I. Kişisel Veri Kavramı

Özel Hukukta Kişisel Veri ve Verilerin İşlenmesi

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun kabul edilmesi ile birlikte Kanunun “Tanımlar” başlıklı 3/1-d maddesinde “kişisel veri” tanımı[1] öngörülmüştür. Hükme göre; kişisel veri kimliği belli veya belirlenebilir gerçek kişiye ait her türlü bilgidir. Hükmün gerekçesinde; “Kişisel veri, kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade etmektedir. Bu bağlamda sadece bireyin adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi onun kesin teşhisini sağlayan bilgiler değil, aynı zamanda kişinin fiziki, ailevi, ekonomik, sosyal ve sair özelliklerine ilişkin bilgiler de kişisel veridir. Bir kişinin belirli veya belirlenebilir olması, mevcut verilerin herhangi bir şekilde bir gerçek kişiyle ilişkilendirilmesi suretiyle, o kişinin tanımlanabilir hale getirilmesini ifade eder. Yani verilerin; kişinin fiziksel, ekonomik, kültürel, sosyal veya psikolojik kimliğini ifade eden somut bir içerik taşıması veya kimlik, vergi, sigorta numarası gibi herhangi bir kayıtla ilişkilendirilmesi sonucunda kişinin belirlenmesini sağlayan tüm halleri kapsar. İsim, telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgiler gibi veriler dolaylı da olsa kişiyi belirlenebilir kılabilme özellikleri nedeniyle kişisel verilerdir.” denilerek, kişisel verilerin tahdidi olmadığı ve somut olayda bir gerçek kişinin doğrudan veya dolaylı olarak tespitini sağlayan her türlü bilginin kişisel veri olabileceği açıklanmıştır.

Boşanma davalarında genellikle kullanılan veriler, eşin sesi, görüntüleri veya bir üçüncü kişiyle olan yazışmalarında veyahut mektuplarındaki verilerdir. Bu veriler eşe ait ise veya eşin kimliğini belirlenebilir kılıyorsa, KVKK m. 3 kapsamında kişisel veri niteliğinde olacaktır.

KVKK’nın “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine göre; “Kişisel verilerin işlenmesi: Kişisel verilerin tamamen veya kısmen otomatik olan ya da herhangi bir veri kayıt sisteminin parçası olmak kaydıyla otomatik olmayan yollarla elde edilmesi, kaydedilmesi, depolanması, muhafaza edilmesi, değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi, açıklanması, aktarılması, devralınması, elde edilebilir hâle getirilmesi, sınıflandırılması ya da kullanılmasının engellenmesi gibi veriler üzerinde gerçekleştirilen her türlü işlemi ifade eder”. Hükmün gerekçesine göre; kişisel verilerin işlenmesi kavramı geniş bir alanı kapsamaktadır. Buna göre kişisel verilerin işlenmesi, verilerin ilk defa elde edilmesinden başlayarak veriler üzerinde gerçekleştirilen tüm işlem türlerini ifade etmektedir. Görüldüğü üzere; kişisel bir verinin öğrenilmesi, alınması, kopyalanması, dağıtılması, silinmesi gibi her türlü işlem kişisel verinin işlenmesi anlamına gelmektedir. Eşin diğer eşin verilerini elde etmesi, koruması, saklaması, üçüncü kişilere aktarması gibi işlemlerde kişisel verinin işlenmesinden bahsedilecektir. Boşanma davalarında çoğunlukla, eşlerden biri diğer eşin rızası olmaksızın eşe ait verileri elde etmekte, saklamakta, depolamakta ve bunu mahkemeye sunmaktadır. Herhalde bu işlemlerin her biri kişisel verinin işlenmesi faaliyeti olarak değerlendirilecektir.

II. Kişisel Verilerin Elde Edilmesinde Hukuka Aykırılık ile Kişisel Verilerin Boşanma Davalarında Kullanılması

KVKK’nın “Kişisel verilerin işlenmesi” başlıklı 5. maddesinde özel nitelikli olmayan kişisel verilerin işlenme şartları sayılmıştır. Buna göre;

“Kişisel verilerin işlenme şartları

MADDE 5- (1) Kişisel veriler ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemez.

