Kapitalizmin dünyanın en ücra köşesine kadar ulaşmasıyla birlikte küçülen ve küreselleşen dünyamızda çok ciddi bir çevre kirliliği yaşanıyor. Küresel ekonomilerin insanlığa yönelik pek çok tehdidinin başında bugün küresel çevre kirliliği problemi yer alıyor. Kapitalizmin dünya sahnesinde boy gösterdiği ilk günden bu yana, yani kapitalizmin ilk veçhesi olan vahşi kapitalizmden son veçhesi olan küresel kapitalizme kadar kapitalizm sadece ve sadece kâra odaklandığı için insanlığa ve doğaya verebileceği zararları asla uzun vadeli düşünmemiştir. Kapitalizmin kar ve zarar üzerinden doğayla kurduğu ilişki hiç de doğal bir ilişki değildir. Kapitalizm için kar getirmeyen herhangi bir şeyi muhafaza etmenin hiçbir anlamı yoktur; aksine kar getirecek herhangi bir şeyi ise son zerresine kadar sömürmekte hiçbir beis görmez.

Hayat başta olmak üzere dünyadaki her şey sonluyken, küresel tüketim çağında kapitalizm insanlığı ve doğayı sonsuz bir üretim ve tüketim girdabına sokmuştur. Oysa çevresel ve iklimsel bütün veriler bunun insanlığın en trajik yanılgısı olduğuna işaret etmektedir.

Hava, su, toprak ve okyanuslar gezegenimizin can çekiştiğini, yanan ormanlar ve eriyen buzullar biyolojik çeşitliliğin hızla yok olduğunu bize her gün hatırlatırken bu felaketten bir an evvel geri dönebilmek için doğayla ilişki kurma tarzımızı yeniden gözden geçirmeye mecburuz. Tehlike çanları insanlık için çalarken bunu hiç üzerimize alınmayıp doğayla olan ilişkimizi hala kâr-zarar üzerinden kuramayız. Bu sürdürülebilir bir şey olmadığı için doğa bize bunun bedelini ödetecektir. Unutmayalım ki bu dünya insanlık yokken de var idi ve korkulan o ki, bir gün insanlık yok iken de dünya var olacaktır.

Her devletin yurttaşlarına karşı asli sorumluluğu her vatandaşının temiz bir toprak üzerinde, temiz bir havada ve temiz bir çevrede sağlıklı bir şekilde yaşamasını sağlamaktır. Yurttaşlarından vergi alan devlet, yurttaşlarının yaşama alanlarının korunmasını da garanti altına alıyor demektir. Çünkü aksi bir durumda devlet bütün meşruiyetini aldığı yurttaşlarıyla kendisi arasındaki toplumsal sözleşmeyi yok sayıyor demektir.

Devlet vergilerini düzenli olarak aldığı yurttaşlarını, pislik içinde bir denizde, kirlenmiş tarım arazilerinde, zehirlenmiş su kaynaklarında yaşamaya mahkûm edemez. Çünkü bir ülkede doğal kaynakların kirlenmesi önce o ülkenin yurttaşlarını ama neticede bütün ülkeyi ve devleti fakirleştirir.

Batı toplumları kendi tarihlerinde dünyanın geri kalan coğrafyalarından daha evvel modernleştiği ve sanayileştiği için bu tarz çevre meselelerinde bizden hem daha tecrübeli hem de daha özenlidirler. Oysa gelişmekte olan ülkelerde devletin çevreyi koruyan kurumlarına ve düzenlemelerine rağmen çevre kirliliğine yol açacak pek çok uygulamaya şahit olunur. Aslında kapitalizm her konuda olduğu gibi bu konuda da çok ikiyüzlüdür. Büyük küresel firmalar esasında merkez ülkelere ait firmalardır. Bu sebeple bu küresel firmaların merkez ülkelerdeki üretimlerinde çevre meselelerine karşı duyarlı olduklarını biliriz. Fakat aynı büyük firmalar daha az gelişmiş ekonomileri olan çevre ülkelerine yatırım yaptıklarında o çevre ülkelerdeki yanlarına aldıkları siyasetçiler, bürokratlar ve medya mensuplarının iş birliğiyle çok büyük çevre katliamlarına imza atarlar. Bu anlamda küreselleşme nasıl arkalarında büyük devletler bulunan büyük firmaların dünyanın geri kalan coğrafyalarına doğru genişlemesiyse, küresel çevre krizi dediğimiz şey de merkezdeki küresel firmaların kar hırsıyla çevreye verdikleri tahribatın geri kalmış toplumlara ve ekonomilere doğru yayılmasıdır.

