Türkiye Barolar Birliği, yargı reformunu birer cümlelik maddeler halinde avukatlara anlatmak amacıyla "Yargı Reformu Strateji Belgesi Neler Getiriyor?" başlıklı bir broşür yayınlamış. Broşürün 19. maddesinde "asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısı uygulaması geri geliyor" deniliyor.

31 Mart 2011 tarihinde kabul edilen 6217 sayılı kanunun 26 ve geçici 3. maddesiyle 1 Ocak 2014 tarihine kadar asliye ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet Savcısının bulunmayacağı hükme bağlanmış, bu süre 6572 sayılı kanunun 45. maddesiyle 31 Aralık 2019 tarihine karar uzatılmıştı. Bu yıl sonunda kendiliğinden asliye ceza mahkemeleri duruşma salonlarına dönecek olan duruşma savcısının bu dönüşü, yargıda yapılacak reformlardan biri olarak takdim edilmiştir.

Hemen hemen 7 yıldır asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısı bulunmamaktadır. Asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısı olmaması doktrinde geçici bir rahatsızlık yaratmış olmasına karşın uygulamada bu konuda ciddi bir rahatsızlık hissedilmemiştir. Meslektaşlarımla yaptığım mülakatlarda bu konuda genel olarak bir eksiklik hissetmediklerini, hatta ağır ceza mahkemelerinde de savcıya gerek olmadığını söylediler. Twitter üzerinden bu konuda yaptığımız ankete 387 kişi katılmıştır. Katılanların % 71'i asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısının eksikliğini hissetmediği ve duruşmada savcıya gerek olmadığı yönünde oy kullanmışlardır. Katılımcıların ceza hukukçuları evrenini ne kadar temsil ettiği belli olmamakla birlikte yine de anlamlı bir sonuç.

Asliye Ceza Mahkemelerinde duruşma savcısının eksikliğinin hissedilmemesinin sebepler neler olabilir?

Bu sorunun muhtemel yanıtlarından biri duruşma savcılarının duruşma sürecine etkin olarak katılmamaları, hak ve yetkilerini gereği gibi kullanmamaları nedeniyle duruşmada varlılıklarıyla yoklukları arasında bir fark hissedilmemesi olabilir. Konu ile ilgili makalesinde Tuğrul KATOĞLU, makalesinin sonuç kısmında bu duruma kısmen işaret etmektedir:

Uygulamada savcıların çalışmadığı yolunda yakınmalara tanık olunmaktadır. Hatta mahkemesinde savcı istemeyen hakimlerin bulunduğu bile görülmüştür. Böyle bir sorun var ise, çaresi doğru denetim ve mesleğe alınacak kişilerin doğru seçilmesidir. Bu tür yakınmalar dikkate alınarak süreli yeni düzenlemenin sürekli bir düzenlemeye dönüşmesi olasılığı da yok değildir[i].

KATOĞLU'nun bu tespiti doğru ise, yani duruşma savcıları zaten çalışmaları ve duruşmaya bir katkısı olmadıkları için eksikliği hissedilmediği gibi hatta bazı hakimler tarafından bile duruşmada fazlalık olarak görülüyor ise duruşma savcısının bulunduğu ağır ceza mahkemelerinde savcıların varlığının hissedilip hissedilmediğini de iyice araştırmak gerekir. Bu konuda sağlıklı bir sonuca ulaşmak için kapsamlı bir alan araştırması yapmaya ihtiyaç vardır. Ancak otuz yılı aşkın bir süredir sahada olan bir avukat olarak sahadaki genel kanaatin ağır ceza mahkemelerinde de duruşma savcılarının çalışmadıkları ve gereksiz olduğu yönünde olduğunu söyleyebilirim.

Öte yandan, duruşma savcılarının çalışmadıkları kanaati, duruşma savcılarının ceza muhakemesi kanunundaki rol tanımından da kaynaklanıyor olabilir. Duruşma savcıları kanunda tanımlanan şekliyle rollerini bihakkın yerine getiriyor olabilir, ama kanundaki savcılık rol tanımı yetersiz ve eksik bulunuyor olabilir. Bu durumda yasal düzenlemelerdeki bu eksikliğin tespit edilmesi ve giderilmesi gerekir.

Eğer kanunda duruşma savcısının rolü doğru tanımlanmamış ise yahut uygulamada bir savcı habitusu olarak duruşma savcıları kanunda tanımlanmış rolünü tam olarak ifa etmiyorsa o zaman duruşma savcılığı rolünün kısmen veya tamamen başka süje tarafından, yani hâkim tarafından ifa edilip edilmediğini araştırmalıyız. Zira kısmen veya tamamen iddia makamının rolünü ifa eden hâkim, yargıda çok ciddi bir meşruiyet sorunu yaratacaktır.

Makalenin ilk bölümünde duruşmaların kanundaki yapılandırılışı ve savcının duruşmadaki rolünü ve uygulamadaki durumu inceleyeceğim. İkinci bölümde ise hukuk uygulamamızda savcı rolünü üstlenen hâkim problemini ele alacağım. Sonuç kısmında ise bu iki meselede vardığım sonuçları özetleyeceğim.

A. Duruşmanın Ceza Muhakemesi Kanunundaki Yapılandırılışı, Duruşma Savcısının Rolü ve Uygulamada Duruşma Savcısı Habitusu

Savcılık makamı, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’da (Adli Y. K.) düzenlenmiştir. Bu kanunun 17. maddesine göre, cumhuriyet başsavcılığı, kanun hükümlerine göre, yargılama faaliyetini kamu adına izlemek, bunlara katılmakla görevlidir.

Adli Y. K. m.16’ya göre; mahkeme kuruluşu bulunan her il merkezi ve ilçede o il ve ilçenin adı ile anılan bir Cumhuriyet başsavcılığı kurulur. Cumhuriyet başsavcılığında bir Cumhuriyet başsavcısı ve yeteri kadar Cumhuriyet savcısı bulunur. Gerekli görülen yerlerde Adalet Bakanlığının önerisi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararıyla bir veya birden fazla Cumhuriyet başsavcı vekili atanır. Cumhuriyet savcılarının yapmış olduğu her işlem başsavcılık adına yapılır. Savcılardan hiçbirisi suç oluşturan bir fiile ilişkin olarak tek ve mutlak yetkili değildir. Bir Cumhuriyet savcısının başladığı davayı başka bir Cumhuriyet savcısı sürdürebilir. Başsavcıya bağlı olan Cumhuriyet savcıları, onun temsilcisidir. Duruşmalara Cumhuriyet başsavcısı, onun görevlendireceği Cumhuriyet başsavcı vekili veya Cumhuriyet savcısı katılır. Cumhuriyet başsavcılığının duruşmaya katılmak üzere görevlendirdiği davacıya uygulamada duruşma savcısı denilmiş, Kanunda böyle bir ayırım olmamasına rağmen Başsavcılıkların yaptıkları iş bölümünün istikrar kazanması nedeniyle "duruşma savcılığı," "soruşturma savcılığı" birbirinden büyük ölçüde fiilen ayrışmıştır. Bugün davaların çoğunda soruşturmayı yapan savcı ile duruşmaya katılan savcı farklı kişilerdir.

Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) 188. maddesi gereğince duruşma savcısının duruşmada hazır bulunması şarttır. Şu halde duruşma savcısının ilk ve temel görevi duruşmada hazır bulunmaktır. CMK'nun 289/1 (e) maddesine göre Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da hukuka kesin aykırılık sebebi sayılmıştır.

CMK'nun 191. maddesinde öngörülen usule göre duruşmaya başlanır. Anılan maddenin 3. Fıkra )b bendine göre sanığa İddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesi anlatılır, maddede bu anlatımın kim tarafından yapılacağı açık bir şekilde açıklanmamıştır. Uygulamada bu anlatım işlemi hâkim tarafından yapılmaktadır. İddianamenin anlatılması, iddianın ileri sürülmesidir. İddianamenin anlatılması işleminin, iddianamenin sahibi olan başsavcılığı temsilen duruşmada bulunan duruşma savcısının işi olmalıdır. İddianamenin anlatılması, Anglo-Amerkan sisteminde savcının "açılış konuşması"na tekabül eden bir işlemdir. Tarafsız olması gereken hâkimin iddianameyi anlatması, deyim yerindeyse hâkimin iddia makamı adına açılış konuşması yapması, sanığı suçlaması demektir. Duygu değeri yüksek davalarda ve siyasal davalarda hâkim, tarafsızlığını tümden kaybederek iddianamenin açıklanmasını jest, mimik, ses tonu vb. bakımından öfkeli bir savcı gibi yapabilmektedir Bu durum hâkimin tarafsızlığından şüphe duyulmasını gerektiren önemli bir haldir.

