Mevcut Anayasada; milli egemenlik, demokrasi ve seçimle yönetime gelebilme usulü varlığını korumaktadır. Bunda bir tartışma yoktur, çünkü egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, Anayasanın Başlangıç hükümleri ile ilk üç maddesinde gösterilmiştir. Bunlardan sapılamayacağı, esasen 1921 ve 1924 Anayasaları ile başlayıp, 1937 yılında son şeklini alan 1924 Anayasasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi net bir şekilde gösterilmiş ve Cumhuriyetin nitelikleri son halini almıştır.

29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen Türkiye Cumhuriyet Devleti’ni kuran kurucu iradenin kuruluş felsefesi ile Cumhuriyetin nitelikleri konusunda son noktayı ise 1937 yılında koyduğu izahtan varestedir.

Kurtuluş Savaşı sonrasında; Türk Milleti’nin esaret altına alınması amacıyla hazırlanan 1916 Sykes-Picot, 1918 Mondros Ateşkes ve 1920 Sevr Barış Andlaşmaları, Türk Milleti tarafından 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Andlaşması ile sonlandırılmıştır. 1934 Montrö Andlaşması ile de boğazlar güvence altına alınmıştır.

Türkiye Cumhuriyetinde kurucu irade Kurtuluş Savaşında kendisini göstermiştir. Mondros ve Sevr Andlaşmalarına karşı verilen Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu iradesi, Kurtuluş Savaşını kazanan Kuvayımilliye (Milli Kuvvetler) ruhudur. Ulus ruhu ve bir ulus olma bilincini edinen Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı ile kurulmuş ve kurucu irade de o dönemde oluşmuştur. 1924 Anayasası bu kurucu iradenin eseridir.

Ülkemizin ve Milletimizin demokratik hayatında kesintiler olsa da, temsili demokraside tezahür eden her yeni irade, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran kurucu iradenin ancak devamı olabilir. Yeni Anayasa tartışmalarında gündeme getirilen “kurucu irade” kavramının hukuki, sosyal ve siyasi bir karşılığı da olmadığı gibi, yeni bir kurucu iradenin varlığını ve bu irade tarafından hazırlanacak anayasanın gerekliliğini haklı kılabilecek hiçbir sebep de bulunmaktadır.

1961 ve 1982 Anayasalarının kurucu irade tarafından ortaya koyulduğu iddia edilse de, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi yukarıda bahsettiğimiz Kurtuluş Savaşında kendisini göstermiştir. 1960 ve 1980 dönemleri sonrasında ortaya çıkan iradeleri, yeni bir devlet kurma ve anayasa oluşturma anlamında kurucu iradeyi kabul etmek mümkün değildir. Nitekim 1961 ve 1982 Anayasalarında; demokratik yaşam ile temel hak ve hürriyetler bazen genişletilmiş ve bazen de daraltılmış, ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ve Cumhuriyetin nitelikleri terk edilmemiştir.

Tümden veya kısmi yapılacak bir Anayasa değişikliğinde; Anayasanın ilk dört maddesi, buna bağlı “Türk vatandaşlığı” kavramını tanımlayan 66. maddesi ile “İnkılap kanunlarının korunması” başlıklı 174. maddesi muhafaza edilmek zorundadır, yani bunlar değiştirilemez ve kaldırılamaz madde ve hükümlerden ibarettir.

Toplam 5 Anayasamız olmuştur. Bunlardan Kanun-i Esasi Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk ve son Anayasası olarak 23 Aralık 1876 tarihinde ilan edilmiş, bir süre askıya alınmış ve 24 Temmuz 1908 sonrasında tekrar yürürlüğe girmiştir. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ise, Cumhuriyetin ilanından önce yürürlüğe girmiş olup geçici niteliktedir. Cumhuriyetin ilanından sonra 1921 Anayasası yerine 1924 Anayasası kabul edilmiştir. Diğerleri de 1961 ve 1982 Anayasalarıdır.

Anayasa önemli olmakla birlikte, toplum düzeni bakımından her şey anlamına da gelmemektedir. Çünkü esas olan, anayasanın ve anayasaya uygun çıkarılması zorunlu olan kanunların nasıl uygulandığıdır.

Şu an Anayasa değişikliği bir ihtiyaç mıdır? 2017 değişikliklerinden beklenen olumlu sonuçlar elde edilemediği için, ya parlamenter sisteme dönülmesi veya bilhassa “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin sağlamlaştırılması amacıyla mevcut yönetim sisteminde bazı düzenlemelere gidilmesi fayda sağlayabilir.

İlk 4 madde ve buna bağlı hükümler korunduğu, temel hak ve hürriyetlerde olumsuz değişikliklere gidilmediği sürece, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 2/3 nitelikli çoğunluk sağlanması şartıyla referanduma gidilmeden anayasada bazı değişikliklerin yapılabilmesi mümkündür.

Sonuç olarak;

Bir Cumhuriyet olan Türkiye Devleti’nin kuruluş felsefesi; egemenliğin kayıtsız şartsız Millete ait olduğunda, üniter yapısı ile bölünmez bütünlüğünde, dilinde, bayrağında, milli marşında ve başkentinde kendisini gösterir (bkz. 1982 Anayasasının 1., 3. ve 6. maddeleri). Cumhuriyetin nitelikleri ise; Cumhuriyetin ilanından sonra yürürlüğe giren ve 1937 yılında son şeklini alan 1924 Anayasasının 2. maddesinde öngörülmüş olup, bu nitelikler 1961 ve 1982 Anayasalarının 2. maddelerinde de yer almıştır.

“Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı Anayasanın 2. maddesine göre; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir”. Birçok maddesi değiştirilen 1982 Anayasası hakkında “darbe anayasası” nitelendirmesi yaparak, 1924 Anayasası ile ortaya koyulan ve bugüne kadar korunan Devletin kuruluş felsefesi ile Cumhuriyetin niteliklerinin tartışmaya açılması teşebbüsü hukuki dayanaktan yoksun olduğu gibi, milli iradede de karşılık bulmaz.

(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

>> Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi