Boğazda ya da deniz kenarında oturmayı çok severiz ya. Mardin’de de insanlar Mezopotamya Ovasını gören yerlerde oturup çay içiyorlar. Bence her ikisinde de ortak bir yön var: İnsanlar, gözlerinin önünde bir engel olmasını istemiyorlar. Uçsuz bucaksız, görebildikleri yere kadar görmeyi istiyorlar ve ufuklarının kapanmasını sevmiyorlar. Bir örnek de araba kullanan arkadaşlarımıza. Onlar da kendilerinden büyük bir aracın, mesela bir kamyonun ya da otobüsün arkasından gitmeyi sevmezler. Çünkü ta ön tarafı görmek isterler. Tabii bir istek bu.  

Ya hayatımız, düşüncelerimiz ve sevgilerimiz? Onların önündeki duvarlar ne olacak? Bu duvarlar çoğu kez kendi ördüğümüz duvarlar, önyargılar…

Özgürlüğe giden yolda bence kurtulmamız gereken hücre, kendi etrafımıza ördüğümüz duvar. Ah o kendi ellerimizle örüp sonra içine kendimizi tutsak ettiğimiz duvarlar. İpek böceğinin etrafına ördüğü koza var ya. Eğer delip çıkamazsa kozasından, hiçbir zaman binbir renkli bir kelebek olamayacak, uçamayacak.

Ben, bu yazımda yine sizlere kendimden örnek vermek istiyorum. Orta okulu ve liseyi Çankırı’da okudum. Fakülteye kadar orda yaşadım. Çevrem milliyetçi bir çevre idi. Hemen belirteyim, bu memleketi sevmeyi ben bu çevreden öğrendim. Ama ben solcu insanların pek de makbul insanlar olmadığına inanırdım.

İlk, Fakülte yıllarında solcu arkadaşlarım oldu. Düşüncelerim sarsılması da ilk o zamanlardı elbette. O zamana kadar pek sevmediğim bu insanlar arasında iyi kişilerin de olabileceğini gördüm. Bu aslında bir düşünce olarak bende önemli bir değişimdi. Zaman geçtikçe aslında hangi düşüncede olursa olsun iyi insanların çoğunlukta olduğunu, her çevrenin içinde dürüst insanların olduğunu gördüm, elbette her düşüncenin kötülerinin de. Fakülte biterken, -şükür- kafamın içinde insanlara karşı önyargıları kaldırmıştım.

Bugün bana, aklına ilk gelen İstanbul’da çok dürüst iki kişi say deseniz, bunlar, biri çok dindar bir erkek arkadaşım, diğeri solcu ve kendini ateist olarak gören bir bayan meslektaşım olurdu. Dostlukları, her zaman benim için önemli oldular.

Bu kadar yıldır Üniversitede çalışırım. Hiçbir öğrencimin hangi düşüncede olduğunu merak etmemişimdir. Hangi partilidir, dünya görüşü nedir? Hiç bilmedim, öğrenmedim, sormadım, öğrenmeye de gayret göstermedim. Önemli olan onların benim öğrencim olmasıydı ve hangi düşünceden olursa olsun hepsinin de tertemizliğiydi.

Bir çok projede çalıştım. Bu projeyi yaparken de etrafımdaki insanların kim olduğuna hiç aldırmadım. Seçimlerimde de hiç dikkat etmedim buna. Madem ki bu ülke, hangi düşüncede olursa olsun hepimizin, o halde yapılacak işleri de el birliği ile yapmalıydık. Bunun içinde kafamızdaki düşünceleri, ön yargıları ve düşmanlıkları kaldırmalıyız.

Mevlana’nın şu sözünü ne kadar çok severim, der ki, “biz, bu topraklara sevgiden başka hiçbir şey ekmedik”.

Kalplerimize önyargılardan oluşan duvarlar örüyoruz ya da örülmesine müsaade ediyoruz. Bu ise, sevmemizi engelliyor. Etrafımıza ördüğümüz bu duvar, bir gün bizi boğacak, tıpkı ipek böceğinin kozası gibi. Ne olur, artık korkmayalım ve şikayet etmeyelim duvarları yıkarken ellerimizin kanamasından, kalbimizin yaralanmasından.

Sevgili öğrencilerim ve arkadaşlarım.

Uçsuz bucaksız bir ufku seviyorsak, gözlerimizin önünde -küçük bile olsa- bir engel istemiyorsak; o zaman şu sorunun vakti gelmiştir: Ya… kalbimizin içinde, insanları sevmemize engel olan bu duvarları ne zaman kaldıracağız?