Konunun izahatına geçmeden evvel buna ilişkin bazı hususların açıklanmasında fayda görülecektir.

Öncelikle 5510 sayılı sosyal sigortalar kanununun 13. Maddesine göre iş kazası sayılan haller aşağıdaki gibi sıralanmıştır:

- İşçinin ne şekilde yaralandığı ve öldüğünün herhangi bir önemi olmaksızın her türlü ruhsal ve bedensel zararlar, 

- İşçinin işveren tarafından görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi sırasında asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda maruz kaldığı fiiller,

- İşveren tarafından sağlanan bir araçla işyerine gidiş geliş sırasında meydana gelen her türlü kaza,

- Bu kanun dışında 4857 Sayılı İş Kanunun “Analık Halinde Çalışma Ve Süt İzni” başlıklı 74. Maddesi ile kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat süt izni verileceği düzenlenmiştir. Nitekim bu süre zarfında meydana gelen kazaların iş kazası kapsamına girdiği konusunda şüphe yoktur.

Meslek hastalığı ise; sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütümünden kaynaklı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal özürlülüktür.

Sosyal güvenlik sistemi tarafından iş kazası ve meslek hastalığı ya da herhangi bir haksız fiil sonucu ölenin geride kalan hak sahiplerine bağlanan aylıklar sırf sigortalının belirli bir süre çalışmış olmasının yahut prim ödeniş bulunmasının sonucudur. Bilakis destekten yoksun kalma tazminatı; iş kazası ve meslek hastalığından sorumlu tutulan ya da haksız fiili sebebiyle zarar verenin sırf bu ölüm olayının vuku bulması sebebiyle hak sahiplerinin bir nebze de olsa destek almalarını sağlamaya yöneliktir. Dolayısıyla destekten yoksun kalma tazminatlarının belirli bir süre sigortalı olma yahut prim ödemiş bulunmanın sonucu değildir. Bu tazminat ölen bir kişinin yaşarken destek verdiği kişilerin aldığı desteğin ölüm sebebiyle ortadan kalkması sonucunda destek alanların uğradıkları zarardır. Ölenin destek verdiği kişilerin hayatlarının ölüm sebebiyle kötüleşmemesi için kabul görmüş bir müessesedir.

Yukarda tezahür edilen ayrım dışında; ölenin çalışmasının karşılığı ve belirli bir süre ödemiş bulunduğu ölüm sigortası aylıklarının ile iş kazası ve meslek hastalığı ya da haksız eylem neticesinde meydana gelen zararın karşılığı mahiyetinde olan destekten yoksun kalma tazminatların hiçbir şekilde birbirlerine rücu edilmesine mahal vermeyecek derecede  de ayrılmasıdır. Zira bağlanan bu aylıklardan dolayı Kurum’un işverene yahut üçüncü kişilere rücu hakkı bulunmamaktadır. Yine zarar veren ya da zarardan sorumlu olan kişiler de ödemiş oldukları tazminatları hak sahiplerine bağlanmış olan bu aylıklara binaen rücu davasına konu edemeyeceklerdir.

Konuya ilişkin yasal düzenlemelere değinecek olursak:

- 5510 sayılı Yasa ile yürürlükten kalkmış bulunan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası’nın “ölüm sigortası” dalından gelir bağlanmasına ilişkin 65 ve sonraki hükümlerine göre, belli bir süre prim ödemiş olan sigortalı işçinin ölümü halinde hak sahiplerine ölüm sigortası dalından aylık bağlanır. Bağlanan bu aylıklar, aynı yasanın 23. Ve 24. Maddelerindeki “kaza sigortası” dalından bağlanan ve sigortalı işçinin belli bir süre prim ödemiş olması koşulunu gerektirmeyen gelirlerden farklıdır. Ölüm sigortasından bağlanan aylıklar, ödenen primlerin karşılığı olduğu içindir ki iş kazasıyla ilişkilendirilemez ve iş kazasının bir sonucu değildir.  Bu sebeple haksız eylemin yol açtığı zarardan ve bu zarara bağlı olarak hak sahiplerine ödenecek tazminattan indirilemez.

- Yine 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 32. Ve 34. Maddeleri de ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan aylıklar ile haksız eylem yahut iş kazası ve meslek hastalığı sebebiyle meydana gelen zarardan ve nitekim destekten yoksun kalma tazminatından indirilemez.

