Evet.

Ebül’ula Mardin Osmanlı döneminde Darülfünun’da ders vermeye başlamıştı, Cumhuriyet ile birlikte değişen hukuk sistemi, alfabe, yaşam tarzı onun ilmi şahsiyetine olumlu bir etkide bulunmamıştır. Hemen aşağıya eklediğimiz hocanın hukuk birinci sınıf talebesi iken, 1910 yılında müderris iken ve vefatından önce çekilmiş son resmi, fikri anlamda olduğu kadar dış görünüş itibariyle da yeniliğe açık ve ufku geniş bir insan olduğunu anlatmaya yetiyor.

Hocanın meslek hayatını kendi ağzından kısaca ifade etmek gerekirse: “1881 yılı Ramazan ayının 12. gününe tesadüf eden Ağustos’un 9. günü, babam Mardinizade Yusuf Sıtkı Efendi’nin memur olarak bulunduğu İşkodra’da doğdum. 16 Ağustos 1903’te hukuktan birincilikle ve pekiyi dereceyle mezun oldum. Daha on dokuz yaşındayken 24 Ağustos 1900’de Temyiz Mahkemesinde kâtiplik mesleğine ve devlet hizmetine girdim. Hukuku bitirdikten sonra İstanbul Bidayet, Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri üyeliklerinde bulundum. 1909’da İstanbul Hukuk Mektebi’nde öğretim üyeliğine başladım. Osmanlı Mebuslar Meclisinde 1914-1919 arasında Niğde, 1921’de Mardin milletvekili oldum. Daha sonra Meşihat (Şeyhülislamlık Makamı) Müsteşarlığına atandım. 1923’de İstanbul Barosuna kayıt oldum. 27 Ekim 1910’dan başlayarak İstanbul Üniversitesi’nde Medeni Hukuk ve Toprak Hukuku okutmak suretiyle tam 52 yıl devlet hizmetinde bulundum...”

Hocanın hukuk fakültesinde okumayı seçmesi de, bir yakınının fakültedeki işini halletmek için onunla birlikte geldiğinde, yakınını beklerken ders anlatmakta olan bir hocayı dinlemesi ile oluyor. Kürsüdeki hocanın hitabeti o kadar hoşuna gidiyor ki, o gün hayranlıkla dersi dinliyor ve hukuk okumaya karar veriyor.

Tabi Mardini ailesi gibi bir aileye mensup olan bir gencin babasından icazet almadan böyle bir karar vermesi de mümkün değilmiş. Kendi ifadesiyle: “Mesele, valide merhumun delaleti ile peder merhuma” arz edilir. Babası onu huzuruna çağırıp izin vereceğini fakat bazı şartlarını olduğunu söyler ve şunları ekler: “Evvela Müdde-i Umumi(savcı) olmayacaksın. Çünkü ömrünü başkalarını itham etmekle geçirmeni istemem, saniyen, avukatlık yapmayacaksın, bu dünyada herkesin derdi kendine yeter. Bir de başkalarının dert ve sıkıntılarını yüklenmek isabetli olmaz. Salisen hakimlik yapabilirsin fakat bunu ancak senden talep edilirse kabul edeceksin.”

Ebül’ula Mardin Hoca hakkında kaynaklarda öğrencilerinin hocaya ilgisi ve sevgili bir hayli fazla. İstanbul Hukuk Fakültesi eski Medeni Hukuk profesörlerinden ve Ebül’ula hocanın da asistanlığını yapmış olan Rahmetli İsmet Sungurbey hocanın kaleme aldığı biyografide hocanın kişiliği ve öğrencilere karşı tutumu hakkında birçok anı mevcut. Hoca sınav notlarını verirken haksızlık etmekten çok çekinirmiş. Bir anısı ise şöyledir.

