Meslek icra edenler hizmet alanlarla problem yaşadıklarında iki taraf da hakkını tüketici mahkemelerinde, Tüketici Kanununun gösterdiği usul ve esasa göre çözüyorlar. Hukuki gerçek taraflardan birinin tüketici, diğer tarafınsa hizmet veren olduğunu gösterse de; mesleklerin kendi mevzuatı aslında hizmet, hizmet sağlayıcısı ve tüketiciye bambaşka anlamlar yüklüyor. Sürekli olarak kutsanan meslek ilkeleri neticesinde meslek icra edenler, hizmetinin karşılığında maddi bir çıkar elde etse de, paranın ötesinde kazançları olduğuna inandırılıyor. Teknik olarak hizmet akdinin her nüvesinin olduğu iktisadi ilişki biçimini, var olduğu haliyle kabul etmemek için yönetmelikler ve disiplin kurulları oluşturulmuş. Mesleklerin mensupları tarafından uyulması gereken kriterlerinin olmaması gerektiği kimse tarafından söylenemez. Ancak meslek mensubunun kendinden bahsetmesini imkânsızlaştıran düzenlemeler, hukukla Anayasayla ve hayatın olağan akışıyla çelişki halindedir.
Kartvizitinin nasıl olacağına dahi karar veremeyen meslek mensupları, ortaya çıkmasında emeklerinin bulunduğu neticeye yabancılar. Dayatılan o zevksiz, estetik yoksunu kartvizit ve tabelalarla yetinmek zorundalar. Dahası hizmet almak üzere meslek mensuplarına başvuranlar da, onların yaptıkları işlere yabancı. Bunu tersine çevirecek kitlesel enstrümanlardan ise meslek mensupları zaten yoksun. Meslek odalarının halkla ilişkiler politikaları üretmeleri veya direkt meslekle ilgili reklam vermeleri için engel yok. Mesleklerin ne yaptığına dair pek fikri olmayan bilgi sahibi olmayanları bilgilendirebilir, bu kapsamda reklam vermek dahil her türlü aracı kullanarak, tv dizilerindeki “doktor, avukat” vs sadece sıfatlarıyla çağrılan meslek mensuplarının düşürüldüğü hale karşı, aynı araçlarla karşılık verebilir. Fakat bu konu odaların iç siyasetine giriyor ve bu yazının ilgi alanında değil.
Meselemiz reklam ve tanıtım yasağı. Günümüz dünyasında daha önce kamu hizmeti olarak ücretsiz ve asgari düzeyde verilen sağlık, adalet ve veterinerlik gibi hizmetler, zaman içerisinde sektörel hal aldı. Sağlık bu anlamda, adalet hizmetlerine göre çok daha hızlı bir biçimde ekonomik değer üretti ve değişti. Özel hastaneler, klinikler, sağlık merkezleri, diyaliz ve EMAR merkezlerine, sağlık yatırımı yapan yatırımcıları ortaya çıkartırken, muayenehaneler giderek azaldı veya bazı tedavilerin yapılabildiği butik sağlık tesisleri halini aldı. Hatta Sağlık sektörü öyle boyuta taşındı ki, sağlıkla hiçbir alakası olmayan şahıslar dahi ortaya çıkan ve adına “Sağlık Turizmi” denilen piyasadan pay almaya başladı. Bu anlamda sağlık ülkenin ihraç kalemleri arasına girdi. Ortaya çıkan bu yenilik neticesinde sektöre sermaye yatırımı yapmış olan sermayedar, Tabip Odası mevzuatının izin verdiği ölçüde reklam yapabilirken; sektöre emek ve eğitim yatırımı yapan hekimin reklam yasağı aynen devam etti ve ediyor. Meslek mensupları arasında haksız rekabete sebep olamamak üzere, eski çağların şartlarına göre düzenlenmiş mevzuat; hekimlerin rekabet etmek zorunda kaldıkları sektörün yeni aktörlerine karşı hekimleri adeta topal bıraktı.
Bu hür sağlık teşebbüslerinin yaptığı reklam ise, aslında hekimin ulaştığı netice, emek ve bilgi... Yani hekimin emeği, bilgisi ve eseri; sağlık yatırımcısı tarafından reklam ile duyurulabiliyor, fakat hekimin emeği hekime yasak ediliyor. Hekimin çalınan emeği, hür sağlık teşebbüsünün sermayesine dönüşüyor.
