlamı ile delegenin iradesinin fesada uğratıldığı söylenemeyecektir. Aldatma, korkutma veya yanıltma dışında kalan irade etkilenmesi, kararın iptali için hukuki dayanak oluşturmaz.
Menfaat karşılığı delegenin iradesinin değiştirilmesi ilk bakışta iradenin fesada uğratıldığı gibi gözükmekle birlikte, esasen burada iradenin ve beyanın oluşumuna etki eden delegenin dış dünyaya dair tasavvuru gerçeğe uygun olmakta, dış dünyaya yansıyan beyan ve irade arasında olumsuzluk bulunmamaktadır. Dış dünyaya yansıyan beyan ile iradenin oluşumu örtüşmektedir. Bu irade uyumunun ve oluşumunun menfaat karşılığında sağlanması; etik bulunmayabilir, bağlayıcı sözleşme olarak kabul edilmeyebilir, ahlaki bakımdan geçersiz sayılabilir, hatta 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 112. maddesinde yer alan “yapılan oylamalara ve bu oylamaların sayım ve dökümüne hile karıştıranlar” tanımlaması ile oylamaya hile karıştırılması suçu da sayılabilir, ancak bunların hiçbirisi iradenin aldatılma, korkutulma veya yanıltılma yolu ile bozulması şeklinde değildir, çünkü bu üç durumda delegenin iradesi elinde olmayan sebeple bozulmakta, fakat menfaat ilişkisi kurulduğunda ise delegenin iradesi özgür şekilde oluşmaktadır. Esasen irade, menfaat ilişkisinden önce de aynı yönde olabilir. Diğerinde, yani aldatma, korkutma veya yanıltmada iradenin fesada uğratıldığı, yani irade sahibinin elinde olmayan sebeple bozulduğu kabul edilir.
Menfaat karşılığı irade etkilenmesi à İrade sıhhatli, burada sorun olmaz.
Aldatılma, korkutulma ve yanıltılmada à İrade sıhhatli değil, sakattır, sözleşme olsa iptale tabidir, karar olsa kararın sıhhatini etkiler, fakat bu durumda karar yeter sayısına etki edip etmediğine bakılmalı, etki etmişse kararın iptali yoluna gidilebilir.
2- Aldatılma, Korkutulma, Yanılma Hallerinde İrade Var mıdır, Yok mudur?
Aldatma, korkutma veya yanıltmada irade vardır, fakat iradenin oluşumu fesada uğratıldığından, yani bozulduğundan irade sakatlığı gündeme gelir. Burada irade var olmakla birlikte, sıhhatli değildir.
Bir an için delegenin iradesinin fesada uğradığı iddiasının, iradenin yokluğunu da kapsadığı ileri sürüldüğünde; delegelerin iradelerinin fiilen var olması ve oy kullanmaları, iradelerin yoklukla malul olmadığını ortaya koyar, aksi düşünce isabetsizdir, çünkü delegelerin fiilen oy kullanma yönünde iradeleri varsa, bu irade hukuken yok hükmünde sayılamaz.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.83/1’de, toplantıya katılanlar için karar tarihinden itibaren bir aylık kesin iptal süresi öngörülmüştür. Bu sürenin gözardı edilebilmesi için, karar yeter sayısını etkileyen yokluğa ihtiyaç vardır. Yokluğun olmadığı durumda; aldatma, korkutma veya yanıltma suretiyle iradenin fesada uğratıldığı durumda, bu süre kaçırılmışsa ortada geçerli iptal sebebi olsa bile kararın iptali gündeme gelmez, çünkü davanın süreden reddi gündeme gelir. Ancak yokluk varsa; yani bir delegenin yerine bir başkası oy kullanmışsa veya hiç davet edilmediğinden toplantıya iştirak edememişse, bu durumda TMK m.83/3 uyarınca süreye tabi olmayan yokluğun tespiti davası gündeme gelir.
İradelerin hukuken yok hükmünde olması; karar yeter sayısının sağlanamamasına neden oluyorsa, bu halde genel kurul kararının yoklukla malul olduğunu ve süreye tabi olmaksızın yokluğun tespitinin istenebileceğini söyleyebiliriz. Ancak bu sonuç için olmazsa olmaz şart, delegelerin iradelerinin yok hükmünde olduğunun tespitidir.
Karar yeter sayısının sağlanamamasına rağmen alınan kararların yok hükmünde olduğu hususu Yargıtay’ın son dönem kararına dayanmaktadır. Bu kararda genel olarak toplantı ve karar nisabı sağlanmadan alınan kararların süreye tabi olmaksızın açılacak bir dava ile yok hükmünde olduğunun tespit edilebileceği belirtilmektedir:
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 07.07.2020 tarihli, 2017/18-2046 E. ve 2020/527 K. sayılı kararına göre; “19. Genel kurulda alınan kararlara karşı çeşitli dava yollarına başvurmak mümkün olup, genel kurul kararlarına karşı iptal davası açılması bu yollardan bir tanesini oluşturmaktadır ( 5352 s. Dernekler Kanunu m. 32, 4721 s. TMK m. 83 ). Buna göre, yokluk ve geçersizlik halleri dışında kalan sakatlıklarda genel kurul kararları iptal edilebilirlik yaptırımına tabi olmaktadır…Diğer yandan, genel kurul toplantısına çağrılması gereken üyelerin çağrılmamaları nedeniyle gelememeleri halinde, toplantı ve karar nisabını etkiliyorsa bu durum, kararın yok sayılmasını gerektirir. Bu nitelikteki kararların yokluğunun tespiti için açılacak dava da herhangi bir süreye tabi değildir”.