Diğer taraftan sigorta şirketleri ZMMS kapsamına bağlı olarak vuku bulan bir trafik kazasında kendisine başvuran sigortalıya bu kapsamda tazminat öderken Sosyal Sigorta Kurumundan kendilerine gelir bağlanıp bağlanmadığını sorgulama hakkı yoktur. Söz gelimi kurumun kendilerine rücu edeceğini ileri sürerek tazminat isteklerini geciktirmeleri veya tümden reddetmeleri yasaya aykırı ve suçtur. İşbu sebeplerle asıl olan sigorta şirketlerinin hak sahiplerine tazminat ödeme yükümlülüklerinin olması ve ödemeden sonra kurumun açacağı rücu davalarının herhangi bir dayanağının olmaması sebebiyle reddedilmesi gerektiği kanısındayız.

Nitekim Yargıtay 10. HD 31.03.2005 Tarih 2005/866 Esas ve 2005/3453 Sayılı kararı ile bu hususa açıklık getirmiştir. Şöyle ki;

Davacı, trafik iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuen ödetilmesini istemiştir. Davalı sigorta şirketinin zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında trafik sigorta poliçesinde kişi başına bedeni zarar limiti olarak belirtilen rakamı dava tarihinden önce hak sahiplerine ödediği iddiası varsa, bu iddianın yöntemince araştırılması gerekir. Davacı, trafik iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödememler nedeniyle uğranılan kurum zararının rücuen ödetilmesini istemiştir. Mahkeme ilamında belirttiği şekilde isteği hüküm altına almıştır. Hükmün, davacı ve davalılardan A.O.Sigorta A.Ş. Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Anılan sigorta şirketinin, zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında trafik sigorta poliçesinde kişi başına bedeni zarar limiti olarak belirtilen … liranın dava tarihinden önce hak sahiplerine ödendiği yönündeki savunması yöntemince araştırılmaksızın, mahkemece eksik inceleme sonucu rücu alacağının yazılı şekilde hüküm altına alınması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

…‘denilerek Kurum tarafından bağlanan aylıklar ile ölüm neticesinin gereği olarak hak sahiplerine ödenen tazminatların birbirinin yerini tutamayacak kadar ayrı tutulması gerektiği dairece vurgulanmıştır. 

Destekten yoksun kalma tazminatının bir diğer önemli hukuksal boyutu ise miras hukukuna ilişkin olmasıdır. Zira mirasın reddi müessesinin düşme sebepleri Türk Medeni Kanunu’nun “Ret Hakkının Düşmesi” başlıklı 610. Maddesinde sayılmış olup; bunlardan biri de mirasçılardan birinin terekenin olağan yönetimi dışında işler yapmak suretiyle tereke işlerine karışırsa, bu durum mirasçının mirası örtülü olarak kabul ettiğini gösterir ve mirasçının mirası ret hakkı sona erer. Ancak Sosyal Güvenlik Kurumunca ölüm sigortası dalından bağlanan aylıkların verilmesi ve hak sahiplerinin bu aylıkları almış olması tereke işlerine karışmak olarak değerlendirilemez. Yani dul ve yetim aylığı almak ret hakkının düşmesine yol açmaz.

Nitekim Yargıtay’ın 06.03.1978 tarihli içtihadı birleştirme kararında; “destekten yoksun kalma tazminatı” kişinin şahsına bağlı olduğunu, ölenin terekesine dahil olmadığını, mirasın reddedilmiş olması Sosyal Güvenlik Kurumlarınca bağlanan aylıkların alınmasına engel olmadığını, son tahlilde “destekten yoksun kalma” tazminatının bağımsız bir nitelik taşıdığını, mirasın reddedilmiş sayılmasının bu tazminatın talep edilmesine engel olmadığını belirtmiştir.

Netice itibariyle ölüm sigortasından bağlanan aylıklar, belirli bir süre sigortalı olmanın ve prim ödemiş bulunmanın sonucu olduğundan zarar verenin bu paradan yararlanması söz konusu olamaz. Zarar veren ya da zarardan sorumlu olan sorumlu olduğu miktarı hak sahiplerine ödemelidir. Ölüm sigortasından bağlanan aylıklar için Kurum’un rücu hakkı bulunmadığından işveren yahut üçüncü kişinin iki kez ödemesi gibi bir durum da söz konusu olamayacaktır. Dolayısıyla zarar veren ya da bu zararı poliçe gibi bir belgeyle taahhüt altına alan ve bu suretle ödeyen sigorta şirketleri Kurum’un rücu alacağından sorumlu tutulamayacaktır.

Stj. Av. Barış YALÇIN

Kaynakça:

TazminatHukuku.com/Çelik Ahmet Çelik-Araştırma Ve İnceleme

Tazminat Hukuku/barandoğan.av.tr