İddianamenin anlatılmasından sonra sanığın sorgusu yapılır. Sorgu hâkim veya mahkeme başkanı tarafından yapılır. Sanığın sorgusu, tahkik (engizisyon) döneminin suiistimallere açık bir uzantısıdır. Kanaatimizce kaldırılması gerekir. Sanık, eğer savunma tarafından tanık olarak gösterilirse tanık sıfatıyla dinlenmelidir. Sanığın sorgusunda hâkim tarafından çoğu kez farkında olmadan çapraz sorgu teknikleri uygulanmaktadır. Çapraz sorgu tekniklerinin muhakemede taraf olmaları nedeniyle savcı ve müdafinin uygulamasında bir sakınca bulunmamaktadır. Sanık, savunma tarafından tanık olarak gösterilirse savcı, yıkıcı çapraz sorgu tekniklerini uygulayabilir, uygulamalıdır da. Ama mevcut düzenlemede sanığın sorgusunun hakim tarafından yapılması ve çapraz sorgu teknikleriyle hakimin sorgulama yapması hakimin tarafsız olmadığını gösterir. Sanığın sorgusunda hâkimin çapraz sorgu teknikleriyle soru sormasını engelleyen bir hüküm de bulunmamaktadır.

Sanığın sorgusundan sonra duruşma savcısı CMK 201. maddesi uyarınca sanığa doğrudan soru sorma hakkına sahiptir. Duruşma savcısı, davada makam itibarıyla taraf olduğundan dilerse sanığın ifadesini çürütmek için çapraz sorgu teknikleriyle soru sorabilir. Ne var ki, uygulamada duruşma savcıları bu haklarını hemen hemen hiç kullanmamaktadır. Oysa sanığın ifadelerini çürütücü soruların hâkim tarafından değil savcı tarafından sorulması gerekir. Bu konuda savcılar çoğu kez duruşmayı izlemekle yetinmektedirler.

CMK'nun 206 (1) maddesine göre Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır. Delillerin ortaya konulması, tanık ve bilirkişilerin dinlenmesi, belgelerin okunması veya anlatılması, delil olan nesnelerin incelenmesi işlemleridir. Bu işlemlerin tamamı uygulamada hâkim veya mahkeme başkanı tarafından yapılmaktadır. Yani deliller hâkim tarafından ortaya konulmaktadır. Delillerin ortaya konuş sırası da yine hâkim tarafından çoğu kez keyfi veya tesadüfî olarak belirlenmektedir. İddia delillerinin hâkim tarafından ortaya konulması yine hâkimin tarafsızlığını önemli ölçüde zedelemektedir.

Ceza muhakemesinde suçsuzluk karinesinin mantıksal sonucu olarak ispat külfeti iddia makamındadır Bu bağlamda davayı açan makam olarak Cumhuriyet Başsavcılığı iddiasını ispatlamakla yükümlüdür ve mahkûmiyet için de, savcılık tarafından ileri sürülen delillerin sanığın mahkûmiyetine yetecek ölçüde olması gerekir[ii]. Bu nedenle iddia delillerinin ortaya konulması işlemi hâkim tarafından değil duruşma savcısı tarafından yapılmalıdır. Uygulamada, taraflarca gösterilen tüm deliller hâkim veya mahkeme başkanı tarafından ortaya konulmaktadır. Mevcut düzenlemede ve uygulamada hâkim, hem iddia makamının hem de savunma makamının işlevini büyük ölçüde üstlenmiş durumdadır.

CMK'nun 201. Maddesine göre tanıklara bilirkişilere ve duruşmaya katılan diğer kişilere duruşma savcısının soru yöneltme hakkı bulunmaktadır. Soru yöneltme, delilin hâkim tarafından ortaya koymasından, yani dinleme işlemi hâkim tarafından yapıldıktan sonra yapılacaktır. Sanığın sorgusu konusunda yaptığımız eleştiriler bu hususta da aynen geçerlidir.

