Son 10 yılda Arap ülkelerinde meydana gelen olaylardan en fazla etkilenen ülkelerin başında Suriye gelmektedir. Ülke nüfusunun neredeyse %60’dan fazlası ülkeyi terk etmiş, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere başka ülkelere göç etmiştir. Suriye’de devam eden savaş ve beraberinde getirdiği kitlesel göçün sosyal, siyasi ve iktisadi sorunların yanında, hukuki birçok soruyu gündeme getirdiği bir gerçektir. “Türkiye’de bulunan Suriyelilerin hukuki statüsü nedir?” sorusunun 2019 yılında güncelliğini koruduğu görülmektedir.

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 20.12.2018 tarihinde yaptığı açıklamaya göre; İstanbul’da 557 bin 694, Türkiye genelinde ise 3 milyon 618 bin 624 Suriyeli bulunmaktadır. Bu kişilerin yüzde 47,6’sı 0-18 yaş aralığındadır. Sayıların sadece kayıtlı rakamları ifade ettiği gözönüne alındığında, gerçek rakamların, yani ülkemizde fiilen bulunan Suriyeli sayısının resmi rakamların çok üzerinde olduğu iddiası ise işin bir başka boyutudur. Bu tür bir belirsizliğin evleviyetle; hukuk düzeni, güvenlik, sınırlı kaynaklara sahip Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomisi ve demografik yapısı ile ilgili ciddi sorunlara yol açabileceği izahtan varestedir.

Peki, Türkiye’de bulunan yaklaşık 4 milyon Suriyeli’nin hukuki statüsü nedir?

Bu soruya cevap vermek için farklı uluslararası koruma statülerini incelemek gerekir. Uluslararası koruma çeşitleri beş grup halinde sınıflandırılabilir. Bunlar; mültecilik, sığınmacılık, şartlı mültecilik, ikincil koruma, geçici korumadır.

1- Mültecilik

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin m.14/1’e göre; Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir”.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi; “mültecilik” statüsünü, zulüm gören her kişinin talep edebileceği evrensel bir hak olarak tanımıştır.

Mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin temel iki uluslararası sözleşme vardır. Bunlar 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 New York Protokolüdür.

Birleşmiş Millet Genel Kurulu’nun 14.12.1950 tarihinde kabul ettiği “Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme” (1951 Cenevre Sözleşmesi) 28.07.1951 tarihinde Cenevre’de imzalanmıştır. Türkiye’nin; 24.08.1950 tarihinde şartlı olarak onayladığı bu Sözleşme, 05.09.1961 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin şartlı olarak imzaladığı bu Sözleşmeye koyduğu çekinceye göre;

“Bu Sözleşmenin hiçbir hükmü, mülteciye Türkiye’de Türk uyruklu kimselerin haklarından fazlasını sağladığı şekilde yorumlanamaz”.

Türkiye Cumhuriyeti; 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni imzalarken koyduğu bu şarta, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun (YUKK’nın) “Hak ve yükümlülüklere ilişkin genel ilkeler” başlıklı 88. maddesinin 2. fıkrasında da yer vermiştir.

YUKK m.88/2’ye göre;

(2) Başvuru sahibine, başvurusu reddedilen veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişilere sağlanan hak ve imkanlar, Türk vatandaşlarına sağlanan hak ve imkanlardan fazla olacak şekilde yorumlanamaz”.

“Mülteci” kavramının tanımı, 1951 Cenevre Sözleşmesinin “Genel Hükümler” başlıklı m.1/A-2’de yapılmıştır. Bu maddeye göre “mülteci”;

“1 Ocak 1951'den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da sözkonusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen veya tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya sözkonusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsı” ifade eder.

Aynı maddenin B fıkrasına göre;

“(1) İşbu Sözleşmenin amaçları bakımından kısım A, Madde 1'deki ‘1 Ocak 1951'den önce meydana gelen olaylar’ ifadesi, ya,

(a) ‘1 Ocak 1951'den önce Avrupa'da meydana gelen olaylar’ veya (b) ‘1 Ocak 1951'den önce Avrupa'da veya başka bir yerde meydana gelen olaylar’ anlamında anlaşılacak ve her Taraf Devlet bu Sözleşmeyi imzaladığı, tasdik ettiği veya ona katıldığı sırada bu Sözleşmeye göre taahhüt ettiği yükümlülükler bakımından bu ifadenin kapsamını belirten bir beyanda bulunacaktır.