“Öğrencilerinden biri rahmetli üstadın okuttuğu bir dersin sözlü imtihanı sırasında her nedense sesi ve hareketleriyle üstadı taklit ederek cevap verir. Bu durumdan sinirlendiği yüz çizgilerindeki değişikliklerden anlaşılır amma uzun süren cevap vermesi sırasında öğrenciye karşın üstat hiçbir şey demez. Öğrencini cevabı bitince hoca, imtihanı dinleyen öğrencilerden birisine Fakülte Umumi Kâtibini çağırmasını rica eder ve Umumi Kâtip gelince : “… Efendi, imtihan sırasında müderrisini taklit etmiştir. Hakkında zabıt tutmanızı rica ederim.” der. O günkü imtihanlar biter ve o zaman usulden olduğu üzere hemen o gün imtihan notları okununca taklitçi zat kendisine 10 numara verilmiş olduğunu öğrenir ve hayret eder. Hemen rahmetli üstadı bularak: “Efendim, bu nasıl olur? Bana on vermişsiniz.” der. Aldığı cevap şudur: “Nuru aynım, ben sizi bilgiden imtihan ettim, edepten değil!”.

Ebül’ula hoca 1933 üniversite reformunda dışarıda bırakılmamış ve Medeni Hukuk derslerini vermeye devam etmiş. Halen hayatta olan İslam hukukçusu Hüseyin Hatemi hocadan naklen, o dönem bazı “başka insanlara zarar vermekten hoşlanan kişiler”, “bu hoca medeni hukuka sarık sardırıyor, dersleri hep İslam Hukukuyla mukayese ederek anlatıyor” şeklinde Atatürk’e şikâyette bulunmuş. Fakat Atatürk “Siz anlamazsınız, cahilsiniz. O eski hukukla yeni hukuku ilmi bakımdan mukayese ediyor, hocadır tabi böyle yapacak” diyerek bu sözlere önem vermiyor.

Hoca Mecelle’nin Külli Kaidelerini sık sık zikredermiş. Yine anlatılana göre bir keresinde, ilk derse girmiş ve birden bire hukukla ilgili ilk cümleleri ile karşılaşan öğrencilere Mecelle’nin Külli Kaideleri’ni ezbere okumuş. Sonra o bin kişilik birinci sınıfta göz gezdirerek dehşetle “hukuk buysa biz nasıl anlayacağız bundan” diye bakan öğrencileri görünce, gülerek; “Bu eski kanunumuz Mecelle’nin genel hükümleridir, sonra bunlardan bahsedeceğiz” demiş. Bu şekilde öğrencileri korkuttuktan sonra derse başladığı rivayet ediliyor.

Hocanın derse girerken yanında not taşımadığı hatta kitap çıkartmak istediğinde öğrencilerinden derste tuttukları notları rica ettiği de kaynağı meçhul anlatılanlar arasında. Hocanın ince zekâsına bir örnek olarak bahsedilen olay ise şöyledir: :“Padişahlığın ve Halifeliğin kaldırılması üzerine Mısır Vakıflar İdaresi, Darülfünun’un hilafet ve saltanat merkezi olan bir yerin Darülfünun’u olmaktan çıktığı cihetle vakfiyye hükümlerince vakıftan artık istifade edemeyeceği yollu bir bahane ile Darülfünunun vakfa karşı olan alacağını ödemekten kaçınır. Mısır Şer’i Mahkemesinde İstanbul Üniversitesi adına dava açılır. Bu mesele üzerinde temaslarda bulunmak üzere Ebül’ula hoca Mısır’a gönderilir. Orada salahiyetli bir din adamı(Kahire Müftüsü) ile konuştuğu sırada İstanbul’un Atatürk köprüsünün fırtınada harap olmuş olmasından ve böylece İstanbul’un tek köprülü bir şehir haline gelmesinden söz açılır. Bundan hemen istifade fırsatını kaçırmayan üstad: “Bir vakfiyye’de İstanbul’un iki köprüsü olduğu yazılsa, bugün için o vakfiyye artık hükümsüz mü kalacaktır?” şeklinde bir sual sorunca muhatabı: “Hayır” cevabını verir ve neticede İstanbul’un hilafet ve saltanatın merkezi olmaktan çıkmasına rağmen Üniversitenin vakfın gelirinden istifade edeceğini kabule mecbur kalır.”

Ebül’ula hoca 13 Ocak 1957’de vefat eder ve Chopin’in cenaze marşı ile ağır ağır ve devasa bir kalabalık ile birlikte önce Nişantaşı’ndan Bayezid camiine ve Üniversiteye, oradan Sirkeci’ye ve Üsküdar iskelesinden Karacaahmetteki ebedi istirahatgahına götürülür.

Mekânı cennet makamı âli olsun

Bu mühim insanı anlatmaya gayret ettik, sürç-i lisan ettiysek affola.

Av. Ömer MERTOĞLU