T.C.
Yargıtay
6. Hukuk Dairesi
2023/3584 E., 2025/692 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2022/632 E., 2023/865 K.
İLK DERECE MAHKEMESİ : Ankara 6. Asliye Ticaret Mahkemesi
SAYISI : 2014/1873 E., 2018/379 K.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü.
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; taraflar arasında bina inşaatına ilişkin 26.10.2007/18467 yevmiye numaralı sözleşmenin akdedildiğini, müvekkilinin hakediş alacağı ve ek teminat alacağının tahsili için Ankara 5. Asliye Ticaret Mahkemesi' nin 2009/163 Esas sayılı davası ile bu dava ile birleştirilen nakde çevrilen teminat mektubu bedelinin ve teminat mektubu faizi alacağının tahsili talepli Ankara 7. Asliye Ticaret Mahkemesi' nin 2011/46 Esas sayılı davalarını açtığını, yargılama sonucunda sırasıyla 80.094,51TL ile 76.650,00 TL'nin tahsiline karar verildiğini, kararın Yargıtay tarafından onanmak ve karar düzeltme isteminin reddine karar verilmek suretiyle 10.11.2014 tarihinde kesinleştiğini, icra neticesi sadece 40.157,18 TL faiz tahsil edilebildiğini, asıl davada faize hükmedilmemesi, birleşen davada teminat mektubunun nakde çevrildiği tarih yerine dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi nedeniyle müvekkilinin faiz yönünden açıkça zarara uğradığını, taraflar arasında sorunlar yaşanmadan evvel müvekkilinin belirttiği bankalar nezdinde 3.000.000,00 TL tutarlı kredisinin bulunduğunu, yine adresleri yazılı büro, daire ve evin olduğunu, davalı tarafın sözleşmeden doğan alacağı zamanında ödememesi ve üstüne teminat mektubunu haksız yere nakde çevirmesi sonucu müvekkili alacaklılarının ve bankaların baskısı sonucu belirttiği büro, daire ve evi satmak zorunda kaldığını, teminat mektubunun paraya çevrilmesi nedeniyle müvekkilinin teminat mektubu alamaz duruma düşürüldüğünü, kredilerinin iptal edildiğini, kullandığı kredilerle temerrüde düşürüldüğünü, tek başına teminat mektubu alamadığı için ortak girişim olarak ihalelere girmeyi denediğini, ancak belirttiği ihalede banka borçlarının öz kaynaklara oranının 0,50'den büyük olması nedeniyle teklifinin değerlendirme dışı bırakıldığını, katılamadığı ihaleler nedeniyle kâr etme fırsatını kaçırdığını, somut ve munzam zararlarına ilişkin olarak 1.000.000,00 TL'nin ödenmesinin ihtar edildiğini, davalının ödeme yapmadığını öne sürerek şimdilik 25.000,00 TL munzam zararın faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının ihtarnamede 1.000.000,00 TL talep ettiğini, 25.000,00 TL talepli kısmi dava açmakta hukuki yararı bulunmadığını, alacağın zamanaşımına uğradığını, davacının 15.04.2008 tarihinde işi tamamlaması gerekirken eksik ve ayıplı imal ettiğini, ihtara rağmen eksiklikleri gidermediğini, temerrüde düştüğünü, ayrıca çalıştırdığı işçilerin SSK primlerinin davacının yükümlü olduğu damga vergisinin ve iskân ruhsatı masraflarının müvekkili tarafından davacı nam ve hesabına ödendiğini, 5. Asliye Ticaret Mahkemesi' nde görülen davada bu hususların kabul edildiğini, sözleşme gereğince cezai şart tahakkuk ettirilerek davacı alacağından mahsup edildiğini, sözleşmeye göre teslimi gereken 15.04.2008 tarihine kadar yapılan hakedişler nedeniyle davacının 994.471,92 TL tutarlı fatura düzenlediğini, müvekkili tarafından fatura tutarlarından fazla olacak biçimde aynı dönemde 1.110.053,96TL ödeme yapıldığını, taraflar arasında görülen davalarda hüküm altına alınan alacaklar ile davacının kullandığını belirttiği krediler, ipoteklerin paraya