(2) Aşağıdaki şartlardan birinin varlığı halinde, ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın kişisel verilerinin işlenmesi mümkündür:

e) Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması.

…”

Bu hükme göre; bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması halinde ilgili kişinin açık rızası olmaksızın kişisel veriler işlenebilecektir. Boşanma davalarında, eşlerden birisi diğer eşin kişisel verilerini onun rızası olmaksızın elde etmekte, bu verileri boşanma davasında haklılığını veya kusurlu olmadığını ispatı amacıyla kullanabilmektedir.

Eşlerden birisinin diğer eşin kişisel verisini onun rızası olmaksızın boşanma davasında ispat vasıtası olarak kullanması, eşin savunma hakkı ve bu kapsamda ispat hakkını kullanması ile doğrudan ilgilidir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.189, davada tarafların ispat hakkını düzenlemiştir. Buna göre;

İspat hakkı

MADDE 189- (1) Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.

(2) Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.

…”

HMK m.189 II dikkate alındığında, acaba eşlerden birinin diğer eşin rızası olmadan elde ettiği ispat vasıtalarını davda kullanması, KVKK m.5 II (e) çerçevesinde hukuka uygun bir delil olarak değerlendirilebilecek ve HMK m.189 II’nin kapsamı dışına çıkarılabilecek midir?

Yargıtay Hukuk Dairesi’nin, eşler arasında boşanma davalarında, eşlerden birinin rızası olmaksızın elde edilen Whatsapp yazışmaları, elektronik posta çıktıları veya Facebook yazışmaları ile CD ve benzeri ispat vasıtalarının hukuka aykırı delil olduğunu kabul ettiği görece kararları[2] olduğu gibi aksi yönde kararları da mevcuttur.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2359/3302 24.06.2020 tarihli kararında; “Mahkemece davacı-karşı davalı kadın tarafından dosyaya delil olarak sunulan CD hükme esas alınarak davalı-karşı davacı erkeğe sadakatsiz davrandığı vakıası kusur olarak yüklenilmişse de, CD'nin erkeğin ‘Özel hayatının gizliliği’ ihlal edilmek suretiyle hukuka aykırı yolla elde edildiği anlaşılmaktadır. Hukuka aykırı delil hükme esas alınamaz. CD'nin hukuka aykırı delil niteliğinde olması sebebiyle davalı-karşı davacı erkeğe sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış vakıasının kusur olarak belirlenmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir”. Aynı yönde bkz. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 10.03.2016 tarihli ve 2015/12257 E., 2016/4800 K. sayılı kararı (Kazancı).

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 16.09.2019 tarihli, 2019/1601 E. ve 2019/8698 E. sayılı kararına göre; “Bunun yanında, davalı-karşı davacı erkeğin fiili ayrılık döneminde üçüncü bir kişi ile yaptığı yazışmaların davacı-karşı davalı kadın tarafından ne şekilde elde edildiği belli olmadığından, hukuka aykırı olan bu delile itibar edilerek davalı-karşı davacı erkeğe kusur yüklenmesi yerinde olmamıştır”. Yargıtay kararlarında görüldüğü üzere, delilin hukuka aykırı delil olarak nitelendirilmesinde elde ediliş şeklinin önemli olduğu da görülmektedir.