Her bir delilin hakim tarafından ortaya konulmasından sonra CMK 215. maddesine göre bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur. Bu aşamada da uygulamada savcı ve müdafinin ciddi bir katkısı olmamaktadır. Genellikle "Bir diyeceğimiz yoktur" veya "aleyhe beyanları kabul etmiyoruz" klişeleriyle geçiştirilen bir aşamadır.

Delillerin ortaya konulması tamamlandıktan sonra CMK'nun 216. Maddesi uyarınca "delillerin tartışılması" aşamasına geçilir. Madde aynen şöyledir:

MADDE 216 - (1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir.

(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.

Duruşma savcısının delilleri tartışmasına uygulamada "esas hakkında mütalaa" denilmektedir. "Esas hakkına mütalaa" ibaresi sadece CMK'nun 202/4 (b) maddesinde geçmektedir. Bu ibareden kastedilen delillerin savcı tarafından tartışılmasıdır. Bu Anglo-Amerikan hukuk sisteminde savcının "kapanış konuşmasına" tekabül etmektedir. 216. Maddeden anlaşılacağı üzere esas hakkında mütalaa sözlü bir işlemdir. Ancak son zamanlarda uygulamada esas hakkında mütalaa savcı tarafından tutanağa dikte ettirme, yazılı olarak hazırlanmış ve flash diske kaydedilen mütalaanın kes yapıştır yöntemiyle duruşma sırasında tutanağa eklettirme yahut duruşma arasında yazılı mütalaa verme şeklinde uygulanmaktadır. Otuz yılı aşkın meslek hayatımda delilleri sözlü olarak tartışan, sağlam argümanlar ortaya koyan tek bir uygulamaya rastlamadım. CMK'nun 216. Maddenin 2. fıkrası ise hiç uygulanmamaktadır.

Delillerin ortaya konulması meselesinin dışında duruşma aşamasında yeni delil toplanması ve gösterilmesi meselesini de duruşma savcısı açısından ele almamız gerekir. CMK'nun 207 (1) maddesine göre delilin ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez. Bu maddeye göre duruşma aşamasında da yeni delil toplanabilecek ve gösterilebilecektir.

Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. CMK, eski kanunun aksine hâkimin delil araştırma yetkisine yer verilmemiştir. Ceza muhakemesi sistemimize göre delillerin sadece soruşturma evresinde toplanacak, mahkeme re'sen delil toplayamayacak, delil toplanmadan düzenlenen iddianame mahkeme tarafından iade edilecektir. Ancak cumhuriyet savcılığının duruşma aşamasında da delil toplayıp, bunu mahkemeye sunmasının önünde bir engel bulunmamaktadır[iii]. Tecrübelerimize göre uygulamada iddianamenin tesliminden sonra savcılığın o davayla ilgili olarak delil toplama işine son verdiği anlaşılmaktadır. Duruşma savcısı sadece duruşmalara katılmakta, soruşturma savcısı ise iddianamesini teslim etmekle dosyayla ilişkisini tamamen koparmaktadır. Bu nedenle uygulamada duruşma savcısının yeni delil ibraz ettiği pek görülmemektedir.

Öte yandan bir kısım yazarlar, hâkimin vicdani kanaatine göre hüküm verdiği, delilleri serbestçe değerlendirdiği, bilirkişi raporuyla bağlı olmadığı bir sistemde, delil araştırma yetkisinin bulunduğunu, bu yetkinin vicdani kanaat sistemine ilişkin bulunduğu kabul edilmesi gerektiğini, CMK'da hâkimin delil araştırma yetkisine açıkça yer verilmemiş olmakla birlikte, vicdani kanaat sisteminin, delil değerlendirme serbestîsinin bu yetkiyi de içerdiğini, CMK'da mahkemenin delil toplatması önünde ilkesel bir engel olmadığını savunmaktadırlar[iv]. Uygulamada da bu görüş doğrultusunda şekillenmiştir. Hâkimler, duruşma aşamasında, iddia makamı tarafından gösterilmemiş delilleri toplamaktadır. Hatta esas hakkında mütalaadan sonra dahi mahkeme yeni delil toplayabilmektedir.