çevrilmesi ve ihalelere katılamaması arasında illiyet bağı bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davacı vekili dava dilekçesinde ve kök rapora itirazlarında davacının gerek elde edemediği faizler gerek elinden çıkartmak zorunda kaldığı gayrimenkuller ve gerekse ihale dışı kaldığı ve giremediği işlerden dolayı elden kaçırdığı karı olmak üzere 1.000.000,00 TL'lik munzam zararı olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak 25.000,00 TL nin tahsilini talep etmiş ise de, TBK' nın 122' nci maddesinde ve hükme esas alınan bilirkişi raporunda açıklandığı üzere, davacının munzam zarara ilişkin talebinin şartları oluşmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde;
Taraflar arasında görülen asıl ve birleşen davada müvekkilinin haklı bulunduğunu, bir miktar tazminata hükmedilmekle birlikte icra takibinde sadece 40.157,18 TL faiz tahsil edildiğini, asıl davada faize hükmedilmemesi, birleşen davada ise teminat mektubunun nakde çevrildiği tarih yerine dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi nedenleriyle müvekkilinin zarara uğradığını, taraflar arasında sorunlar yaşanmadan evvel müvekkilinin belirttiği bankalar nezdinde 3.000.000,00 TL tutarlı kredisinin bulunduğunu, belirttiği büro, daire ve ev bulunmaktayken, davalı tarafın sözleşmeden doğan alacağı zamanında ödememesi ve teminat mektubunu haksız yere nakde çevirmesi sonucu müvekkili alacaklılarının ve bankaların baskısı sonucu bu gayrimenkulleri satmak zorunda kaldığını, teminat mektubunun paraya çevrilmesi sonucu müvekkilinin teminat mektubu alamaz duruma düşürüldüğünü, kredilerinin iptal edildiği, kullandığı kredilerle temerrüde düşürüldüğünü, tek başına teminat mektubu alamadığı için ortak girişim olarak ihalelere girmeyi denediğini, ancak belirttiği ihalede banka borçlarının öz kaynaklara oranının 0,50'den büyük olması nedeniyle teklifinin değerlendirme dışı bırakıldığını, katılamadığı ihaleler nedeniyle kâr etme fırsatını kaçırdığını, zararlarına ilişkin olarak davalıya 1.000.000,00 TL ödemesinin ihtar edildiğini, davalının ödeme yapmadığını, para borcunun ödenmesinde temerrüde düşülmesi halinde geç ifa sebebiyle temerrüt faizinden fazla bir zararın doğması halinde alacaklının bu zararın tazminini borçludan isteyebileceğini, 2009/163 Esas sayılı davada faiz talebinde bulunulmamış olmasının ek dava ile istenmesine engel teşkil etmediğini, faiz talebinde bulunulmamış olsa dahi munzam zarar tespit edilirken temerrüt faizini aşan zararın olup olmadığının araştırılması gerektiğini, raporda müvekkilinin işi üstlenmesinden önce de kredi borç stokunun bulunduğu, kredi borçlarının bu işten kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunda yeterli delil bulunmadığı belirtilmiş ise de, müvekkilinin belirttiği krediler ile müvekkilinin ve ortaklarının gayrimenkullere sahip olduğunu, yine raporda müvekkilinin 2007 yılından önce de ihalelere girme yeterliliğine sahip olmadığı tespit edilmiş ise de, ihaleye katılmamanın tek nedeninin teminat mektubunun haksız yere irat kaydedilmesi olduğunun ortaya çıktığını, bankalara yazılarak kullanılan kredilerin ipotek tesis edilen taşınmazların, bunların satışlarına ilişkin belgelerin celbi ile 2007 ile 2009 yılı defter ve kayıtlarıyla birlikte incelenerek müvekkilinin elde edemediği faizlerin, elden çıkarmak zorunda kaldığı gayrimenkullerin, ihaleler nedeniyle kaçırdığı fırsatın tespiti hususunda yeni bir heyetten rapor alınması gerektiğini beyan etmektedir.
B. Değerlendirme ve Gerekçe
Uyuşmazlık, eser sözleşmesinden kaynaklanan munzam zarar istemine ilişkindir.
Bölge Adliye Mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup, davacı vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 370/1. maddesi hükmü uyarınca ONANMASINA,
Aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz edene yükletilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
24.02.2025 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
(Muhalif)
MUHALEFET ŞERHİ
Dava konusu uyuşmazlık eser sözleşmesinden kaynaklanan hakediş alacağı ile haksız olarak nakde çevrilen teminat mektup alacağının tahsili amacıyla açılan davada alacağa hükmedilmesine rağmen faiz nedeniyle uğranılan zarar ile davalı tarafın sözleşmeden doğan alacağının zamanında ödememesi ve haksız yere teminat mektubunun nakde çevirmesi nedeniyle büro, daire ve evini satmak zorunda kaldığı kredilerinin iptal edildiği ihalelere giremediği kâr elde edemediği gerekçesiyle aynı zamanda somut ve munzam zararının tahsili istemine ilişkindir.
Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin ve kavramların açıklanması gerekmektedir;
1) İlgili Yasal Düzenlemeler:
1.1 818 sayılı mülga Kanun’un "Munzam zarar" kenar başlıklı 105. maddesi şöyledir:
“Alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.
Bu munzam zarar derhal takdir olunabilirse hakim, esasa dair karar verir iken bu zararın miktarını dahi tayin edebilir.”
Bu Kanun'u ilga eden 11/01/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Aşkın zarar" kenar başlıklı 122. maddesi şöyledir:
"Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.
Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder."
1.2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "B. Borçlunun temerrüdü I. Koşulları" kenar başlıklı 117. maddesi şöyledir:
"Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer.
Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır."
1.3. 04/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un"Temerrüt faizi" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:
"(Değişik : 15/12/1999 – 4489/2 md.) Bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, geçmiş günler için 1 inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye mecburdur.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur.
Temerrüt faizi miktarının sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az olamaz."
1.4. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "II-Zararın ve kusurun ispatı" kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
"Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.
Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler."
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "III-1. Belirlenmesi" kenar başlıklı 51. maddesi şöyledir:
"Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.
Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür."
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun "İspatın Konusu" kenar başlıklı 187.maddesi şöyledir:
"(1)İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.
(2) Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz."
2. Para Borçlarının İfa Edilmemesinin Sonuçları
Genel olarak borçların ifa edilmemesinin sonuçları Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 112-126. maddeleri arasında düzenlenmişken aşkın zarar da dahil para borçların ifa edilmemesinin sonuçları TBK’nun 117 ila 126. maddelerinde düzenlenmiştir. Para borcunun ifa edilmemesinin bir sonucu TBK’nun 120. maddesinde düzenlenen temerrüt faizi iken bir diğer sonucu ise aynı yasanın 122. maddesinde düzenlenen aşkın zarardır.
2.1. Aşkın zarar: borçlunun temerrüdünün bir sonucu olduğu için temerrüt hükümleri aşkın zararın hesaplanmasını önemli ölçüde etkilemektedir. TBK’nun 112. maddesinde borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi halinde borçlunun, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlü olduğu hükmü bulunmaktadır.
2.2. Temerrüt Faizine Esas Temerrüt Olgusu: Munzam zararın anlaşılabilmesi için öncelikle temerrüt faizinin hukuksal niteliği üzerinde durulmasında yarar vardır.
Bilindiği gibi temerrüt faizi, borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine 818 sayılı BK’nın 103. maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 120. madde) gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı süresinde varlığını sürdüren bir karşılık olması itibariyle, zamanında ifa etme olgusuyla doğrudan bir bağlantı içerisindedir. Borçlu kusurlu olsun veya olmasın sonuçta borç alacaklıya zamanında ödenmemiş demektedir.