Aksi yönde Yargıtay kararlarında ise, diğer eşe ait kişisel verilerin ispat vasıtası olarak kullanılması hukuka aykırı delilin kullanılması olarak nitelendirilmemiştir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 20.10.2008 tarihli, 2007/17220 E. 2008/13614 K. sayılı kararına göre; “O nedenle, evlilikte, evlilik birliğine ilişkin yasal yükümlülükler alanı, eşlerin her birinin özel yaşam alanı olmayıp, aile yaşamı alanıdır. Bu alanla ilgili de eşlerin tek tek özel yaşamlarının değil bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığı önem ve öncelik taşır. Bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekanı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek, eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tespit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz”.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.09.2002 tarihli, 2002/2-617 E. 2002/648 K. sayılı kararında; Ortak yaşanan evde bulundurulan not defterinin elde edilmesinde, hukuka aykırılık yoktur. Hukuka aykırı olarak elde edilen delilin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda da geçerli olan dürüstlük kuralı esas alınarak karar verilmeli ve bu konuda her somut olayda değerlendirme yapılmalıdır. Bu konuda ihlal edilen kanun hükmü ile ispatlanmak istenen menfaat arasında amaca uygunluk hususu da esas alınmalıdır. Diğer taraftan gizli şekilde ele geçirilen tüm deliller hukuka aykırı delil olarak değerlendirilmemelidir… Öncelikli olarak hayatın gizliliğinin korunması esas olmalıdır. Ancak somut olayın özelliği bu genel görüşten ayrılmayı gerektiren istisnalar içermektedir. Kullanılan deliller çalınmış, tehdit ya da zorla elde edilmiş ise burada hukuka aykırılık vardır. Hukuka aykırı yollardan elde edilmemiş deliller ise yasak bir delil olarak değerlendirilemez. Boşanma davası zaten kişilerin özel yaşamını ilgilendiren bir davadır. Koca eşi ile birlikte yaşadıkları mekânda ele geçirdiği eşine ait fotoğrafları, not defterini veya mektupları mahkemeye delil olarak verirse, bu deliller hukuka aykırı yollardan elde edilmediğinden mahkemede delil olarak değerlendirilir. Aynı evde yaşayan kadın, kocanın bu delilleri ele geçirilebileceğini bilebilecek durumdadır. Kocanın yatak odasındaki bir dolabın içinde ya da yatağın altında kadın tarafından saklanan bir not defterini ele geçirmesi, bu mekânın eşlerin müşterek yaşamlarını sürdürdüklerini bir yer olduğundan kadın gizli mekân kabul edilemez. Hiç kimse evindeki bir mekânda bulduğu delili hukuka aykırı yollardan ele geçirmiş sayılmaz. Diğer taraftan özel hayatın gizli alanları, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat edilebilir. Nasıl ki, kadın başka bir erkekle müşterek hanedeki yatak odasında sevişirken koca tarafından kapı kırılarak içeri girilmesinde hukuka aykırılıktan söz edilemezse, ortak yaşanan evde bulunduran not defterinin elde edilmesi de hukuka aykırı olarak değerlendirilemez. Eşlerin evliliğin devamı süresince birbirlerine sadık kalmaları yasal bir zorunluluktur. Kadının bu konulardaki özel yaşamı, evlilik ile bir araya geldiği hayat arkadaşı kocayı da en az kadın kadar ilgilendirmektedir. Bu nedenle de davalıya ait hatıra defterinin delil olarak değerlendirilmesinde kuşkuya düşmemek gerekir”.

Yargıtay kararlarında görüleceği üzere; her bir somut olayın özelliği değerlendirilmekle birlikte, genel olarak, “diğer eşin rızası olmaksızın kişisel verisinin elde edilmesi” kişisel verinin işlenmesi niteliğinde olup, kural olarak, açık rıza gereklidir. Ancak kişisel verinin elde ediliş biçimi önemli olmakla birlikte, kural olarak, eşin kişisel verileri, diğer eş tarafından boşanma davasında ispat vasıtası olarak kullanma amacıyla elde edilmiş ise KVKK m.5 II (e) kapsamına girmelidir. Bu nedenle eşlerden birisi diğer eşin açık rızası olmaksızın gerek ani gelişen olay kapsamında gerekse boşanma davasında ispat vasıtası olarak kullanmak amacıyla veriler elde edilmiş olsun, KVKK m.5 II (e) çerçevesinde delil hukuka aykırı addedilemeyecektir. KVKK m.5 II (e), verinin işlenmesinin zorunlu olması gerektiğini de ifade etmektedir. Bu nedenle başka türlü delil elde etme imkanı olan eşin, diğer eşin açık rızası olmaksızın delil etmesi halinde bu delili kullanamayabileceği söylenebilir. Herhalde her bir somut olayın özelliği dikkate alınarak bir değerlendirme yapmak gerekir.