Çok küçük bir azınlığın büyük çevre suçları işlemek pahasına kolay ve büyük para kazanma hırslarının bedelini maalesef yine toprağı ve suyu kirletilen geniş halk kitleleri yoksullukları ve sağlıklarıyla öder. Böyle bakıldığında çevre kirliliği meselesi bile aslında sınıfsal bir meseledir. Şirketlerin siyaset, bürokrasi ve medya ile kurdukları bu çıkar ittifaklarının devletten kopardıkları tavizlerin faturası daima sıradan halkı mağdur eder.

Bugün dini, milliyeti ve cinsiyeti fark etmeksizin her insanın vermesi gereken asli kavga şirketlerin ve devletlerin iş birliğiyle yaratılan bu çevre kıyametine bir dur demektir.

Her geçen gün ciddiyetini daha da hissettirerek artan bu tehlikeler nedeniyle ekonomi-çevre ilişkisinin sağlıklı, dengeli ve sürdürülebilir bir şekilde acilen kurulması gerekmektedir. Bu kapsamda, sürdürülebilir kalkınma amacının gerçekleştirilmesine yönelik çevre yönetiminde en önemli araçlardan biri Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) dir. Bu çalışmada Çevresel Etki Değerlendirmesinin niteliğinden bahsettikten sonra kimlerin ÇED raporlarına karşı dava açma ehliyeti olduğuna dair yargı kararlarını paylaşacağız.

MEVZUATIMIZDA ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 2. Maddesine göre; Çevresel Etki Değerlendirmesi: gerçekleştirilmesi plânlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları ifade eder.

2872 sayılı Kanun’un 10. maddesinde ise; gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmelerin, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlü oldukları, Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamayacağı ve ihale edilemeyeceği hükme bağlanmıştır.

29.07.2022 tarih ve 31907 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin “tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendinde; Çevresel etki değerlendirmesi inceleme alanı, yapılması planlanan projenin ana ve yardımcı ünitelerinin de içerisinde bulunduğu koordinatlarla sınırlandırılan alanı, (s) bendinde; Etki alanı: Gerçekleştirilmesi planlanan bir projenin işletme öncesi, işletme döneminde ve işletme sonrasında etkilediği alanı ifade ettiği belirtilmiştir.

Genel itibariyle ÇED, ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın, çevreyi ve kapsamındaki değerlerini ekonomik politikalar karşısında koruyarak yeni proje ve gelişmelerin; çevreye olabilecek olumlu ya da olumsuz etkilerinin belirlendiği, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi amacına yönelik bir süreç olarak tanımlanabilir.

DANIŞTAY KARARLARINDA ÇED

Çevresel etki değerlendirmesi ile, genel olarak gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ya da olumsuz etkilerinin belirlendiği, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin irdelendiği, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirildiği, ayrıca projelerin uygulanmasının izlendiği ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaların belirlendiği bir süreç öngörüldüğünü (Danıştay Altıncı Dairesinin 07.02.2019 tarih ve E:2018/3748, K:2019/964 sayılı kararı),

ÇED’in, gerçekleştirilmesi planlanan projenin çevreye olabilecek olumlu ya da olumsuz etkilerinin belirlendiği, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin belirlenerek değerlendirilmesi amacıyla yapıldığını (Danıştay Ondördüncü Dairesinin 07.10.2015 tarih ve E:2013/707, K:2015/7237 sayılı kararı, 04.11.2015 tarih ve E:2014/6248, K:2015/8154 sayılı kararı), 