Türk hukukunda alacaklıya zararın varlığını ve miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın temerrüt faizini talep edebilme hakkı tanımıştır. Ayrıca faiz yükümlülüğünün doğumu için borçlunun alıkoyduğu para miktarından yarar sağlaması şart olmadığı gibi, bu yararların iadesi amacını da taşımaz.
Diğer taraftan temerrüt faizi talep edebilmek için borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması şart değildir. Borçlu bu konuda kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ileri sürerek ve bunu kanıtlayarak faiz ödeme yükümlülüğünden kurtulamaz.
2.3. Aşkın Zarar (Munzam Zarar) Tanımı:
Para borçlarında borçlunun temerrüdünün bir sonucu niteliğindeki munzam (aşkın) zarar TBK. m. 122 (...105) hükmünde düzenlenmektedir. Söz konusu hükmün ilk fıkrasına göre, "Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür". Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.11.1999 tarihli ve 1998/13-353 E. 1999/929K. sayılı kararında da vurgulandığı üzere munzam zarar, sorumluluğu kusura dayanan borçlu temerrüdünün hukukî bir sonucudur ve alacaklının zararının faizi aşan bölümüdür. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir.
2.4. Munzam Zararın Tazmininin Şartları:
Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere, alacaklı temerrüt faizini isteme hakkı bakımından avantajlı bir konuma sahiptir. Oysa, aynı durum munzam zararın tazminini isteme hakkı bakımından geçerli değildir. Alacaklı, ancak aşağıda açıklanan şartların bir arada bulunması halinde borçludan munzam zararın tazminini isteyebilir.
2.4.1. Bir Para Borcunun Bulunması:
Munzam zararın tazmininin istenebilmesi için borcun bir para borcu olması gerekir. Zira, munzam zararın istenmesi her türlü borç bakımından değil, sadece para borçları için mümkündür. Para borcunun kaynağı ise önemli değildir;
Munzam zararın tazmini sadece tüketim ödüncü sözleşmesine münhasır değildir. Meselâ, sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya vekâletsiz işgörmeden doğan para borcunda munzam zararın tazmini söz konusu olabilir. Bunun için her şeyden önce borçlunun temerrüde düşmüş olması gerekir.
2.4.2. Borçlunun Temerrüdü:
Türk Borçlar Kanunu 117. maddesi uyarınca davalı borçlunun usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmesi gerekir. Borçlu temerrüde düşürülmemişse borçlu hakkında yapılan icra takip tarihinde veya dava açılmışsa dava tarihinde borçlunun temerrüdü oluşur.
2.4.3. Zarar Koşulu:
Munzam zararın tazmini için aranan şartlardan üçüncüsü zarardır. Nitekim, bu şart "temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa" ifadesi ile TBK. m. 122/1 hükmünde açıkça belirtilmektedir. Ancak, söz konusu hükümde zararın türü ve niteliği konusunda açıklık yoktur. Bununla beraber munzam zarar da zarar teorisindeki genel esaslara uygun biçimde anlaşılmalıdır.
Türk-İsviçre Hukuku'nda zarar daha ziyade dar anlamda, yani maddî zararı ifade etmek için kullanılır. Eksilmenin malvarlığında ortaya çıkması halinde maddî zarardan bahsedilir. Malvarlığındaki eksilme, alacaklının, zarar veren davranıştan sonra malvarlığının mevcut hali ile bu olay meydana gelmeseydi göstereceği hal arasındaki farkı ifade eder. Bu tanım çerçevesinde munzam zarar da bir tür maddî zarardır. Bu zarar gerek doktrinde gerekse Yargıtay içtihatlarında (müspet) olumlu zarar olarak nitelendirilmektedir. Munzam zarardan söz edebilmek için temerrüt faizini aşan bir zararın meydana gelmesi gerekir. Şu halde, munzam zarar hesaplanırken, bundan temerrüt faizinin çıkarılması gerekir. Munzam zarar çeşitli tarzlarda ortaya çıkabilir. Alacaklı, borçlunun kendisine para borcunu ödememesi sonucunda üçüncü kişiye olan borcunu ifa edemediği için temerrüde düşmüş ve kendisinin aldığı temerrüt faizinden daha yüksek bir temerrüt faizini ödemek zorunda kalmış olabilir. Alacağını zamanında tahsil edemeyen alacaklı şirket, üçüncü kişiye olan ve vadesi gelmiş borcunu ödemek için ihtiyacı olan krediyi 3. kişilerden sağlaması nedeniyle malvarlığında meydana gelen eksilmeden dolayı da munzam zararı oluşabilir.
2.4.4. Uygun İlliyet Bağı:
Munzam zararın tazmini için söz konusu zararla borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağının varlığı aranır. Buna göre, alacaklının temerrüt faizini aşan zararı ile borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Şayet alacaklının uğradığını iddia ettiği zararla borçlunun temerrüdü arasında hiçbir illiyet bağı yoksa borçlu munzam zarardan sorumlu tutulamaz, Alacaklının uğradığı munzam zarar objektif bir şekilde genel hayat tecrübelerine ve olayların normal akışına göre borçlunun temerrüde düşmüş olmasının sonucu sayılabilirse borçlu aşkın zarardan sorumlu tutulur. Yani, borçlunun temerrüdü böyle bir zarara yol açmaya elverişli olmalıdır. Aksi takdirde, alacaklı munzam zararın tazminini isteyemez.
Genel esas, burada da geçerlidir. Bu itibarla, munzam zarar ile fiil arasındaki uygun illiyet bağının var olduğunu gösteren tüm olguları ispatlaması gereken taraf davacıdır. Dolayısıyla, alacaklı uygun illiyet bağının bulunduğunu ortaya koyan vakıaları ve bunların dayanağı olan delilleri mahkemeye sunmalıdır.
2.4.5. Kusur Koşulu:
Borçlunun temerrüde düşmesi veya temerrüt faizi ödemesi için kusur şart değildir. Munzam zararın tazmini ise temerrüdün kusura bağlı sonuçlarından biridir. Gerçekten de, kusur, munzam zarar istemi bakımından mutlaka bulunması gereken bir unsurdur. TBK. m. 122/1 gereğince "borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe" faizi aşan zararı da tazmin etmekle yükümlüdür. Kusurun derecesi ise sorumluluğun doğması bakımından önemli değildir; borçlu her türlü kusurundan sorumludur. Borçlu hafif ihmali sonucunda temerrüde düşmüş olsa bile temerrüt sebebiyle doğan ve faizle karşılanamayan munzam zararı tazmin etmek zorunda kalır.
TBK. m. 112 hükmüyle uyumlu olarak TBK. m. 122 hükmünde de alacaklı yararına bir kusur karinesi kabul edilmiştir. Buna göre, alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir; borçlunun kusurlu olduğu varsayılmaktadır. Borçlunun sorumluluktan kurtulması için kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını ispatlaması gerekir.
Borçlu temerrüde düşmekte kusursuz olduğunu çeşitli şekillerde ispatlayabilir. Meselâ, alacaklıya zamanında ulaşacak şekilde gönderdiği paranın kendi kusurundan kaynaklanmayan bir sebeple geciktiğini ispatlayan borçlu munzam zararı tazmin yükümlülüğünden kurtulabilir. Aynı esas, alacağın varlığından haberdar olmadığını ve bunda bir kusurunun bulunmadığını ya da ödemeyi zamanında yapmamasının beklenilmeyen bir halden kaynaklandığını ispatlayan borçlu için de geçerlidir.
3)Munzam Zarar İspatında Somut ve Soyut Yöntem
Munzam zararın hesaplanmasında somut ve soyut yöntemler dikkate alınır.
3.1. Somut Yöntem
Somut yöntemde; davacı alacaklının munzam zarar kaleminin oluştuğunu somut bir biçimde ispatlaması gerekir. Örneğin borcunu zamanında tahsil edememesi nedeniyle kredi borçlanması yaptığını veya 3. kişilere borcunu zamanında ödeyememesi nedeniyle temerrüd faizi ödediğini, cezai şart gibi ödemelerde bulunduğunu, yine dövizle yapmış olduğu borçlanmadan dolayı borcunu zamanında ödeyememiş olması nedeniyle kur farkından kaynaklanan zararı olduğunu, ödemekle yükümlü olduğu vergi, sosyal sigorta prim ödemeleri gibi ödemeleri zamanında ifa edememesi nedeniyle gecikme faizi ödemek zorunda kaldığını iddia ederek bu zararını ispatlayabilir.
3.2. Soyut Yöntem
Soyut yöntemde; yaşayan hayatın gerçekleri ve deneyimlerinin zorunlu kıldığı herkesçe bilinen normal durumlar ile fiili karineler başka bir deyişle Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesinde belirtilen genel kuralın istisnaları şeklinde ispat yükünü ortadan kaldıran olgular, ispat hukuku açısından alacaklı lehine değerlendirilir. Ülkemizde seyreden hiper enflasyon nedeniyle bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için çaba ve girişimlerde bulunmak, örneğin en azından vadeli mevduat, altın, devlet tahvili, döviz gibi yatırımlarda değerlendirmesi olayların normal akışına, hayat tecrübesine uygun bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur. Enflasyonist ortamda yaşayan normal makul bir insanın parasını atıl bir biçimde tutmayacağı, gelir getirecek bir yatırıma yatıracağı bilinen bir gerçektir. 818 sayılı Borçlar Kanun’un 232 (TBK 187, madde de belirtildiği üzere herkesçe bilinen vakıalarla ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz). Yasal deyimle bu maruf ve meşhur vakıaların ispatına gerek yoktur.
3.2.1. Yüksek Enflasyon Dönemlerinde;
Sürekli ve yüksek enflasyonun görüldüğü ülke ekonomilerinde para borcunun zamanında ödenmemesi halinde alacaklının borçluyu temerrüde düşürmesi, borcun ifasının uzun süre alması nedeniyle alacaklı her zaman zarara uğrar. Bu zararın bazı ispat kolaylıkları ile de olsa ispat edilmesi gerekir. Paranın değer kaybetmesi alacaklının mal varlığında bir eksilmeye yol açması halinde alacaklının zararının bulunduğu kabul edilmelidir.
3.2.2. Normal Enflasyon Döneminde;
Normal enflasyon dönemlerinde temerrütten sonra ifa anına kadar paranın değer kaybetmesi kural olarak zararın varlığını göstermez. Enflasyon ülke ekonomisinde süreklilik ve yükseklik arzetmiyorsa bu durumda alacaklının somut olaylarla zararını ispatlaması gerekir.
20.10.1989 gün ve 1988/4 esas 1989/3 karar sayılı İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında “para her zaman kullanılması mümkün ve temettü meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın varlığı kesindir.” denilerek para borcunu ödemekte geciken borçlunun bu eyleminden dolayı alacaklının zararının doğacağı kabul edilmiştir.
3.2.3. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Konuya İlişkin Yaklaşımları
Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru no.lu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesi'nin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı gözönünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.
