Suyun bizler için ne kadar önemli olduğunu, o olmaz ise yaşamımızın nasıl yok olacağını kendi kelimelerimle yazardım ama kursa gittiğimde panoda asılı olan bir yazı dikkatimi çekti.  Yazıda suyun kendi hikâyesini anlatışını okudum. Çok etkilendim.  Bence her şeyi çok iyi bir şekilde dile getirmiş. Bu yüzden o yazıyı sizlerle aynen paylaşıp, suyun hayatımızdaki önemini sizlerle paylaşmak istedim. Muhakkak herkes suyun yaşamımızdaki önemini biliyor, ne de olsa hayat da kalmak için ona bağımlıyız ama bilmek başka işin iç yüzünün farkında olmak, bilincinde olmak çok başka şey. Bakmak ile görmek arasında fark gibi düşünün bunu. Yazıyı okurken iyi eğlenceler, inşallah sizde benim gibi yazıdan etkilenir ve farkında olursunuz.

“Ben bir su damlasıyım. Her ne kadar künyeme 2 hidrojen 1 oksijen yazsanız da ben sizin her şeyinizim. Gücüme gidiyor beni bu kadar ucuz görmeniz, sudan ucuz demeniz. Ben olmasam siz nasıl yaşarsınız diye düşündünüz mü hiç?

Yağmurlu bir günde meydana gelmişim her su damlası gibi. Beni dünyaya getiren olayı anlatayım sizlere öncelikle. Eksi yüklü ve artı yüklü bulutlardan bahsederler ya hep sizlere, işte birbirine sevdalı iki yüklü bulutun aşkıyla başlar hikâyem. Gökyüzünde karşılaşır annemle babam. Ama biraz çekingen davranırlar ilk buluşmada; henüz hazır değillerdir. Sizin gözünüzle bulutlar hazır değildir henüz yağmurunu bırakmaya. İlk gün yoğunlaşma ve buharlaşma gerçekleşmiştir. Aradan sekiz gün geçmiştir. Binlerce su tanesinin rüzgârın da yardımlarıyla birleşerek su damlasını oluşturması, milyonlarca su damlasının birleşerek bulutları oluşturması ve gökyüzünden yeryüzüne yolculuğa çıkma sürecidir bu sekiz gün. Sizin dokuz ay anne karnında geçirdiğiniz süre gibi yani. Sekiz gün sonunda artık hazırdım dünyaya gelmeye.

Ve yarım saatlik bir yolculuktan sonra dünyaya ilk adımımı atmıştım. Önce bahçenize, tarlanıza diktiğiniz bitkilere can oldum, sonra yemekten sonra cam bir bardağın içinde sizlere yudum. Kaynayan çaydanlıkta keyfiniz oldum, yüzmeye gittiğiniz havuzda eğlenceniz. Su savaşlarında çocukların oyuncağı oldum, kirlenen vücudunuza derman oldum. Sonra bir baktım damla damla tükendim; her şeydim hiç oldum. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı anlayamadığım. Hızla tükeniyordum farkında değildiniz. Önce derelerde tükendim, sonra göllerde. Dereler barajları dolduramaz oldu, göller kuşları barındıramaz. Bitkiler bir türlü yeşeremez, kuşlar bu memlekete gelmez oldu. Taneciktim birleşip damla oldum, damlaydım toplanıp bulut oldum, yüklendim yağmur oldum, dünyada indim cahilliğin pençesinde susuzluk oldum. Söyle insanoğlu şimdi ne oldum!


“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenemeyen bir şey olduğunu anlayacak.” Ey evlat! (Kızılderili atasözü )

Son ırmak kurumadan, son ağaç yok olmadan, son balık ölmeden, anla artık kıymetimi.
Duy! Su yoksa toprak yok! Dinle! Su yoksa hayat yok! Öğren! Su yoksa yaşamak yok! Öğret büyüklerine! Su yoksa sen yoksun! Anlat onlara! Paradan daha kıymetli olduğumu anlat. Tasarruflu olmaları gerektiğini anlat! Git onlara anlattıklarımı anlat! Beni anlat! Suyu anlat! Anlat ki; son ırmak tükenmesin, son ağaç yok olmasın, son balık ölmesin!”

 

Ayça Mutlucan

STDM Aktivisti