31 Mart 2011 tarihinde kabul edilen 6217 sayılı kanunun 26 ve geçici 3. maddesiyle 1 Ocak 2014 tarihine kadar asliye ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet Savcısının bulunmayacağı hükmünün Anayasaya aykırılık iddiası Anayasa Mahkemesi'nin 19.01.2012 tarih ve 2011/43 Esas 2012/10 Karar sayılı kararıyla yerinde bulunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin tarihi gerekçesinde aynen şunlar yazılıdır[v]:

Günümüzde iddia, kolektif hüküm verme faaliyetinin ve bunun sonucunda maddi gerçeğe ulaşmanın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmektedir. İddia makamı bu görevini yalnızca duruşmalara katılarak yerine getirmez. Bununla birlikte maddi gerçeğin araştırılmasını amaç edinen bir soruşturma yapılması, böyle bir soruşturmadan elde edilen, sanığın lehindeki ve aleyhindeki bütün delillerin hâkim veya mahkemeye sunulması, bu delillerin tartışılmasının sağlanması, kararlara karşı yasa yollarına gidilmesi suretiyle de iddia makamı fonksiyonunu yerine getirir.

Diğer taraftan, ceza muhakemesinde mahkeme, dava açıldıktan sonra pasif konumda olmayıp, hüküm vermek için yeterli kanaate ulaşıncaya kadar maddi gerçeği araştırmaya devam etmek zorundadır. Resen araştırma ilkesi uyarınca mahkemeler, Cumhuriyet savcısının ortaya koyduğu delillerle bağlı olmadıkları gibi, savcı olmasa bile kendiliklerinden, hüküm için gerekli tüm araştırmaları yapmak ve tarafların haklarını korumak zorundadırlar.

Anayasa Mahkemesine göre hiçbir mahkemede duruşma savcısına hatta müdafiye ihtiyaç yoktur. Bu işlevler hâkim tarafından zaten yerine getirilebilir/getirilmektedir. Uygulamadaki habitus da bu anlayış çerçevesinde gelişmiştir. Bu nedenlerle asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısının yokluğu hissedilmemiştir. Ağır ceza mahkemelerinde de savcılık işlevi büyük ölçüde mahkeme başkanı tarafından yerine getririldiğinden duruşma savcısı fazlalık olarak görülmektedir.

B. Duruşmada Savcı Rolünü Üstlenen Hâkim Problemi

Tuğrul KATOĞLU, asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısının olmamasının yol açacağı sakıncaları şu şekilde açıklamaktadır[vi].

Kamusal iddianın temsil edilmediği duruşma devresinde hâkimin, savcının da rolünü üstlenmesi olasılığı, tarafsızlığını ciddi biçimde kuşkuya düşürecektir. Bu durum muhakemede bir süjenin hem iddiacı hem de hakim olamayacağı yönündeki hukukun genel ilkesi (nemo judex in sua causa) ile bağdaştırılamaz.

Bu ilke aslında zaten iddianamenin iadesi kurumu dolayısıyla zarar görmüştür. Zira iddianame görevli mahkeme makamına inceletilmekle bir önyargı yaratılmakta, savcı sadece iddianame düzenlemekte, mahkemenin kabulüyle dava açılmış sayılmakta ve adeta dava mahkemeye açtırılmaktadır. Bu durumun davacısız hakim olmaz (nemo judex sine actore) ilkesi ile de bağdaştırılması mümkün değildir

Erkut Güçlü KAHRAMAN da makalesinde asliye ceza mahkemelerinde duruma savcısının olmamasının, işbirliği sisteminden uzaklaşılarak hâkimin savcı rolünü de üstlendiği tahkik (engizisyon) sistemine yol açacağı, silahların eşitliği ilkesine aykırı olduğu ve adil yargılanma hakkının ihlali olduğu gerekçesiyle eleştirmiştir[vii].

OZEROV V. RUSYA davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, savcının yokluğunda yargılamanın yürütülmesi ve sanığın mahkûm edilmesinde Bölge Mahkemesi hâkimleri ile savcının rollerinin karıştırılması ve bundan dolayı da tarafsızlığına dair meşruiyet şüphesinin ortaya çıkması nedeniyle sözleşmenin 6. Maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir[viii].