ÇED ile gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ya da olumsuz etkilerinin belirlendiği, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin irdelendiği, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirildiği, ayrıca projelerin uygulanmasının izlendiği ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaların belirlendiği bir sürecin öngörüldüğü, projenin gerçekleştirileceği yer ile alternatif alanlar belirlenerek projenin hizmet amacı, önem ve gerekliliği kapsamında yerin ve etki alanının çevresel özellikleri, çevresel etkiler ve alınacak önlemlerin tartışılması, faaliyet yerinin belirlenmesinde ise, faaliyetin büyüklüğü, amacı, ulaşım, iklim, toprağın ve çevrenin özellikleri, olası etkiler ve etkilerin azami giderilme olanakları gibi unsurların etkili olması, bu bağlamda, sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir çevre dengesinin sağlanması yolunda belirtilen nitelikteki bir faaliyete en uygun yerin seçilmesinin esas olduğu,  diğer yandan; ÇED sürecinde verilen kararların iptali istemiyle açılacak davalarda, ÇED kararlarının bir bütün olarak çevresel etkilerinin irdelenmesi gerektiğini vurgulamıştır. (Danıştay Altıncı Dairesinin 14.6.2022 tarih ve E:2022/1798, K:2022/6996 sayılı kararı)

Danıştay Ondördüncü Dairesi 04.10.2011 tarih ve E:2011/12413, K:2011/1052 sayılı kararında; “Niteliği itibariyle çevresel etki değerlendirme sürecine tabi olan projeleri gerçekleştirecek olan kurum, kuruluş ve işletmelerin, çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaların tespit edilmesinde Çevresel Etki Değerlendirilmesi süreci sonucunda verilecek kararı (Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir kararı) beklemekle yükümlü oldukları, ÇED süreci tamamlanmadan inşaata başlayan ya da faaliyete geçenlere ise yapılan proje bedelinin yüzde ikisi oranında idari para cezası verileceğinin düzenlendiği açıktır. Bu durumda; davacı şirket tarafından ÇED sürecinin tamamlanması beklenilmeksizin Çelikhane Tesisi projesi inşaatına başlandığı sabit olup, proje bedelinin % 2' si oranında idari para cezası verilmesine ilişkin davalı idare işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” şeklinde hüküm kurmuştur.

ÇED OLUMLU RAPORU GEREKTİREN İŞLERE ÖRNEKLER

Kimya, petrokimya, ilaç ve atıklar, sanayi, tarım, orman, su kültürü ve gıda, ulaşım, altyapı ve kıyı yapıları, enerji, turizm- konut ve madencilik gibi alanlarda yatırım veya projelerin hayata geçirilmesi için ÇED Olumlu veya ÇED Gerekli Değildir Kararı alınması gerekmektedir.

Bir kısmını yazılı, görsel, işitsel ve internet haberlerden gördüğümüz, duyduğumuz bu yatırım ve projeler için verilen kararlara örnek vermek gerekirse; Bergama Ovacık Altın Madeni ÇED Olumlu, Kanal İstanbul ÇED Olumlu, İstanbul Üçüncü Havalimanı ÇED Olumlu, Çanakkale Kirazlı Altın ve Gümüş Madeni ÇED Olumlu,  Eskişehir Alpu Termik Santrali ve Bu Santrale Kömür Sağlayacak Olan Rezerv Alanındaki Yeraltı Maden İşletmesi ile Kül Düzenli Depolama Tesisi ÇED Olumlu, Turgut Yeraltı Kömür İşletmesi ÇED Olumlu, Küçük Menderes Havzası Katı Atık Düzenleme Tesisi ÇED Olumlu, İkizkavak Hidroelektrik Santral (HES) ÇED Olumlu, Kastamonu Cide Regülatörü ve Hidroelektrik Santral (HES) ÇED Olumlu, Bursa Mustafakemalpaşa Baca Tozu  ve Tufal Geri Kazanım Tesisi ÇED Olumlu, Çanakkale Karabiga CENAL Enerji Santrali, Limanı, Kül Depolama Sahası ve Derin Deniz Deşarjı ÇED Olumlu Kararı, Erzin Doğalgaz Kombine Çevrim Santrali ÇED Olumlu, Ankara Şereflikoçhisar Tuz Üretim ÇED Olumlu, Kuşadası Yat Limanı, Feribot Yanaşma Yerleri Yapımı İle Balıkçı Barınağı Kapasite Artırımı ÇED  Olumlu,

ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR KAPSAMINDAKİ İŞLERE ÖRNEKLER