(2) (a) şıkkını kabul eden her Taraf Devlet, herhangi bir zamanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ne göndereceği bir notla, (b) şıkkını kabul ettiğini duyurarak yükümlülüklerini genişletebilir”.

Madde metninden de anlaşılacağı üzere Sözleşme kapsamında olan kişilerin 1 Ocak 1951 tarihi öncesinde ve Avrupa’da gerçekleşen olaylar sonucunda mağdur olmuş olması gerekmektedir. Bir başka ifadeyle Sözleşmede hem tarihsel hem de coğrafi şart bulunmaktadır. Ancak aynı maddenin B fıkrası bu kısıtlamayı genişletmiştir. B fıkrası uyarınca; “1 Ocak 1951'den önce meydana gelen olaylar" ifadesi, ya,"1 Ocak 1951'den önce Avrupa'da meydana gelen olaylar” veya" 1 Ocak 1951'den önce Avrupa'da veya başka bir yerde meydana gelen olaylar" anlamında anlaşılacak ve her Taraf Devlet bu Sözleşmeyi imzaladığı, tasdik ettiği veya ona katıldığı sırada bu Sözleşmeye göre taahhüt ettiği yükümlülükler bakımından bu ifadenin kapsamını belirten bir beyanda bulunacaktır.

İlk ifadeyi kabul eden her Taraf Devlet, herhangi bir zamanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ne göndereceği bir notla, ikinci ifadeyi kabul ettiğini duyurarak yükümlülüklerini genişletme hakkına sahiptir. Bahsi geçen maddenin B fıkrası, sözleşmede yer alan coğrafi şartın kaldırılabilmesinin önünü açmıştır. Ancak tarihsel şart halen geçerliliğini korumaktadır.

Nüfus hareketlerinin devam etmesi sonucunda 1967 yılında; New York’da “New York Protokolü” olarak da adlandırılan “1951 Sözleşmesine Ek Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Protokol” kabul edilmiştir. Sözkonusu Protokol ile birlikte mülteci tanımlamasından "1 Ocak 1951'den önce meydana gelen olaylar sonucunda” ve "sözkonusu olaylar sonucunda" ifadesi çıkarılmak suretiyle tarihsel şart kaldırılmıştır. Aynı zamanda “Taraf Devletler, işbu Protokolü, hiç bir coğrafi sınırlama yapılmaksızın uygulayacaklardır.” denilerek, mülteci sayılmak hususunda getirilmiş olan coğrafi şart da kaldırılmıştır[1].

Türk Hukuku’nda “mülteci” kavramının tanımı 1951 Cenevre Sözleşmesine bağlı kalarak, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 61. maddesinde yapılmıştır.

6458 sayılı YUKK m.61’e göre “mülteci”;

“Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da sözkonusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir”.

Özetle kişinin “mülteci” sıfatını kazanması için;

- Olayın Avrupa ülkelerinden birisinde meydana gelmesi,

- Irkından, dininden, tabiiyetinden, belli bir toplumsal gruba mensubiyetinden veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından korkması,

- Korkusunda haklı olması,

- Ülkesi dışında bulunması,

- Bulunduğu ülkenin korumasından yararlanamaması veya sözkonusu korku nedeniyle korumadan yararlanmak istememesi,

Gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti; hem 1951 Cenevre Sözleşmesine ve hem de 1967 New York Protokolüne katılmıştır. Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti kendi iç hukukunda “mülteci” kavramını tanımlarken, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde yer alan tarihsel sınırlamayı kaldırmış, ancak coğrafi sınırlamayı kaldırmamıştır. Bir başka ifadeyle Türkiye Cumhuriyeti; Avrupa ülkeleri dışından ülkesine gelen kişileri “mülteci” olarak tanımamıştır. Dolayısıyla Türkiye’de yaşayan Suriyeliler, geldikleri ülkenin Avrupa’nın dışında kalması nedeniyle “mülteci” olarak nitelendirilemez. Güncel hayatta en çok kullanılan tabir “Suriyeli mülteci” şeklindedir, ancak Suriye’den göç eden kişilerin “mülteci” olarak adlandırılması bu sebeplerle mümkün değildir.

2-Sığınmacı

1994 yılında yayımlanan Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik m.3’de “sığınmacı” kavramının tanımı yapılmış olup, bu madde daha sonra ilga olmuştur.

Sığınmacı; “Irkı, dini, milliyeti, belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceleri nedeniyle takibata uğrayacağından haklı olarak korktuğu için vatandaşı olduğu ülke dışında bulunan ve vatandaşı olduğu ülkenin himayesinden istifade edemeyen veya korkudan dolayı istifade etmek istemeyen ya da uyruğu yoksa ve önceden ikamet ettiği ülke dışında bulunuyorsa oraya dönmeyen veya korkusundan dolayı dönmek istemeyen yabancı” olarak tanımlanmıştır.

Dikkat çekicidir ki mülteci ve sığınmacı kavramının tanımı coğrafi sınırlama dışında aynıdır. Bu durum Türkiye’nin Avrupa dışından gelen kimselere “sığınmacı” statüsü verme isteğini göstermektedir; zira Türkiye hukuki olarak sadece Avrupa’dan gelen kişilere mülteci statüsü vermektedir[2]. Ancak aşağıda açıklanacağı üzere 2013 yılında yayımlanan 6458 tarihli “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” m.62 bu hükmü dolaylı olarak anlamsız hale getirmiştir. Bir başka ifadeyle; Türk Hukuku’nda “sığınmacı” statüsünün yerini “şartlı mülteci” almış, şartları ise 6458 sayılı Kanunda düzenlenmiştir.

Uluslararası hukukta “sığınmacı”; mülteci statüsü kazanmak için başvuruda bulunmuş, ancak başvurusu hakkında henüz karar verilmemiş olan kişileri ifade eder. Basit bir ifade ile sığınmacı, mülteci olma yolunda olan kişidir.

Yukarıda da bahsettiğimiz üzere İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi m.14 uyarınca “Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir”.

Bu hakkın etkin bir biçimde kullanılabilmesi amacıyla 1951 Cenevre Sözleşmesi m.33’de; “Hiçbir Taraf Devlet; bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade etmeyecektir.”

Şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir. Bu duruma “geri göndermeme” ilkesi[3] adı verilir.

“Sığınmacı statüsü”; geri göndermeme yasağı uyarınca, başvuru süresi sonuçlanana kadar geçirilen geçici bir statüdür. “Sığınmacı” olabilmek için “mülteci” statüsünde sayılmak üzere başvuru yapmış olma şartı aranır. Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfusun mülteci sayılmasının mümkün olmadığını daha önce de belirtmiştik. Bu sebeple; Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfusun mülteci statüsüne geçişi mümkün olmadığından, sığınmacı sayılması da mümkün değildir[4].

3- Şartlı Mültecilik

Türk Hukuku’nda “şartlı mülteciliğin” tanımı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda yapılmıştır.

YUKK m.62’ye göre; “Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da sözkonusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya sözkonusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında şartlı mülteci statüsü verilir. Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mültecinin Türkiye’de kalmasına izin verilir”.

Özetle; kişinin şartlı mülteci statüsünü kazanmak için,

- Olayın Avrupa dışındaki bir ülkede meydana gelmesi,

- Irkından, dininden, tabiiyetinden, belli bir toplumsal gruba aidiyetinden veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından korkması,

- Korkusunun haklı olması,

- Ülkesi dışında bulunması,

- Şartlı mülteci statüsü almak için başvuran yabancının ülkesinin diplomatik himayesinden yararlanamaması ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istememesi,

- Üçüncü ülkeye yerleştirilmesi,

- Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar geçici ikamet izninin verilmesi,

Gerekmektedir.

Görüldüğü üzere şartlı mülteci ile sığınmacı kavramı benzer olmakla birlikte aynı değildir; zira sığınmacı başvurduğu ülkede kalabilmek adına başvuru yapmıştır ve bunun sonucunu beklemektedir[5]. Bekleme süresi sonucun açıklanması ile son bulur. Sonucun olumlu olması durumunda “sığınmacı” “mülteci” statüsünü kazanacaktır. Bu noktada sığınmacı ile mülteci arasındaki ince fark şöyle ifade edilebilir: Her sığınmacı “mülteci” değildir, ancak her mülteci başlangıçta sığınmacı statüsüne sahiptir[6]. Şartlı mülteci için böyle bir durum sözkonusu değildir. Şartlı mülteci üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek üzere beklemektedir. Bu bekleme sonucunda Türkiye’den mülteci statüsü kazanması mümkün değildir. Bekleme süresi güvenli üçüncü bir ülkeye yerleştirme ile sonlanacaktır.

Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfus için şartlı mülteci tanımlaması kullanmak doğru olmayacaktır; zira şartlı mülteci statüsü alabilmek için öncelikle statü belirlemesinin yapılması gerekir. Buna karşılık, Suriyeli nüfusun ülkemize gelişi kitlesel akım şeklinde gerçekleşmesi ile statü belirleme işlemini imkansız kılmıştır[7]. Hali hazırda ülkemizde yaşayan Suriyeli nüfusun üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek üzere beklediğinden bahsetmek de mümkün değildir. Her iki sebepten dolayı Türkiye’de yaşayan Suriyeli kişiler şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyecektir[8].

4- İkincil Koruma

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 63.maddesine göre, “Mülteci ve şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikametgah ülkesine geri gönderildiği takdirde ölüm cezasına mahkum olacak veya ölüm cezası infaz edilecek olan, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak olan, uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak, olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korunmasından yararlanamayan veya sözkonusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir”.

Görüldüğü üzere ikincil koruma; mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, fakat menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde;

1- Ölüm cezasına mahkum olacak veya ölüm cezası infaz edilecek,

2- İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak,

3- Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak, olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye,

Statü belirleme işlemleri sonrasında verilen statüyü ifade eder.

Örneğin, şeriat kurallarının geçerli olduğu bir ülkede evlilik dışı cinsel ilişkiye girdiği için recim cezasına çarptırılarak taşla öldürülecek olan bir kadının ölümden kaçmak için Türkiye’ye sığınması halinde ona verilebilecek olan koruma statüsü ancak ikincil korumadır[9].

Yukarıda yer verdiğimiz şartlar dikkate alındığında, Türkiye’de bulunan Suriyelilerin “ikincil koruma” kapsamında olduğunu söylemek yerinde olmayacaktır.

5- Geçici Koruma

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 1994 yılında yaptığı tanımına göre “geçici koruma”; kitlesel akım durumlarında, uluslararası korumaya ihtiyaç duyduğu kabul edilen insan gruplarına veya kategorilerine sığınma sağlamak için, en azından başlangıçta, bireysel mülteci statüsünü vermeksizin başvurulan bir araçtır. Geçici koruma; temel insan haklarına saygılı olmayı içermektedir, ancak bu koruma aracı, kısa süreli ve göçün ilk aşamasında sunulan acil bir koruma yöntemi olması nedeniyle, 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 New York Protokolü uyarınca iltica hakkı verilen mültecilere tanınacak olan korumadan daha sınırlı haklar ve ayrıcalıklar sağlamaktadır.

Geçici koruma prosedürü tatbik edildiğinde; insan hakları ihlallerinden ve silahlı çatışmalardan kaçan çok sayıda insana gerekli korumayı sağlamak amacıyla esnek ve pragmatik yöntemler uygulanır ve sığınmaya ilişkin prosedürler gözardı edilir. Burada sığınma prosedürlerinin askıya alınma sebebi fiziki imkansızlıktır[10]. Çünkü geçici koruma kavramı bir ani akın zamanında kullanılabilir. Ani akın veya kitlesel akın, tanımlanması yapılmış bir olgu değildir. Ancak ani akınının taşıması gereken şartlar BMMYK tarafından belirlenmiştir.

BMMYK’nın 2004 yılında yayınladığı Nota[11] göre bir durumun ani akın sayılabilmesi için aşağıda yer alan şartların bazılarını veya tamamını taşıması gerekir[12];

- Uluslararası sınır üzerinden gelen önemli sayıda insan olması;

- Gelen insanların varış oranının hızlı olması;

- Ev sahibi ülkelerin, özellikle de acil durumlarda, tepki kapasitesinin veya absorpsiyon oranının yeterli olmaması;

- Bireysel sığınma prosedürleri var olan yerlerde, bu kadar çok sayıda başvurunun değerlendirilmesiyle başa çıkılamaması;

Avrupa Birliği ise, 2001 tarihinde geçici koruma ile ilgili düzenleme yapma yoluna gitmiştir. Bu düzenlemede Yugoslavya krizinden bahsedilmiş ve o dönem ortaya çıkmış olan problemler gözönünde bulundurulmuştur.

Avrupa Birliği Hukuku’nda geçici korumanın hukuki altyapısını “Yurdundan ayrılmaya zorlanmış kimselerin kitlesel sığınma durumunda geçici koruma sağlamak için asgari standartlar hakkında ve üye Devletler arasında bu tür insanları ülkeye kabul etmesi ve sonrasında bunun sonuçlarına katlanmasına ilişkin olarak 20 Temmuz 2001 tarihli ve 2001/55/EC (AT) sayılı Avrupa Konseyi Direktifi” (Geçici Koruma Direktifi) oluşturmaktadır.

“Geçici koruma” kavramı Direktifin 2. maddesinin (a) fıkrasında; “Üçüncü ülkelerden gelen ve kendi ülkelerine geri dönemeyen yurdundan ayrılmaya zorlanmış kimselerin kitlesel sığınması ya da yakın bir kitlesel sığınma tehlikesi durumunda, özellikle de sığınma sisteminin bu akınla, etkili işleyişi olumsuz biçimde etkilenmeksizin başa çıkamayacağına dair bir riskin bulunması durumunda, ilgili kişilerin ve koruma talep eden diğer kimselerin menfaatleri doğrultusunda bu tür kişilere acil ve geçici koruma sağlanması” olarak tanımlanmaktadır.

Türk Hukuku’na geçici koruma” kavramı 2014 yılında girmiştir. Bu dönemde geçici koruma ilk olarak Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 4. Bölümünde düzenlenmiştir.

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun “Geçici koruma” başlıklı 91. maddesi uyarınca,

“Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir”.

Geçici korumanın tam anlamıyla tatbik edilmesi 2014 “Geçici Koruma Yönetmeliği” ile mümkün kılınabilmiştir.

Geçici Koruma Yönetmeliği 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.

Yönetmelik m.3/1-f’ye göre “geçici koruma”;

“Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan korumayı” ifade eder.

“Geçici koruma sağlanacak yabancılar” başlıklı m.7’ye göre;(1) Geçici koruma; ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılardan haklarında bireysel olarak uluslararası koruma statüsü belirleme işlemi yapılamayan yabancılara uygulanır.

(2) Geçici koruma, Bakanlar Kurulu tarafından aksi kararlaştırılmadıkça, geçici koruma ilanının geçerliliğinden önce, geçici koruma ilanına esas teşkil eden olayların olduğu ülkeden veya bölgeden ülkemize gelmiş olanları kapsamaz.

(3) Geçici korunanlar, Kanuna göre belirlenen uluslararası koruma statülerinden herhangi birini doğrudan elde etmiş sayılmaz”.

Madde metinleri değerlendirildiğinde görülmektedir ki ilgili düzenleme Türkiye’de yaşayan Suriyeli nüfusun hukuki statüsünü belirleme amacı taşımaktadır. Bireysel olarak değerlendirilemeyen ve statüsü belirlenemediği için şartlı mülteci veya ikincil koruma statüsünde yer alamayan kişiler, bu düzenleme ile geçici koruma kapsamında sayılacaktır.

Geçici koruma kararının alınması; Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından alınır. Geçici korumanın yöntemi ve uygulanmasına dair usul ve esaslar Kurul tarafından belirlenir ve ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından uygulanır.

Geçici Koruma Yönetmeliği m.22 ve m.25 uyarınca; geçici koruma almak üzere kayıt işlemleri tamamlananlara, valilikler tarafından geçici koruma kimlik belgesi düzenlenir. Geçici koruma kimlik belgesi; Türkiye’de kalış hakkı sağlar, Kanunda düzenlenen ikamet izni veya ikamet izni yerine geçen belgelere eşdeğer sayılmaz, uzun dönem ikamet iznine geçiş hakkı tanımaz, süresi ikamet izni toplamında dikkate alınmaz ve sahibine Türk vatandaşlığına başvuru hakkı sağlamaz. Geçici koruma altında bulunanların Türk vatandaşlığı gündeme gelmeyecektir. Vatandaşlık için öngörülen yasal şartlar gerçekleşmeden Türk vatandaşı olabilmek mümkün değildir.

Geçici Koruma Yönetmeliği m.29’a göre;

“(1) Geçici korunanların çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar, Bakanlığın görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir. (2) Geçici koruma kimlik belgesine sahip olanlar, Bakanlar Kurulunca belirlenecek sektörlerde, iş kollarında ve coğrafi alanlarda (il, ilçe veya köylerde) çalışma izni almak için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurabilir. (3) Yabancıların çalışamayacağı iş ve mesleklere ilişkin mevzuatta yer alan hükümler saklıdır. (4) Geçici korunanlara verilen çalışma izinlerinin süreleri, geçici korumanın süresinden fazla olamaz. Geçici koruma sona erdiğinde, bu kapsamda verilen çalışma izni sona erer. (5) Geçici korunanlara verilen çalışma izni, Kanunda düzenlenen ikamet izinleri yerine geçmez”.