Ne var ki, ceza muhakemesi hukukumuzdaki problem asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısı olmamasını aşan bir boyuttadır. Mevcut düzenlemede duruşma denen toplantının yapılandırılış biçimi ve bunun uygulanma biçimi nedeniyle savcının neredeyse duruşmada hazır bulunma dışında bir işlevi bulunmamaktadır. Savcılık işlevini büyük ölçüce fiilen mahkeme başkanı veya hâkim yerine getirmektedir. Bu nedenle, duruşma savcılarının elinde bir dava dosyası bile bulunmamaktadırlar. Birkaç istisna dışında duruşmayı izlemekle yetinmekte, duruşmaya ilgisini kaybederek hatta çoğu kez cep telefonu ile meşgul olarak, hatta bazen uyuyarak duruşmada vakit geçirmektedirler.

Savcıların bu durumu nedeniyle çelişme ilkesi hayata geçmemekte, savcı ile müdafi arasında yaşaması beklenebilecek tartışmalar ve iletişim çatışmaları savcılık işlevini de üstlenmiş olan hâkim ile müdafi arasında yaşanmaktadır.

SONUÇ

Sonuç olarak asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısının bulunmamasının eksikliği hissedilmemiştir. Çünkü duruşma savcısının bulunduğu duruşmalarda da savcılık işlevi fiilen ve büyük ölçüde mahkeme başkanı veya hâkim tarafından yerine getirilmektedir. Savcının yapması gereken işleri CMK'ndaki muğlak hükümler nedeniyle hâkim yapmaktadır. Bu uygulama sistemimizin iddia edildiği gibi işbirliği sitemi olmayıp, büyük ölçüde tahkik (engizisyon) sistemi olduğunu göstermektedir

Mevcut düzenlemeler ve uygulama karşısında asliye ceza mahkemelerine duruşma savcısının yeniden katılımın sağlaması sorunu çözmeyecektir. Hatta ağır ceza mahkemelerinden duruşma savcısının çıkarılması mevcut sistemde bir eksiklik hissettirmeyecektir. Çünkü Mahkeme başkanı savcının işlevini de yerine getirmektedir.

Ceza muhakeme sistemimiz bugün ağır bir meşruiyet krizi yaşamaktadır. Halkın bu sisteme güveni bulunmamaktadır. Bunun nedenlerinden biri de mevcut düzenleme ve uygulama alışkanlıkları nedeniyle muhakeme süjelerinin rollerinin karışmış olmasıdır.

KAYNAKLAR

Bahri ÖZTÜRK, Durmuş TEZCAN, Mustafa Ruhan ERDEM, Özge SIRMA, Yasemin F. SAYGILAR, Esra ALAN; Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. b., Ankara, Seçkin, 2010

Erkut Güçlü KAHRAMAN: Cumhuriyet Savcısının Asliye Ceza Mahkemelerindeki Duruşmalara Katılmamasının Ceza Muhakemesi Sistematiği ve Adil Yargılanma Hakkı Açısından İncelenmesi, Ceza Hukuku Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 30, Nisan 2016, Sayfa: 207-226

Hakan KARAKEHYA, Murat ARABACI: Cumhuriyet Savcısının Hukuki Statüsü, Muhakemedeki Taraf Pozisyonu ve İspat Yükünün Bulunması Üzerine..., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 65, Sayı: 4, Aralık 2016, Sayfa: 2059-2081

Tuğrul KATOĞLU: "Asliye Ceza Mahkemelerinin Yeni Durumu “Silahların Eşitliği” Tartışmalarından “Silahlara Veda”ya" KÖKSAL BAYRAKTAR’A ARMAĞAN, C.I s. 533-544.

--------------------------------

[i] KATOĞLU: s. 544.

[ii] KARAKEHYA, ARABACI: 2072

[iii] ÖZTÜRK, TEZCAN, ERDEM, SIRMA, SAYGILAR, ALAN; s. 303.

[iv] KATOĞLU s. 537-538.

[v] Karar için: http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/2d295ee8-39b9-4c12-9812-cb2bc8944c53?excludeGerekce=False&wordsOnly=False

[vi] Tuğrul KATOĞLU: s. 542

[vii] KAHRAMAN:, S. 14

[viii] Karar için: http://www.inhak.adalet.gov.tr/ara/karar/ozerov_rusya.pdf