KVKK m.5 II (e) belirtilenler çerçevesinde HMK m.189 II’nin dar yorumlanmasına neden olmaktadır; zira KVKK m.5 II (e) kapsamına giren durumlarda artık hukuka aykırılıktan değil, delilin KVKK m.5 II (e) kapsamında elde edildiği, Kanuna dayandığı ve bu şekilde hukuka uygun olduğu kabul edilebilir.

KVKK m.5/2-e’nin gerekçesinde; “Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için veri işlemenin zorunlu olması durumunda kişisel veriler işlenebilecektir. Bu bağlamda, bir şirketin kendi çalışanı tarafından açılan bir davada ispat için bazı verileri kullanması veya kısıtlı bir kişinin haklarının korunması amacıyla vasinin veya kayyımın, kısıtlının mali bilgilerini tutması hukuka uygun sayılacaktır.” denilerek, duruşmada delil olarak kullanılacak verilerin elde edilirken açık rıza alınmasına gerek olmadığı, çünkü böyle bir durumda zaten KVKK’nın 5/2-e maddesinde öngörülen şartın sağlandığı ifade edilmektedir. Yine Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’na İlişkin Uygulama Rehberi’nde de paralel nitelikte değerlendirmeler yapılmaktadır[3]. Ancak gerekçede açık rıza ile elde edilmiş verinin, davada kullanılması niteliğindeki işleniş şekli bakımından KVKK m.5 II (e)’nin uygulanacağını belirtilmiş olup, ispat olanağının sadece açık rıza ile elde edilen verilere hasretmek için yeterli gerekçe yoktur. Bu kabul; eşin diğer eşe karşı bir komplo kurarak, delil oluşturmasının ve bu delilin boşanma davasında kullanılabilmesi gerekçesi olamaz. Herhalde HMK m.189 II’ye göre vaka ile örtüşmeyen, yaratılan delil hükme esas alınmamalıdır. Yargıtay[4] da bu sonucu kabul etmektedir.

Eşin, diğer eşin kişisel verilerini işlemesi bakımından KVKK m.4’deki ilkelerin gözönüne alınması gerekir. Bu kapsamda KVKK m.4 II’ye göre;

“(2) Kişisel verilerin işlenmesinde aşağıdaki ilkelere uyulması zorunludur:

a) Hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olma.

b) Doğru ve gerektiğinde güncel olma.

c) Belirli, açık ve meşru amaçlar için işlenme.

ç) İşlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olma.

d) İlgili mevzuatta öngörülen veya işlendikleri amaç için gerekli olan süre kadar muhafaza edilme…”

Hükümde de görüleceği üzere, eşin, diğer eşe ait kişisel verilini işlemesi ve boşanma davasında ispat vasıtası olarak verileri kullanabileceğinin kabul edilmesi halinde, veri işlemenin KVKK m.4 II’ye uygun olması gerekir. Bu kapsamda, örneğin ispat vasıtası olması amacıyla işlenen veriler, ispat için kullanıldıktan sonra silinmeli, ispat amacı dışında kullanılmamalıdır.

II. Sonuç

- Her bir somut olayı özelliğine göre değerlendirmek şartıyla, boşanma davalarında eşin kişisel verisi, diğer eşin rızası olmaksızın elde edilmiş ve ispat vasıtası olarak kullanılmışsa, ispat hakkının korunması ve kullanılması amacıyla yapılan bu işleme faaliyetinin konusu, KVKK m.5 II (e) gereği hukuka aykırı delil olarak nitelendirilemeyecektir. Bu halde; KVKK m.5 II (e) ile hukuka uygun olarak tespit edilen delil, HMK m.189 II’ye göre hukuka aykırılığın kapsamı içerisinde değerlendirilmemelidir.

