Çocuktum, henüz 7-8 yaşlarında idim. Misafirlere ya da büyüklerimize çay sunacağım zaman iki elimle çay tabağına yapışır gözümü de bardaktan ayırmazdım. Ama nafile. Nedense ellerim titrer ve taşıdığım çay bardağından tabağa mutlaka az ya da çok dökülürdü. Çay tabağı taşıma becerimin olmadığına kanaat getireceğim bir zamanda rahmetli halam görmüştü ellerimin titreyişini ve çayı döküşümü. Bana “oğlum, bardağı tek alinle tut ve sakın bardağa bakma, nereye gideceksen oraya doğru yürü” dedi. İçimde tereddüt olsa da yaptım dediğimi Rahmetlinin. Çay tabağına bir damla bile dökülmemişti.

Uzun zaman aradan sonra Hoca yazacak bunu mu buldu diye aklınızdan geçirdiğinizi biliyorum. Aslında amacım bu çocukluk hikayesini ve basit bir çay bardağı taşımayı anlatmak değil.

Hayatın kısa -veya göreceli uzun- yolculuğunda insanlığımızı, onurumuzu, izzetimizi, adımızı taşıyoruz ellerimizde aslında. Bazen hayatın zor zamanlarından geçiyoruz bazen de çok rahat ve kolay anlarından. Bu yürüyüşte elimizde taşıdıklarımızdan da dökülenler olmuyor mu acaba?

Önceki yazılarımda da bahsetmiştim. Hayat, insanın hele de bir hukukçunun ilkelerinden taviz istiyor. Her zaman doğru olmasa da güçlüyü savunmaya, gücü elinde bulunduranlara, iktidarı elinde bulunduranlara doğru kalbin ibresi yöneliveriyor. İşte her yaratılışta her insana eksiksiz verilen onur, insanlık ve haysiyet gibi duygular da burada dökülmeye başlıyor.

Henüz benim bu yazıyı kaleme aldığımdan bir gün önce Dünya Avukatlar Günü’ydü. Bu yazıdaki meramımı anlatmak için tam da bu günlerde avukatların sık sık birbirine mesajlarla gönderdiği hikayeyi de burada hatırlatayım. Fransız ünlü Avukat Berryer fakirlik içinde ölürken meslektaşlarının, “a üstad ayaklarınızın altına altınlar sermişlerdi, neden almadınız” sorusuna, “almak için eğilmek lazımdı” diye cevap verir. Bilinen meşhur hikayedeki gibi değil mi hayat?

İnanın dürüstlük, onur, izzet, saygınlık kimselerden makam, mevki ve çıkar beklememeyi gerektirir. Eskilerin tabiri ile müstağni olmayı! Yani kimseden, kullardan bir şey beklememeyi.

Hayatınızı düzgün yaşamak istiyorsanız her şeyden uzak kalmayı göze alabilmek gerek. Makam ya da dünyanın parlak süsleri gelirse kendi gelsin. Ama şan, şöhret ya da parayı hayatınızın gayesi yapmaya kalkarsanız diğerlerinden vermek zorundasınız. Bir sizden bir bunlardan… Değiş tokuş yaparsınız. İşte bu, takasların en kötüsüdür!

Bir kimsede paranın, makamın olmasına elbette karşı değilim. Karşı olduğum, para için, iktidardakilerin ya da gücü elinde bulunduranların vaad edecekleri makamlar için eskilerin tabiri ile izzet-ü ikbal için insani değerlerinden vermek, vazgeçmek!

Tam da bunları düşündüğüm için Rahmetli Halamın bana çay bardağı taşıma hikayesini anlattım sizlere. Eğer değerlerinizi içine koyduğunuz canınızı, hayatınızı taşıyorsanız ileriye bakın, olduğunuz zamana değil! Hatta ömrün sonuna kadar odaklayın gözlerinizi. O zaman adımlarınızın titremediğini, hayatta yalpalamadığınızı göreceksiniz.

Sımsıkı sarılmayın dünyalıklara, benim iki elimle tuttuğum gibi çay tabağını. Bir elinizle hafitten tutun. Bırakın izzet-ü ikbali, bırakın makamı! Asıl amaç iyi insan, adil insan olmak olmaksa üç kuruşa değmez. Eğer sımsıkı sarılacaksanız insani değerlerinize sarılın, çay tabağına değil!

Sevgili öğrencilerim, sevgili dostlarım,

Hayatı düzgün yaşamak istiyorsanız kısa ve küçük hesaplar yapmayın. Uzağa bakın, yolun sonuna ve hedefe odaklanın. Kalıcı olanları hedefleyin. Gözleriniz hedefe kilitlendi ise elleriniz ve ayaklarınız titremez.

Altın serilse de ayaklarınızın altına eğilmeyin Berryer gibi. Ucundan tutun, şanı, şöhreti ve dünyalıkları!

Benim çocukluğumda çay tabağına sarıldığım gibi tutmayın bu dünyayı, ne de olsa altı üstü çay tabağı ile çay işte!

6.4.2023

Tekin Memiş