Siyasi Partiler Kanunu m.14/9’a ve m.15/1’e göre, karar yeter sayısı toplantıya katılan delegelerin salt çoğunluğudur. İradesi fesada uğratılanların veya yoklukla malul olduğu söylenenlerin sayısı, karar yeter sayısını etkilemediği takdirde, seçimli toplantıda alınan karar bundan etkilenmez. Karar yeter sayısı etkilendiğinde; irade fesada uğratılarak bu etkileme olmuşsa iptal kararı ileri dönük verileceğinden, hukuki yarar olmayacak ve geriye dönük bir olumsuzluk yaşanmayacaktır.
İradenin yoklukla malullüğü gündeme gelmişse, kararın baştan itibaren yokluğu gündeme gelir. Dava sonuçlanmadan yeni bir seçimli kurultay yapılmışsa; delege iradesi ile ilgili karar yeter sayısını etkileyen yoklukla maluliyetin sonucu, ilk kurultayda alınan kararları ve bundan sonra yapılan tüm işlemleri etkileyecek, fakat usule uygun yapılan yeni kurultayın seçimini ve sonuçlarını etkilemeyecektir.
Davacının iddiası, sadece delegelerin iradelerinin yok hükmünde olması ve bu durumun karar yeter sayısını etkilemesi halinde hukuki karşılık bulur. Aksi takdirde; hem Siyasi Partiler Kanunu m.21/10 gereği sürelerin geçmiş olması ve hem de Özel Hukuk hükümlerine göre, burada delegelerin iradelerinin sıhhatini etkileyen bir durum olmaması nedeniyle seçimin her hal ve şartta geçerli olduğu kabul edilmelidir.
3- Ceza Hükümleri Açısından Değerlendirme
Belirtmeliyiz ki; siyasi partilerle ilgili esasların Siyasi Partiler Kanunu’nda düzenlediği, Kanunun 112. maddesinde siyasi parti seçimlerinde oylamaya hile karıştırılması suçunun tanımlandığı, cezasının da 1 yıldan 3 yıla kadar hapis olarak öngörüldüğü, bunun dışında siyasi partiler ile ilgili olmayan Cumhurbaşkanı, milletvekili, il genel meclisi üyeliği, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği, muhtarlık, ihtiyar meclisi üyeliği, ihtiyar heyeti üyeliği seçimleri ile Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halk oyuna sunulmasında 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un uygulanacağı, bu Kanunun 152. maddesinde belirtilen seçimlerde haksız oy temini suçunun düzenlendiği, menfaat karşılığında seçmeden oy elde etmenin suç sayıldığı, ancak bu suçun siyasi partilerle bir ilgisinin bulunmadığı,
Yukarıda yaptığımız Özel Hukuk değerlendirmesinde; Siyasi Partiler Kanunu m.112’de tanımlanan suçun varlığı halinde bundan siyasi partide yapılan seçimi etkilemeyeceği sonucuna varılabileceği, ancak yoklukla maluliyet olmasa bile oylamaya hile karıştırılması suçunun işlendiğinin sabit olması durumunda hileli hareketin seçimin sonucunu etkilediğinin tespit edildiğinde, bunun yapılan seçimin ileri dönük iptaline yol açabileceğinin ileri sürülebileceği,
Bununla birlikte; yukarıda yer verdiğimiz diğer görüşe göre, Özel Hukuk yönünden açılan davanın oylamaya hile karıştırılması suçu ile ilgili yapılan yargılamayı beklemeyeceği, çünkü oylamaya hile karıştırılmasının seçim sonucunu etkileyen bir irade fesadı sayılamayacağı, bunun suç olmasının sonucu değiştirmeyeceği, ancak iradeyi fesada uğratan aldatma, korkutma veya yanıltma veya iradenin yoklukla malul sayılacağı delegenin yerine bir başkasının oy kullanması veya delegenin seçime davet edilmemesi hallerinde, seçimin ileri dönük iptalinin veya geriye dönük yoklukla maluliyetinin gündeme geleceği,
Düşünülmelidir.
Kanaatimizce; Ceza Hukukunun suç saydığı ve ceza yargılamasına konu olan bir fiilin maddi vaka yönünden tespitinin ve hukuka aykırılığın Özel Hukuk yargılamasını etkileyeceği ifade edilmelidir. Ancak bu görüş mutlak değildir. Özel Hukuk alanında devam eden yargılama kendi usul kurallarına göre mecranında ilerleyebilir. Somut olayda, oylamaya hile karıştırılması ile delegenin oluşan iradesinin sakatlığının seçime etkisi konusu birbirinden ayrı değerlendirilmelidir. Çünkü Siyasi Partiler Kanunu m.112’de veya diğer maddelerde, oylamaya hile karıştırılması durumunda yapılan seçimin hukuki durumu ile ilgili bir düzenlemeye gidilmediği, bu hususun 1630 sayılı Dernekler Kanunu’na ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre çözülmesi gerektiği izahtan varestedir.
4- Sonuç
- Delegelerin iradelerinin fesada uğradığı iddiası iki ayrı açıdan incelendiğinde; birincisi irade sakatlığı hali olup, delegelerin iradelerinin aldatma, yanılma veya korkutma altında oluşup oluşmadığına,
- İkincisi; delegelerin iradelerinin yoklukla malul olup olmadığına, yani delegelerin iradelerinin hukuken mevcut olup olmadığına,
- Delegelerin iradelerinin bir an için yoklukla malul olduğu söylendiğinde, bu durumun karar yeter sayısını etkileyip etkilemediğine,
Bakılmalıdır. Ayrıca; delegelerin menfaat karşılığında oylarını farklı yönde kullandıkları tespiti halinde, sırf bu nedenin kurultayda alınan kararın sıhhatini etkilemeyeceği dikkate alınmalıdır.
(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)