Tabip Odaları, hekimlerine reklam yasağı sebebiyle ceza yağdırmaya son hızla devam ederken, hekimleri istihdam edenler hiç değilse belirli çerçevede reklam yaparak, anayasal haklarını kullanıyorlar. Doktorların birbirleriyle rekabetini engelleyen meslek odası ise, hekimin sektörün diğer unsurlarıyla olan haksız rekabetini körüklüyor.
Adalet hizmetlerinin ise var oluşu itibariyle sağlık sektörüne benzer şekilde sektöre dönüşmesi birçok manada olanaksız olmasına rağmen, aynı zamanda da devletin sağladığı hizmetin ötesine geçen bir serüven izledi. Hukuk sistemimize giren tahkim ve arabuluculuk faaliyetleri bunlardan ikisi oldu. Yargılamanın yavaş yapıldığı ve istikrarsız kararların çıkabildiği mahkemelere, henüz tam manasıyla alternatif olmasa da; zamanla etkisini daha da arttıracaklarına kuşku yok. En azından ilk denemelerden önemli ölçüde memnun kalındığını sadece gözleme dayalı tecrübeyle ileri sürebilirim.
Adalet, henüz ülkemiz için değilse bile, başka ülkeler için çoktan ihracat kalemi olarak yerini aldı. Mesela, Dubai tahkiminin yetkili kılınarak İngiliz hukukunun uygulanacağının kararlaştırıldığı Türkiye’de mukim bir şirketle, Almanya’da mukim bir şirketin ihtilafını çözmek için taraflar Dubai tahkimine başvurdu. Tarafların kendi avukatlarının yanında İngiliz hukukunu bilen İngiltere barolarından birine kayıtlı avukata ulaşıldı ve ofisinden ayrıldığı anda saat/sterlin olarak ödenen vekâlet ücreti çoktan İngiliz bankalarının kasasına girdi. İngiliz avukata, avukatlık mesleğini kirletmeyecek şekilde yaptığı tanıtımlar üzerinden ulaşıldı. İngiliz hukukunun kendisi bu durumda ihraç kalemiydi.
Türkiye’de mukim bir takımın UEFA’da yaşadığı ihtilafın çözümünde, İsviçre’nin Lozan kentinde bulunan CAS’a (Spor Tahkim Mahkemesi) giden Türk takımının avukatlarının yanında, İsviçre usûl hukukunu bilen İsviçreli bir avukata da, aynı şekilde saat/Euro veya Frank olarak vekâlet ücreti ödendi. Türkiye’de henüz kararların ihraç edilebilecek bir emtia ve güvenilir, hızlı ve adil bir yargılamanın ülke ekonomisi için çok ciddi katkı sağlayacak bir üretim faaliyeti olduğu anlaşılamadı. Kamunun adalet hizmeti olarak baktığı ve asgari düzeyi dahi sağlamakta zorlandığı bu alan, tahkim gibi özel yargılamalarla doldurulabilir ve hatta doldurulmak zorunda. Uyuşmazlıkların kamunun sağladığı adalet hizmetinin tepede oluşturduğu içtihatlarla nasıl çözeceğini beklemek yerine, uyuşmazlığın taraflarının kendi uzlaşılarının veya hakem içtihatlarının üreteceği çözümü yargıya onaylatması; yargıda yaşanılan problemlerin giderilmesinde daha fazla katkı sunacak ve içtihat çeşitliliğini artıracaktır.
Yargılama faaliyeti Kamu hizmetinin ötesine geçerken ister istemez mesleğin etik kurallarında da bir kısım değişimler olacaktır. Kamunun tekel olarak sağladığı adalet hizmetine vatandaşı ulaştırmayı amaçlayan ve aslında “savunma” temelli mesleki faaliyet giderek değişiyor. Mesleğin en önemli silahı olan “savunma” baki ve güçlü kalmak kaydıyla, avukatlık ofisleri Arabuluculuk faaliyetiyle toplanma, tartışma ve uzlaşma alanlarına dönüşüyor. Ofislerde artık içtihatlar üretiliyor. Buna mukabil, mahkemelerinde giderek adalet hür teşebbüslerinin denetimi ve tanınması ile vazifeli hale geldiğini göreceğiz. Nitekim Bağımsız ve Özerk teşkilatların kararları temel olarak aslında bu şekilde denetimden geçiriliyor.
