Hukukçular siyasette yer almamalı ve yaftalanmış yargı olmamalıdır. Bu doğru, ama klişe sözleri söyler dururuz.

Siyaset, yargıyı ele geçirmek veya kontrolü altına almak ister, fakat bağımsız ve tarafsız yargı asla teslim olmaz. Hukukun üstünlüğü budur. Hukukçu, hakim, savcı ve avukat dahil siyasetin dışına çıkmalı, hukuku ve adaleti kendilerine amaç görmelidir.

Yeri gelmişken, avukatların birçok sorunu olduğu halde, bu sorunların gözardı edildiğini veya gündeme taşınamadığını, sürekli siyasi hesap ve çekişmelerle avukat haklarının korunamadığını görmekteyiz. Genç meslektaşların çok tedirgin olduğunu biliyorum. Elbette siyaset yapalım ve Ülkemizin sorunlarına duyarsız olmayalım. Ancak bunu yaparken de hukukçuluğun gereklerini ve avukatlık mesleğinin yaşadığı ciddi sorunları, örneğin diğer hukukçulara göre yaşadığı ayırımcılığı, eşit muamele görmeme sıkıntısını gözardı etmeyelim. Savunma çok önemlidir ve avukat da hak arama hürriyetinin temel direğidir.

Esas olan, halkın bağımsız ve tarafsız yargıyı istemesidir. Şu an yeni korku “paralel yapı” iddiası. Bu gerekçeden hareketle yargıya her türlü müdahale yapıldığı düşünülüyor. Yargı da, ya siyasetle hareket etmek zorunda kalıyor veya yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına birlikte hareket edilmesi gerektiğine inanıyor. Bunlar yanlış. Geçmişte “Kemalist yapı” veya “jüristokrasi”, şimdilerde “paralel yapı” gibi gerekçelerle yargıya müdahale edilmiş ve edilmektedir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı adına, hukukun üstünlüğünün, yani yargının siyaset dışına çıkarılmasının sağlanması amacıyla yasal düzenlemelerle müdahale bir nebze kabul edilebilir. Ancak bu güç değişimi, yargıyı ele geçirme, bağlı yargı yönünde cereyan ederse, asla kabul edilemez.

Yargıtay’a yapılan son müdahale kesinlikle iş yoğunluğu değildi. Bu müdahale Yargıtay’ın yapısına yönelikti. Yargıtay’ın tetkik hakimlerinin ve savcılarının seçimini tümü ile HSYK’ya bağlamak doğru olmadı. Netice itibariyle HSYK, hakim ve savcıların özlük işleri ve hakları konusunda “İdari Kurul” özelliği taşımaktadır. “Yüksek Mahkeme” sıfatına sahip Yargıtay’da görev alacak tetkik hakimlerinin yer ve yetkileri ile ilgili tasarruflarda, kanaatimizce ilgili dairenin, genel kurulların, Yargıtay Başkanı veya en azından Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun veya Yargıtay Başkanlar Kurulu söz sahibi olmalıdır.

Yerel mahkemelerde görev alacak hakim ve savcıların yer ve yetkilerin, önceden belirlenecek objektif ölçütlere göre HSYK tarafından belirlenmesinde, bu tasarruflara karşı yargı yolu açık olmak kaydıyla bir sakınca bulunmamaktadır. Bu ölçütler, ya kanunla veya HSYK’nın belirleyip bağlı kalacağı ilke kararlarında yer almalıdır. Sonuçta hakim ve savcıların yer ve yetkileri, ya halkın veya halk temsilcilerinin seçimi veya oluşturulan bir idari kurulca belirlenmelidir. Bizde bu sistem, HSYK tarafından işletilmektedir. Ancak 12.12.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6572 sayılı Kanunla, Yargıtay tetkik hakimleri ve savcıları yönünden HSYK’nın yetkilerinin artırıldığı, zaten Yargıtay üyelerini seçmekle yetkili HSYK’ya bir de tetkik hakimlerini sorgusuz sualsiz Yargıtay’da görevlendirme ve görevden alma yetkisinin verilmesi, yasal dayanağı olmasa da Yargıtay cumhuriyet savcılarının görevlendirilmesi veya görevden alınması ile ilgili Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan görüş alınması uygulamasından vazgeçilmesi, “bağımsız ve tarafsız yüksek mahkeme” sıfatıyla hareket etmesi gereken Yargıtay’ın, bir idari kurul olan HSYK’ya bağlandığı algısına yol açabilir.

