Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde (ÖYM’lerde) iki önemli hukuki sorun vardı. Birincisi, “suç örgütü” kavramı; ikincisi, ”teknik takip” adı ile bilinen telefon dinleme ve teknik araçlarla izleme yöntemleri, bu mahkemeler kapsamında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda çok geniş kullanıldı. Maksat ise, sürekli kamu yararı ve hukuk düzeni olarak gösterildi. Oysa demokratik hukuk toplumunda, suçu önleme ve suçluyu bulup cezalandırmanın bir disiplini olmalı idi.

Unsurları oluşmadığı halde sırf kişi hak ve hürriyetlerine daha geniş müdahalede bulunulması ve ceza sorumluluğunun artırılması amacıyla, birçok soruşturmanın “suç örgütü” kapsamında değerlendirildiği görülmektedir. Çünkü suç örgütü kurmak, yönetmek ve örgüt üyesi olmak, unsurlarını ne kadar zorlaştırsanız da henüz eyleme dönüşmeyen ve fikri alanda kalan suçlardan olduğu için, eyleme dönüşmüş suçlara nazaran daha kolay iddia edilebilmektedir. Kanaatimizce suç örgütü, hem unsurları itibariyle somutlaştırılmalı ve hem de bağımsız bir suç sayılmak yerine suçların sadece ağırlaştırıcı sebebi sayılmalıdır.

ÖYM’ler, CMK m.250’de sayılan suçlarla sınırlı yargılama yapabilirdi. Özel yetkili savcılar ve mahkemeler; yalnızca terör, uyuşturucu, kara para örgütleri ile silahlı, cebir-şiddet ve tehdide dayalı amaç suçlar işleyen örgütlerinin yargılamalarını yapmakla yetkili kılınmış idi. Ancak “uzman mahkeme” olarak kurulduğu söylenen, fakat ağır ceza mahkemelerinde uzmanlaşma olmadığı için zamanla yetki sınırını aşmak suretiyle genel ceza mahkemesine dönüşen ÖYM’lerde, bireyin kanuni hakim/mahkeme güvencesinin dikkate alınmadığı görülmüştür.

Anayasal güvenceye göre, herkes suç olan eyleminden dolayı çıkarılması gereken hakim ve mahkeme önünde yargılanma hakkına sahiptir. 1961 Anayasası’nda “tabii hakim/mahkeme güvencesi” öngörüldüğü halde, insanların yargılanacakları mahkemelerin kanunla değiştirilebilmesi amacıyla şimdi “kanuni hakim/mahkeme güvencesi” kabul edilmiştir. Bu güvence bireye, mahkeme konusunda yeterli garanti sağlamasa da, en azından yargılanacağı mahkeme ile ilgili yasal dayanak olmasını öngörmektedir. Anayasa m.37 ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/1 uyarınca, bireyin yargılanması gereken hakim ve mahkeme huzuruna çıkarılma hakkı bulunmaktadır. Bu hak, dürüst yargılanma hakkı içinde kabul edilmektedir.  

Örneğin; CMK m.250 ile görevlendirilmiş ağır ceza mahkemeleri tarafından CMK m.250/1-b uyarınca yargılama yapılabilmesinin ön şartı, somut olayda çıkar amaçlı bir suç örgütü tarafından cebir ve tehditle işlenen amaç suçların varlığıdır. Bu hal dışında, özel yetkili ağır ceza mahkemeleri tarafından CMK m.250/1-b uyarınca yargılama yapılamaz.

Haksız iktisadi çıkar sağlamak amacıyla kurulan bir örgütün özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılama konusu olabilmesi için; öncelikle varlığı ispatlanmış bir suç örgütünün cebir ve tehdit unsurları birlikte kullanılan birden fazla amaç suç işlediğinin tespiti gerekir. Aksi halde, bir özel yetkili mahkemenin sırf suç örgütünün varlığını kabul etmek suretiyle işlediği iddia olunan amaç suçlardan yargılama yapabilmesi, gerek CMK m.250 hükmüne ve gerekse Anayasa m.37’de düzenlenen “kanuni hakim/mahkeme güvencesi” ilkesine açıkça aykırıdır.

Maalesef özel yetkili mahkemeler sürecinde, kamu düzeninden olan görev ve Anayasa m.37 ile teminat altına alınan yargılama yeri güvencesi dikkate alınmadı. İçinde “örgüt” geçen birçok soruşturma ve kovuşturma, iddia dayanaklı olsun veya olmasın, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz kapsama girsin veya girmesin özel yetkili savcılar ve mahkemelerce görüldü. Dolayısıyla, bu yargılama süreçlerinde uzmanlıktan uzaklaşıldı, kişi hak ve hürriyetleri açısından ise katı, sınırlayıcı yöntemlere başvurulması gündeme geldi.

İşte o yöntemlerden birisi de Türk Hukuku’nda içinden çıkılmaz bir hal alan “teknik takip”, yani bilinen adı ile telefon dinleme ve teknik araçlarla izleme yöntemleridir. Sınırsız ve süresiz yapılan teknik takipler, bu yolla elde edilen konuşma ve görüntüler üzerinden yapılan sübjektif yorum ve değerlendirmelerle insanlar aylarca, hatta yıllarca tutuklu kaldılar, cezalandırıldılar. Oysa ceza yargılamasında, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen somut ve dayanaklı deliller olmaksızın kimse tutuklanmamalı ve cezalandırılmamalı idi.  

       
Kimse, “hukuk düzeni” gerekçesiyle hukuka aykırılıkları gözardı edemez. Umarız gündeme gelen yasal değişiklikler, bu hataları gidermek noktasında kalıcı çözümlere yer verir, “hukuk devleti” ilkesini yıpratan sürekli ceza ve ceza yargılaması kanunu düzenleme alışkanlığımıza da “dur” der.

Son söz; esasında asıl sorun, Anayasa ve kanunlardan ziyade zihniyetimizde, “hukuk”, “adalet”, “eşitlik” ve “demokrasi” kavramlarına bakış açımızdan kaynaklanmaktadır. Uygulama sorunlarını düzeltmenin yolu ise, bu kavramların neden var olduklarını ve ne derece önem taşıdıklarını hepimizin anlayıp hazmetmesinden geçmektedir. Gerisi, sadece baki kalan kubbede hoş sözler olur.  


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)