Geçici koruma sağlanan yabancıların çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar; Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu m.91 ve Geçici Koruma Yönetmeliği m.29’a dayanarak çıkarılan ayrı bir yönetmelikte düzenlemiştir. 15.01.2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik m.4’e göre;

(1) Geçici koruma sağlanan yabancılar, çalışma izni olmaksızın Türkiye’de çalışamaz veya çalıştırılamaz.

(2) Çalışma izni olmaksızın çalışan geçici koruma sağlanan yabancılar ile bunları çalıştıranlar hakkında 27/2/2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun ilgili hükümleri uygulanır”.

Aynı Yönetmeliğin 5. maddesine göre ise;

“(1) Geçici koruma sağlanan yabancılar, geçici koruma kayıt tarihinden altı ay sonra çalışma izni almak için Bakanlığa başvuruda bulunabilir”.

Sonuç olarak;

Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunan Suriyeliler “mülteci” değildir. Bu kişiler, geçici koruma altında olup, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile bu Kanunu dayanak alarak çıkarılan Geçici Koruma Yönetmeliğine tabidirler. Geçici koruma statüsüne sahip olan Suriyelilerin çalışmaları mümkündür ve çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar, Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik’te düzenlenmiştir. Yukarıda yer verdiğimiz ve geçici koruma altında olan Suriyelilerin tabi olduğu Kanun ve Yönetmelik maddeleri hiçbir koşul altında Türk vatandaşlarına sağlanan hak ve imkanlardan fazla olacak şekilde yorumlanamaz. Türkiye Cumhuriyeti, 1951 Cenevre Sözleşmesi ve Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na koyduğu şartla bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuştur. Bu noktada her türlü aksi uygulama, “hukuk devleti” ve “kanunla bağlılık” ilkelerine zarar verecektir.

Son söz;

Türkiye Cumhuriyeti, 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaş sonrasında bugüne kadar eşi benzeri az görülen bir göç dalgası ile karşı karşıya kalmıştır. 2011 yılından 2015 yılına kadar izlenen politikanın Suriye’nin toprak bütünlüğünü ortadan kaldıracağını ve bu durumun bizim için ciddi tehlike, bazı devletlere fayda sağlayacağı anlaşılmakla, Türkiye Cumhuriyeti’nin isabetli bir şekilde Suriye politikasında değişikliğe gittiği, kendi ulusal güvenliğini ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü gözettiği ifade edilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti topraklarında bulunan Suriyelilerin tekrar anavatanlarına dönmeleri için yapılması gereken, Suriye’de güvenli ortamın sağlanması ve Suriye Arap Cumhuriyeti’nin de içinde olacağı bir mutabakatın yapılması zorunlu gözükmektedir. İktisadi, hukuki, sosyal ve güvenlik sorunlarını çözmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin; ilk başta izlediği açık kapı politikası sonucunda maruz kaldığı ani kitle akını karşısında, bugün bu politikadan vazgeçse de ülkede barınan ve takipleri çok güç olan yabancılar nedeniyle birçok sorunu uzun süreye yaşamaya devam edeceği tartışmasızdır.

.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Filiz Demirbüker

.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

----------------------------

[1] İsmail Sarıteke - Ömer Fuad Kahraman- Abdullah Aydın, Turkish Studies Volume 13/7, Winter 2018,”Türkiye’deki Suriyeli Nüfusun Hukuki Statüsü İle İlgili Bir Analiz”, s.391.

[2] İsmail Sarıteke - Ömer Fuad Kahraman- Abdullah Aydın, a.g.e., s.392.

[3] Belirtmek isteriz ki bu ilke mutlak olmayıp, istinasları mevcuttur.

[4] İsmail Sarıteke - Ömer Fuad Kahraman- Abdullah Aydın, s.392.

[7] İsmail Sarıteke - Ömer Fuad Kahraman- Abdullah Aydın, s.393.

[8] İsmail Sarıteke - Ömer Fuad Kahraman- Abdullah Aydın, s.393.

[9] Nuray Ekşi, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Hukuku, 4. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul, 2016, s.163.

[11] Conclusion on International Cooperation and Burden and Responsibility Sharing in Mass Influx SituationsConclusion on International Cooperation and Burden and Responsibility Sharing in Mass Influx Situations No. 100 (LV) - 2004.