İznik, Zeytinyağı Üretim Tesisi (Olea Armunia) Projesi ÇED Gerekli Değildir, Kaman Hazır Beton Tesisi Kapasite Artışı ve II. A Grubu Kalker Ocağı Kırma Eleme Tesisi Projesi ÇED Gerekli Değildir, Bodrum Turizm Konaklama Tesisi Kapasite Artışı ÇED Gerekli Değildir, Samsun Çarşamba Biyokütle Enerji Santrali ÇED Gerekli Değildir, Tekirdağ Marmaraereğlisi Asfalt Plent Tesisi ÇED Gerekli Değildir, Aydın Efeler Jeotermal Elektrik Santrali ÇED Gerekli Değildir, İzmir İstinye Park Alışveriş Merkezi ve Otel Projesi ÇED Gerekli Değildir, İzmir Torbalı Fuatres Rüzgar Enerji Santrali ÇED Gerekli Değildir, Rize Pazar Bazalt Ocağı ÇED Gerekli Değildir, Mersin Akdeniz Kalker Ocakları  Kırma-Eleme ÇED Gerekli Değildir, İzmir Karaburun Çipura ve Levrek Yetiştiriciliği ÇED Gerekli Değildir gibi bir kısım kararları bu konuda örnek olarak verebiliriz.

Söz konusu belgeler alınmadan yatırım veya proje ile ilgili ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Aksi durumda, faaliyet derhal durdurulur, idari yaptırım uygulanır ve para cezası verilir.

KİMLER ÇED RAPORLARINA KARŞI DAVA AÇABİLİR?

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin (a) bendinde; iptal davaları, idari işlemler hakkında yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.

Hukuk Devletinin özünü; devletin hukuka bağlılığı, devlet organlarının hukukun içinde kalarak işlem ve eylemler yapabilmesi oluşturmaktadır. Anayasal bir ilke olarak, devletin tüm işlemlerinin ve faaliyetlerinin yargısal denetime açık olması, Hukuk Devletinin vazgeçilmez bir niteliği olup yargı denetimi, Hukuk Devleti ilkesinin en önemli unsurlarından biri konumundadır. Ancak, yargısal denetim re'sen yapılan bir denetim olmayıp, usulüne uygun bir başvuru koşuluna bağlıdır. Bir idari işlemden dolayı iptal davası açılabilmesi için ilgilinin, yani davacının genel dava ehliyetine sahip olması yeterli olmayıp idari işlemin davacının menfaatini ihlal etmesi de gerekmektedir.

İptal davası açılabilmesi için yargısal denetim amacıyla her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, davaya konu edilecek işlem ile davacı arasında belli ölçüler içinde bir ilişkinin, diğer bir değişle menfaat bağının bulunması gerekmektedir.

İptal davasının sübjektif ehliyet koşulu olan "menfaat ihlali" Danıştay’ın yerleşik içtihatlarında; dava konusu işlemle davacı arasında kurulan meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilişkisi olarak tanımlanmakta, menfaatin meşru olması; hukuken korunabilir olmasını, kişisel olması; davacıyı doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemesini ve güncel olması ise; davanın açılması sırasında var olan aktüel ilgiyi ifade etmektedir

Her olay ve davada, yargı merciine başvurarak dava açan kişinin menfaatinin, iptali istenen işlemle ne ölçüde ihlal edildiğini Mahkemeler ve Danıştay değerlendirmektedir.

Öncelikle, ÇED ile ilgili işlemlere karşı başta meslek kuruluşları, dernek, vakıf, platform gibi sivil toplum kuruluşları, belediyeler, köy tüzel kişilikleri, kent konseyleri ve vatandaşların yaygın olarak dava açtığı görülmektedir.

ÇED ile ilgili işlemlerden dolayı sağlık, içme suyu kaynakları, doğal kaynaklar, hava, iklim, toprak, geçim faaliyeti, varlık ve kaynaklar, ekonomi, çevre, bitki, biyolojik çeşitlilik, flora ve fauna, sit alanları, yaşam, yaşanılan yöre, ulaşım, silüet vb.  konularda doğrudan yada dolaylı zarar gören, menfaati, hukuku etkilenen hangi vatandaşların bu işlemlere karşı iptal davası açabileceği, bu konuda geliştirilen ölçütler konusudur.

Danıştay’ın çalışma konumuz olan ÇED ile ilgili uyuşmazlıklardaki tutumuna bakacak olursak bu konuda görevli ve yetkili Altıncı Dairenin (önceden Ondördüncü Daire) içtihadı şu şekildedir; proje veya etki alanında ikamet etme veya taşınmazı bulunma veya öznel durum bulunması halinde vatandaşların menfaat ihlalinin, dolayısıyla dava açma ehliyetinin bulunduğu, bunun dışında dava açamayacağı yönündedir.

ÇED işlemleri ile ilgili olarak vatandaşların menfaat ilişkisini tespit ederken Proje veya etki alanında ikamet etme veya taşınmazı bulunma veya öznel başkaca durum gibi belirli ve sınırlı ölçütler getirilmiştir.

Örnek Kararlar;

Proje veya etki alanında ikamet etmeyen veya taşınmazının bulunmayan kişinin dava açma ehliyeti yoktur. (Danıştay 14. D. 09.10.2013 tarih ve E:2012/189, K:2013/6901) (Danıştay Ondördüncü Dairesi 25.10.2013 tarih ve E:2011/6991, K:2013/7213) (Danıştay Ondördüncü Dairesi 15.10.2014 tarih ve E:2013/8560, K:2014/8342)

Projenin gerçekleşeceği yerde oturmadığı ve o yer ile mülkiyet ilişkisinin bulunmadığından, vatandaş olmanın veya birey olmanın idari işlemlere karşı kişisel, güncel ve meşru bir menfaat ihlali olmadan tek başına dava açma ehliyetinde sahip olma anlamına gelemeyeceği… (Danıştay Ondördüncü Dairesi 01.10.2015 tarih ve E:2014/11805, K:2015/7058)

Nükleer Güç Santrallerinin çevreye olan etkisinin sadece projenin yapılacağı bölgeyle sınırlı olmayıp, başka nitelikteki projelere göre daha geniş bir alanı kapsaması nedeniyle, nükleer santrallere özgü olmak üzere, ülkede yaşayan bir vatandaş olarak herkesin, dava konusu işlemle menfaat ilgisinin bulunduğunun kabulü gerekmektedir. …. Anayasanın ve Çevre Kanunu’nun ilgili maddeleri ve anılan Santralin etkilerinin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda, davacının, kişisel, güncel ve meşru menfaatinin, dolayısıyla dava açma ehliyetinin bulunduğu... (Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 05.10.2015 tarih ve E:2015/3251, K:2015/3205)

Dava konusu işleme konu yerin Antalya İli, Kumluca İlçesi, sınırları içerisinde olduğu dava açan şahısların ise Antalya Merkez-Muratpaşa İlçesinde ikamet ettikleri anlaşılmakla işlemle dava açmasına yetecek menfaat bağının bulunmadığı… (Danıştay Ondördüncü Dairesi 06.10.2015 tarih ve E:2014/491, K:2015/7128)

Davanın açıldığı tarih itibarıyla dava konusu proje alanı veya proje etki alanında ikamet etmedikleri gibi, bu alanlarda taşınmazlarının da bulunmadığı anlaşıldığından, ... "ÇED Gerekli Değildir" kararı ile kişisel, güncel ve meşru bir menfaatlerinin ihlal edildiğinden söz edilemeyeceği, bu nedenle, bakılan davayı açma ehliyetlerinin bulunmadığı… (Danıştay Ondördüncü Dairesi 24.11.2016 tarih ve E:2016/335, K:2016/6721)

İzmir İli, Bergama İlçesi, Ovacık Köyü sınırları içerisinde yapılması planlanan "Ovacık Altın Madeni Projesi” ile ilgili … "ÇED Olumlu" kararı verilmiştir ... Uyuşmazlık konusu olayda da, anılan davacıların Ulusal Yargı Ağı portalı (UYAP) kayıtlarına göre, davanın açıldığı tarih itibarıyla dava konusu proje alanı veya proje etki alanında ikamet etmediği gibi, bu alanlarda taşınmazının da bulunmadığı anlaşıldığından, … "ÇED Olumlu" kararı ile kişisel, güncel ve meşru bir menfaatinin ihlal edildiğinden söz edilemeyeceği, bu nedenle, bakılan davayı açma ehliyetinin bulunmadığı… (Danıştay Altıncı Dairesi 24.9.2020 tarih ve E:2020/4813, K:2020/8251)