- Boşanma davalarında diğer eş aleyhine üretilen/oluşturulan delilin KVKK m.5 II (e) kapsamında kullanılması mümkün olmamakta ve HMK m.189 II kapsamında hukuka aykırı delil teşkil etmektedir.

Dr. Cüneyt Pekmez

Stj. Av. Selvacan Akpınar

Stj. Av. İrem Şen

------------------

[1] 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) kabul edilmeden önce Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na göre; “Kişisel veri, belli veya belirlenebilir olan gerçek veya tüzel bir kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade eder (…) Kişisel verilerin korunması insan haklarıyla yakından ilişkilidir. Çünkü kişisel verilerin açıklanması; öncelikle özel hayatın gizliliğini ihlal edilebileceği gibi, bir takım diğer bağlantılı haklar da zarar görebilir. AİHS’de kişisel verilerle ilgili bir hüküm yoktur. Ancak mahkeme konuyla ilgili kararlarında kişisel veri içeriğini doldurmuştur. Hemen ifade edilmesi gerekir ki, kişisel verinin sayısal olarak sınırlandırılması mümkün değildir. Ancak içtihatlar ve akademik yayınlar dikkate alındığında bireyin kimliğini ortaya çıkartan, bir kişiyi belirli kılan ve karakterize eden kişinin kimlik, ekonomik ve dijital bilgileri, tabiiyeti, kanaatleri, ırk, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep veya diğer inançları, dernek, vakıf ve sendika üyeliği, sağlık bilgileri, fotoğrafları, parmak izi, sağlık verileri, telefon mesajları, telefon rehberi, sosyal paylaşım sitelerinde yazdığı veya paylaştığı yazı, fotoğraf, ses veya görüntü kayıtları kişisel verileri olarak kabul edilebilir”. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 17.06.2015 tarihli, 2014/56 E. ve 2015/1679 K. sayılı kararı.

[2] Aynı yönde bkz. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 07.03.2017 tarihli, 2016/14742 E. ve 2017/2577 K. sayılı kararı uyarınca; “(…)sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımların, ancak hesabın sahibi veya aynı paylaşım ortamında (Facebook/Whatsapp) bulunan kişilerce delil olarak kullanımının mümkün olduğu düşünülebilecektir. Diğer bir anlatımla, sahte profil oluşturup paylaşımlarda bulunmak veya kişi profillerinde hesap sahibinin bilgisi, muvafakati ve izni olmaksızın yapılan paylaşımların delil olarak sunulması halinde, bunların 6100 sayılı HMK’nın 189/2. maddesi kapsamında hukuka aykırı delil kabul edilmesi gerekir”.

Yine yakın tarihli bir Yargıtay kararında benzer duruma paralel yönde bir karar verilmiş olup, bu karara karşı verilen karşı oy yazısı gerekçesinde aynen şu ifadelere yer verilmiştir: “Davacı erkeğin, kadının ‘güven sarsıcı davranışı olduğuna dair’ iddiasını ispata yönelik sunulan ses kaydı mevcut olup ‘kaydın kadının rızası dışında alınmış olması, kadının ilgili konuşma kayıtlarını kabul etmemiş bulunması ve açıkça hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu’ sabit görülerek bu kayıt delil olarak değerlendirilmemiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 21.05.2013 tarih, 2012/5-1270 esas ve 2013/248 karar sayılı ilamında açıkça işaret edildiği üzere; kişinin kendisine karşı işlenmekte olan suça ilişkin delil elde etmek amacıyla yapılan kaydın hukuka uygunluğu, ‘bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmaması’ ve ‘yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumların varlığı’ şeklinde gelişen iki koşula bağlanmıştır. Doktrinde de desteğini bulan Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun bu yorumu; kişilerin mağduru oldukları bir olay ve haksız saldırı nedeniyle delilleri koruma imkanına kavuşmasını sağlayacaktır. Aksi takdirde kanıtların kaybolması ve bir daha elde edilememesi söz konusu olacaktır. Somut olayda da aynı özellikte bir durum söz konusudur. Şöyle ki; davacı kocanın davalı eşini, söz konusu konuşmayı yapmaya zorlaması, ona yönelik bir plan kurması ve-veya kayda ilişkin bir düzenek kurması sözkonusu olmayıp; davalı-karşı davacı kadın eşin "güven sarsıcı" davranışına ilişkin konuşmalarına tesadüfen tanık olan ve bu durumun tespitine ilişkin başkaca bir imkanı mevcut bulunmayan davacının bu konuşmayı delil olarak kullanmak amacıyla kayda alması hayatın olağan akışına uygundur. Hayatın olağan akışına ve hakkaniyet ilkesine uygun olan bu durumun hukuka aykırılığından söz edilemez. Bu itibarla söz konusu ses kaydının delil olarak kabulüyle davacı-karşı davalı erkeğin davasının kabulüne karar verilmesi ve hükmün bu sebeple bozulması gerekir”.