Hukukçuların yetişmesi hiç kolay olmuyor. Bugün Yargıtay’ın yükünü tetkik hakimlerinin çektiği, dosya incelemelerini ve karar gerekçelerini yazdıkları bir gerçektir. Belki olması gereken de budur. Uzmanlaşmanın, liyakatın ve mesleki tecrübenin esas alınması, gerek “adalet” ve gerekse de “eşit muamele” ilkeleri açısından çok önemlidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ndan sorgusuz sualsiz, gerekçesiz, Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı’na ve Yargıtay Başkanı’na sorulmadan alınan ve yerleri değiştirilen tetkik hakimlerine bakmak gerekir. Gerçek gerekçe nedir ve doğru mudur? Umarım bu müdahale siyaseten veya başka sübjektif nedenlerle yapılmamıştır. “Paralel yapı” diyerek de yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını gözardı etmemek gerekir.

Türkiye’de vaziyet budur. Hukuk çağını yaşıyoruz. Batı demokrasisi ve hukuk düzeni bizim önümüzde. Batı hukuk düzeninin de eleştirilecek yanları olsa da, en azından o düzende bir istikrar, ahenk ve güven görmek mümkündür. Kural ve uygulamalar yap-boz tahtasına dönmez. Umarım biz de bir an önce hukuk ve yargı ile oynamaktan, hukuk ve yargıyı oraya buraya çekiştirmekten vazgeçeriz.

Son söz; yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının bir şartı da; hakim ve savcıların yer ve yetki güvencelerinin olması, atamalarda liyakat, mesleki birikim, tecrübe ve başarının esas alınması, "hizmet gereği" gibi dayanaksız nedenlerle hakim ve savcılarının yer ve yetkilerine müdahale edilmemesidir. Buna bir anlamda “yetki ve coğrafi teminat” denilebilir. Bu teminatın, savcılar yönünden adliye içinde de, yani işbölümü yönünden de sağlanması dikkate alınmalıdır.

Elbette yargı mensubu olmak, yargı yetkisinin keyfi veya kötüye kullanılmasına tolerans gösterilmesi anlamını taşımaz. Bununla birlikte, Türk Milleti adına Anayasa ve kanunlardan kaynaklanan yetkilerini kullanan, hukuk kural ve kaidelerini uygulamak suretiyle uyuşmazlıkları çözen yargı mensubuna da, talep ve kararlarının beğenilmemesi nedeniyle müdahale edilemez. Yargı mensubu, kimseye bağlı değildir. Yargı mensubu; iktidara ve hatta Devlete de bağlı değildir. Yargı mensubu, hukuka uygun yol ve yöntemleri kullanarak, maddi hakikate ve adalete ulaşmaya çalışır. Yargı mensubunun "kuvvetler ayrılığı" ilkesi içinde yeri budur, yani hukukilik denetimi yapmaktır. Yargı mensubuna güvenmek ve onun denetimden de kimseyi kaçırmamak gerekir. Aksi halde, hukuk devleti olamazsınız.

Her insanın dini, vicdanı, ideolojisi kendisinedir. Bir görüşe veya inanca sahip olmaktan veya hareketi desteklemekten veya desteklememekten dolayı kimse ötekileştirilmemeli, dışlanmamalı, cezalandırılmamalı ve kimse de görevinden kaynaklanan yetki ile sübjektif duygu, düşünce, görüş ve inançlarını birbirine karıştırıp tarafsızlığını ve dürüstlüğünü kaybetmemelidir. Bu tespitler, özellikle yargı camiası bakımından çok önemlidir.

En son söz; üç kelime ve 21 harften oluşan “Adalet Mülkün Temelidir” sözü çok önemlidir. Bu temel esas ancak; yukarıda işaret ettiğimiz “hukukun üstünlüğü” ve “hukuk bilinci” ile sağlanabilir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)