Uyuşmazlık konusu olayda; Ulusal Yargı Ağı Portalı (UYAP) kayıtlarına göre davacılardan …'ın ikametinin, projenin etki alanında yer alan … Köyünde yer aldığı görülmüştür. Dolayısıyla adı geçen davacının dava açma ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Davacılardan … ile …'nın ise proje alanında veya etki alanında ikametleri ya da taşınmazları bulunmamakla birlikte, bu yöre nüfusuna kayıtlı davacılar için dini ritüellerin gerçekleştirildiği Somut Olmayan Kültürel Miras olarak belirlenen Bakırtepe Ziyaret Yeri'nin kutsal sayıldığı ve dava konusu proje alanının, bu yere yakın mesafede olduğu dikkate alındığında, anılan davacıların da dava açma ehliyetlerinin bulunduğu… (Danıştay Altıncı Dairesi 19.11.2020 tarih ve E:2020/9865, K:2020/11262 )

Uyuşmazlık konusu olayda; Ulusal Yargı Ağı Portalı (UYAP) kayıtlarına göre davacılardan ... ile ...'ın proje etki alanında ikamet ettikleri görülmüştür. Dolayısıyla adı geçen davacıların dava açma ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Diğer taraftan davacılardan ...'in ise proje alanında veya etki alanında ikameti ya da taşınmazı bulunmamakla birlikte, davacının doğum yerinin Şavşat İlçesi olduğu, ailesine ait taşınmazların bulunduğu ileri sürüldüğünden, tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, adı geçen davacının proje alanı ile manevi bağının olduğu, dolayısıyla anılan davacının da dava açma ehliyetinin bulunduğu... (Danıştay Altıncı Dairesi 23.9.2021 tarih ve E:2021/6171, K:2021/10067)

Uyuşmazlık konusu olayda; davacılardan …'ın eşi …'ın, dava konusu proje alanı olan ... İli, ... İlçesi, … Mahallesinde arsa niteliğinde taşınmazının bulunduğu, dolayısıyla, dava konusu projenin olası etkileri dikkate alındığında bilirkişi raporunda da vurgulanan risk ve etkiler sebebiyle anılan davacının menfaatinin etkileneceğinin kabulü gerekmekte olup, bu nedenle, anılan davacının dava açma ehliyetinin bulunduğu... (Danıştay Altıncı Dairesi 01.11.2021 tarih ve E:2021/8125, K:2021/11988 )

Davacıların dava konusu proje alanına 9 km mesafede bulunan Turgutlu İlçe merkezinde ikamet etmeleri nedeniyle, projenin niteliği ve proje alanının Turgutlu İlçesine, Gediz Nehrine ve Ilıcak Deresine olan mesafesi göz önüne alındığında, davacıların projeden etkilenme potansiyelinin bulunduğu gibi; proje sahasına 800 metre mesafede bulunan Gediz Nehrinin o yörede yaşayanlar bakımından önemli bir su kaynağı özelliği taşıdığı ve proje sahasına yakın verimli tarım alanlarının bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, projenin davacıları etkileme potansiyeli bulunduğunun hayatın olağan akışı gereği kabulü gerektiğinden, davacıların dava açma ehliyetlerinin bulunduğu sonucuna varılmıştır. (Danıştay Altıncı Dairesi 11.3.2021 tarih ve E:2021/570, K:2021/3710)

Davacının dernek adına değil, kendisi adına açtığı işbu davada "Dernek Yönetim Kurulu Başkanı" sıfatının kendisine dernek adına dava açma ehliyeti kazandırmayacağı sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla, davacının bu davayı kendi adına açtığının kabulü gerekmekte olup, dava konusu işlem nedeniyle menfaatinin ihlal edilip edilmediğinin incelenmesi gerekmektedir. Ulusal Yargı Ağı portalı (UYAP) kayıtlarına göre, davanın açıldığı tarih itibarıyla davacının, dava konusu proje alanı veya proje etki alanında ikamet etmediği gibi, bu alanlarda taşınmazının da bulunmadığı anlaşıldığından; ... "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir" kararı ile kişisel, güncel ve meşru bir menfaatinin ihlal edildiğinden söz edilemeyeceği, bu nedenle, bakılan davayı açma ehliyetinin bulunmadığı. (Danıştay Altıncı Dairesi 22.3.2022 tarih ve E:2021/1025, K:2022/3391)

Yukarıda bir kısmı verilen kararlardan da açıkça görüldüğü üzere Dairenin konu ile ilgili içtihadı; davanın açıldığı tarih itibarıyla dava konusu proje alanında veya proje etki alanında ikamet etme veya taşınmazının bulunması gerektiği, aksi durumda, bu tür idari işlemlerin ve bu işlemler üzerine yatırım planlayanların sürekli olarak dava tehdidi ile karşı karşıya kalmaları sonucunu doğuracağı ve bu durumun da idari istikrar ilkesine aykırılık teşkil edeceği şeklindedir.