Benzeri sıkıntılar diğer meslek mensupları için de bulunuyor. Yeminli mali müşavir denetim şirketiyle rekabetinde topal kaldı mesela. Uluslararası dev firmalarla rekabet etme şansı; becerilerini, tecrübelerini anlatma şansı olmadığından, bir kısım mükelleflerini kaybediyor veya yenilerini kazanamıyor.
Reklam düzenlemesi meslek mensuplarının hakkıdır. Odaların, reklam veya tanıtım hakkını tamamen yasaklamak gibi bir yetkileri bulunmamaktadır. Odalar buna ölçü getirebilir, yönetmelikle çerçeve çizebilir, ihlal halinde disiplin cezalarına hükmedebilir fakat bir hakkın kullanımını yok edemez. Anayasal olarak “herkesin” yaptığı işi sahiplenme tanıtma ve yayma hakkı bulunmaktadır. Meslek erbabının da herkes gibi, Anayasanın “Bilim ve Sanat Hürriyeti” Başlıklı 27. Maddesi[1] kapsamında yaptığı bilimsel ve sanatsal çalışmayı, yaptığı işi yayma hakkı bulunmaktadır. Meslek mensubunun anayasal hakkı, Kanunla veya Yönetmelikle kullanılamaz hale getirilemeyeceğinden; meslek odalarının gerek kanunla yapılmış reklamı tamamen yasaklayan düzenlemeleri, gerekse de yönetmelikle aynı minvaldeki düzenlemeleri anayasaya aykırıdır. Mevcut düzenleme ve uygulamalar bir hakkın düzen içerisinde kullanılması değil, kullanılmaması üzerinedir.
Üstelik mevzuat alacağı önlemler bakımından çaresizdir. Reklam artık kişi istemese dahi yapılabilen bir vaziyet aldı. Arama motorları sizin işyerinizi haritalardan işaretleyerek, oylamaya sunuyor. Kişiler işyerinizle ilgili isteseniz de istemeseniz de yorumlar yaparak, beş yıldızdan müteşekkil beğeni kısmını, değerlendirmesine göre işaretleyerek sizi oyluyor ve yorum yapıyor. Veya arama motorunun gerisindeki yapay zekâ size ilgi olduğunu fark ederse, sitenizi veya bilgilerinizi üst sıralara otomatik olarak taşıyor. Kullanıcılara “bu site, makale, blog vs yardımcı oldu mu?” sorusu yöneltiyor ve gelen cevaba göre sizi kategorize ediyor. Benzeri aramalarda sizi muhatapla karşılaştırıyor.
Reklam için ister yapmak isteyin, ister uzak durun kaçış yolu bulunmuyor. Sizin arkanızdan sizi sürekli takip eden yapay zekâ; meslek mensubu adına reklam yapıyor. Üstelik bu reklamlar kişiye rağmen yapılan reklamlar olduğundan, manipülatif de olabiliyor. Meslek mensubu yukarıda bahsettiğimiz oylamada, kendisinden hiç hizmet almamış kişilerce değerlendirmeye tabi tutulabiliyor. Yani meslek mensupları arasında haksız rekabete neden olmamak için yapılan “yasaklamanın” kendisi şimdi haksız rekabete sebep oluyor.
Netice itibariyle, meslek erbabı aslında hiçbir sonuç doğurmayan, beyhude kalmış, yapay zekâya ve çağa yenilmek üzere olan mevzuatın, şu an ceremesini çekiyor. Sınırları, çerçevesi ve iş imkânları başkalaşan ve genişleyen meslekler, iktisadi faaliyetlerini daha fazla duyurmak istiyor. Bu amaçla meslek icra edenler arasından reklamı bir araç olarak tercih edenler ortaya çıkıyor. Tercih etmediği halde reklamı yapılanlar oluyor. Odaların ancak ihtiyari reklamları yasak etmeye yetecek mevzuatı, yapay zekânın reklam arzusuna bakmaksızın yaptığı reklamlara yenik düşüyor. İşte sadece bu yüzden dahi reklam yasaklarını oturup tekrar değerlendirip, organik zekâyı yapay olanın karşısına koyma gereği hasıl oluyor.
.
Av. Burak DİYARBAKIRLIOĞLU
------------------
[1] IX. Bilim ve sanat hürriyeti
MADDE 27-
Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.
Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.
Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir.