Yine Anayasa Mahkemesi'nin 2017-24810 başvuru numaralı 27.11. 2019 tarihli kararında da aynı ilkelere temas edilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 57031/12 başvuru no.lu Suna Denizci/Türkiye hakkında verilen kararda da munzam zararın talep edilebileceği belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen kararlar uyarınca kişinin mal varlığında meydana gelen azalmanın mülkiyet hakkının ihlâli niteliğinde olduğu munzam zarar ispatı konusunda katı ispat kurallarına bağlı kalındığında ihlâl kararları verildiği ve tazminata hükmedildiği yine yüksek enflasyonist dönemlerde borçlunun borcunu ödemeyerek düşük temerrüt faizinden yararlanarak haksız kazanç elde ettiği ve borçlunun borcunu ödememesi, direngen durumda olması nedeniyle mahkemelerdeki dava sayısının hızla arttığı görülmektedir. Bu nedenle yüksek enflasyonist dönemde soyut yöntemin dikkate alınması tüm bu sakıncaları ortadan kaldıracak, adaletin gerçekleşmesini sağlayacaktır. Her somut olayın özelliği de dikkate alınarak bulunulacak zarar miktarının TBK'nun 50 ve 51. maddeleri (mülga BK'nın 42 ve 43 md) kapsamında değerlendirilerek belirlenmesi gerekir.
3.2.4. Soyut Zarar Hesabında Esas Alınacak Ekonomik Veriler: Soyut zarar hesabı somut zararın aksine ilgili resmi kurumlarca yayımlanan objektif ekonomik verilere dayanmakta olup resmi nitelikteki bu veriler esas alınarak yapıldığından aşkın zarar talebinde bulunan tarafın ayrıca zararını ispata gerek olmayıp temerrüt faizi ile aşağıda belirtilen ekonomik veriler karşılaştırılmak suretiyle zarar hesabı objektif olarak yapılabilmektedir. Bu objektif verileri şu şekilde sıralayabiliriz;
-Her yıl itibariyle gerçekleşen TEFE- TÜFE, oranı
-Bankaların 3 aylık ortalama vadeli mevduat faiz oranları,
-Devlet tahvillerine verilen faiz oranları
-Döviz kurlarındaki Amerikan Doları ve Euro değişim oranları
-Asgari ücret artışı
-Altın fiyatlarındaki artış
Bu veriler dikkate alınarak oluşturulacak sepete dahil olan verilerin ortalaması dikkate alınarak zarar hesabı yapılabilecektir.
Somut uyuşmazlıkta, Dairemizin sayın çoğunluğu davacının somut zarara göre tazmin talebinde bulunduğu somut zararını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin kararın onanması yönünde karar vermiştir.
Ancak davacı dilekçesinde temerrüt faizi nedeniyle de zarar gördüğünü iddia etmiştir. HMK’nun 31. maddesi gereğince ‘’Hakimin davayı aydınlatma ödevi’’ ve HMK’nun 33. maddesi gereğince ‘’Hakim, Türk Hukukunu re’sen uygular’’ ilkesi gereğince bir uyuşmazlıkta olayları açıklamak taraflara olaya uygulanacak hukuk kurallarını bulup uygulamak ve hukuki nitelemeyi yapmak hakime aittir.
Somut uyuşmazlıkta davacı taraf faiz nedeniyle de zarara uğradığını belirtmiş olup bu talebi soyut zarar ilkesine de değinildiğini gösterdiği gibi evrensel bir hukuk ilkesi olan ‘’Çoğun içinde az da vardır.’’ hukuk ilkesi gereğince ayrıca somut zararını ispatlayamayan alacaklının/davacının soyut zarar ilkesi esas alınarak zararını ispatlayabileceği ve talep edebileceği sonucuna varmak gerekmektedir. Aksi takdirde zarara uğrayan alacaklı/davacı açısından ispat güçlüğü ve uğradığı zararın giderilememesi durumuyla karşılaşılacak yasal düzenleme işlevsiz kalacak ve etkin bir hukuki koruma sağlayamayacaktır.
Açıklanan nedenlerle soyut zarar ilkesi esas alınarak davacının yukarıda yer verilen sepet hesabına göre uğradığı munzam zararın bulunup bulunulmadığı ve zarar miktarının hesaplanması gerektiği gerekçesiyle kararın bozulması gerekirken onanmasına ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.