Davacıların dava konusu ÇED Gerekli Değildir kararının iptalini istemede menfaatlerinin ihlal edilmediği yolundaki idari yargı kararının gerekçesine yönelik olarak, “… davacıların mülklerinin proje sahasına yakın olması veya kullanım amacı gibi öznel koşulları dikkate almaksızın bir proje sahasında mülkü olmayanların -projeye yakın sahada mülkü olsa bile- projeye karşı hiçbir durumda dava açamayacakları yönünde kategorik bir yaklaşım içermektedir. Ancak başvurucuların öznel durumları hakkında bir değerlendirme içermeyen bu kategorik yaklaşım, başvurucular gibi proje kapsamında olmamakla birlikte projeden etkilenme potansiyeli bulunan kişilerin dava açmalarını imkansız hale getirdiğinden başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin orantısız olması sonucunu doğurmaktadır…” gerekçesiyle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. (Anayasa Mahkemesi 05/03/2020 tarih ve Başvuru No:2016/13846) 

Ancak, Anayasa Mahkemesi kararından sonra Altıncı Dairenin “ÇED işlemlerine karşı vatandaşların dava açma ehliyeti” hakkında karar verirken yukarıda verilen kimi kararlar da olmak üzere bir kısım kararlarında Anayasa Mahkemesi kararını dikkate alarak değerlendirdiği görülmekle birlikte sonuçta içtihadında ciddi bir değişiklik, yorumunda ve getirdiği ölçütlerinde bir genişleme olmadığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konusu olayda; davacının her ne kadar proje alanı veya etki alanında ikamet etmediği gibi, kendi adına taşınmazlarının bulunmadığı anlaşılmış ise de, davacının doğum yerinin Yalınkavak Köyü olduğu, proje alanında babasına ait taşınmazların bulunduğu ve yılın belli dönemlerinde bu köyde ikamet edildiği ileri sürüldüğünden, tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, davacının Yalınkavak Köyü ile manevi bağı bulunduğu, dolayısıyla, bakılmakta olan davayı açma ehliyetinin bulunduğu...(Danıştay Altıncı Dairesi 03.3.2021 tarih ve E:2021/1723, K:2021/3017)

Sonuç:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" başlıklı 56. maddesinde; herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu hükmüne yer verilmiştir.

2872 sayılı Çevre Kanununun "ilkeler" başlıklı 3. maddesinde; başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkesin, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli oldukları, bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlü oldukları, "bilgi edinme ve başvuru hakkı" başlıklı 30. maddesinde; çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkesin ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebileceği kurala bağlanmıştır.

Hukuk Devletinin özünü; devletin hukuka bağlılığı, devlet organlarının hukukun içinde kalarak işlem ve eylemler yapabilmesi oluşturmaktadır. Anayasal bir ilke olarak, devletin tüm faaliyetlerinin yargısal denetime açık olması, hukuk devletinin vazgeçilmez bir niteliği olup; yargı denetimi, Hukuk Devleti ilkesinin en önemli unsurlarından biridir.

İdarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal denetim yoluyla sağlanmasının en etkin araçlarından biri iptal davaları olduğundan, iptal davalarında "menfaat ihlali" olarak tanımlanan subjektif ehliyet koşulunun kişiye bağlı subjektif hak ihlallerinin giderilmesinin yanı sıra idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi kapsamında da belirlenmesi gerekmektedir.

Yukarıda anılan Anayasa hükmü ile Çevre Kanunu hükümleri birlikte değerlendirildiğinde çevreyi koruma hem bir hak hem de bir ödev olarak vatandaşlara verilmiştir. Bu hakkın kullanılmasında en etkili yol da yargı denetimidir.

Nasıl devletler herhangi bir konuda lüzum gördüklerinde yurttaşlarına sorumluluklarını hatırlatıyorsa, bu çevrenin korunmasına yönelik meselelerde de yurttaşlar aralarında toplum sözleşmesinin gereği olarak devletlere sorumluluklarını yeniden ve yeniden mutlaka hatırlatmalıdır. Yeri geldiğinde bunun için bir hukuk mücadelesine girişmekten de kaçınmamalıdır.