Karşı oy yazısına paralel şekilde değerlendirme yapan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.11.2014 tarih 4-1183/960 sayılı kararında, bu kriterler değerlendirilmiş ve somut olayın bu kriterleri karşılamadığına hükmedilmiştir.

“Yukarıda ifade edildiği üzere, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. Davacının konuşmalarının kendisinden habersiz olarak davalı Berrin'in yönlendirmesi ile diğer davalılarca kaydedildiği ve kayıt yapan davalıların davacıyı konuşmaya ve kendisini yönlendirmeye çalıştıkları bilirkişi tarafından dökümü yapılan ses kayıtlarından da anlaşılmaktadır. Bu nedenle, bu delilin hukuka aykırı olarak elde edildiği dosya kapsamı ile sabittir. … Özel Daire bozma gerekçesine konu teşkil eden Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun anılan içtihadının somut olaya uygulanma imkanı da bulunmamaktadır. Çünkü dava konusu olayda ani gelişen bir durum söz konusu olmadığı gibi, aksine davacı ile davalılardan Berrin arasında uzun süredir devam etmekte olan uyuşmazlıklar ve davalar bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Bunun dışında bir daha kanıt elde edememe durumu da yoktur. Çünkü davacının muayenehanesine giden davalıların tanık olarak gösterilmeleri ve dinlenmelerine engel bir durum bulunmamaktadır. Bu nedenle, davalıların eylemlerinin davacının kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğu kabul edilmelidir”.

[3] Rehbere göre; “Bir hakkın tesisi, kullanılması veya korunması için zorunlu olması halinde ilgili kişinin kişisel verilerinin işlenmesi mümkündür. Örneğin, bir şirketin kendi çalışanı tarafından açılan bir davada ispat için bazı verileri kullanması ya da kısıtlı bir kişinin haklarının korunması amacıyla vasisinin veya kayyumun, kısıtlının mali bilgilerini tutması gibi. Ayrıca, sözleşme sona erdikten sonra, olası yasal takiplere karşı zamanaşımı süresinin sonuna kadar fatura, sözleşme, kefaletname gibi belgelerin bu amaçlar için saklanması bu kapsamda değerlendirilecektir”. Kişisel Verileri Korumu Kurumu tarafından yayımlanan Kişisel Verilerin Korunması Kanununa İlişkin Uygulama Rehberi, Çevrim içi: https://kvkk.gov.tr/, Erişim Tarihi: 04.03.2021, s.77.

[4] “…Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir…” YHGK 2-703/ 70 T. 15. 2. 2012 (Kazancı).

Bir diğer husus, diğer eşin baskı ve zorlamasıyla delilin elde edilmesidir. Açıkça bu halde de açık rıza olmamasına rağmen, KVKK m.5 II (e)’nin uygulanmayacağı belirtilmelidir. Bu durum KVKK m.5 II (e)’nin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu hal de, delil oluşturulması ile aynı hukuki sonuca tabi olmalıdır. Bu durumda da ilgili delil hükme esas alınmamalıdır.