-Anne ve Babama-

Bana hayatta korktun mu deseler, muhtemelen çok çok nadiren derim. Endişeler ve korkular insana mahsus elbette. Ama kendimi bildim bileli işsiz kalmaktan, aç kalmaktan, hapse atılmaktan korkmadım. İşimi iyi yaptım, rızkımı kazanmaya çalıştım, özgürlüğümü savundum. Ama olmayacağına da üzülmedim, eksikliklerinden de korkmadım. Bunların hiçbirinin korkusu ile en azından taşımaya çalıştığım insanlığımı ve onurumu bırakmadım. Zor ve dar zamanlarım oldu. Ama her seferinde kaderin hakkımdaki en güzel çizgileri çekeceğine olan inancım tamdı.

Bana bir arkadaşım demişti ki bir gün: “Hocam sen hiç korkutuldun mu, korkuyu damarlarında hissettin mi”? O zaman düşündüm, gerçekten korkmadığımı ve korkutulmadığımı gördüm. Dediğim gibi korkuyu hissettim elbette ama korku damarlarıma hiç inmedi.

Bugünün Türkiye’sinde korkuyu etrafımdaki insanlarda çokça gördüm. Az sıkıntılı zamanlarımda aramaktan ve aranmaktan korkan koca koca, anlı şanlı arkadaşlarım oldu. İş yapmaktan korkan dünya devi şirketlerle karşılaştım. Bir öğrencimin pür akademik kitabını basamayan yayınevleriyle karşılaştım. Hatta yıllar sonra arkadaşlarının anısına Armağan çıkaracağım zaman, korkudan bu Armağana bir yazı bile yazamayanlar tanıdım. Ah bu korku… Benden uzaktı belki ama herkesi sarıp sarmalayıvermişti işte.

Ayette ilk korku ile sınayacağız diyordu ya… İşte bu korku. Hayatıma bakıyorum da korku, öyle bir rüzgâr gibi ara ara gelip geçti benim de hayatımdan; ama en zor zamanlarımda bile korku hiç yüreğime işlemedi. Neden diye çok düşündüm. Yeni anladım sebebini, yeni buldum… Meğer ben anne babamın korumasındaymışım.

Çocukluğumda annem babam vardı, bir şey olsa korurlardı beni. Yetişkin olduğumda da yanımda duaları oldu hep. İnanın her ne zaman dünya üzerime gelse, bazen ağzımdan bazen de kalbimin en derininden ve bütün samimiyetimle “anne babamın duası beni korur” derdim. Yurtdışına gittiğimde her şeyimi anne babama emanet edip gitmiştim, gözüm arkada değildi, bana bir şey olsa bile çoluk çocuğum onlara emanetti. Ne gurbet ne hapis ne de açlık dert değildi onlar varken.

Tanıdığa, birinin kayırmasına ihtiyacım olmadı, hele hele ardında şaklabanlık ettiğim muktedirler de olmadı. Ama dağ gibi anne babam vardı.

Önce babamı, geçtiğimiz hafta da annemi kaybettiğim bir zamanda yazıyorum şimdi bu satırları. Başsağlığı için arayan bir dostun sözünü de ekleyerek. Bana başsağlığı dilerken hocasından naklen demişti ki, “asıl anne babasını kaybedene acıyın, zira arkasında duacısı kalmamıştır”.

İnanın yere hep sağlam bastım ve öyle hissettim. Nasıl olsa hasta yatağından kalkamasa da anne babam var, duaları var, güzel dilekleri var. Gözlerinin içine baktığımda bayramlarım var, sarıldığımda bütün yaralarımın merhemi var, bütün dertlerimin tesellisi var. Anne babam varsa bana her şey var.

Ben tam da bu zamanlar, işte tam da anne babamı kaybettiğimde, hatta bir yarım asrı devirdiğimde, diğer bir söyleyişle kocaman bir adamken ilk defa korkuyu hissettim yüreğimde. İlk defa içim titredi, her şeyden ürktüm. Çünkü ilk defa korumasız kaldım, duasız kaldım. Önceleri anne-babam vardı. Şimdi türküdeki gibi, “ne annem var ne babam var kalmışam öksüz”!

Bunları hisli birkaç söz yazmak için kaleme almadığıma inanın. İnsanın sağından solundan bir parça nasıl gidermiş anladım bugün. Kolsuz kanatsız kalakaldım. Bir insanın hayatına sonbaharının nasıl geldiğini, güz mevsiminin ne olduğunu, nasıl yaprakların döküldüğünü anladım. Cana can katan iki canın benim hayatımın sacayağı olduğunu ve bir ayakla bir başıma hayatta sağlam durulamayacağını gördüm. Hayatımın sallanan bir yolculuk olduğunu yaşadım, yaşıyorum.

Anne babamı kaybettiğim bu yaşta, korkmaya başladım. Sokakta annesini kaybetmiş yapayalnız bir kedi yavrusu gibi çaresiz kalınabileceğini ve yaşın önemli olmadığını, her yaşta anne babanın ne sağlam arka olduğunu, destek olduğunu taaa iliklerime kadar yaşıyorum bugün.

Saatler, veda vaktine geldiğince hep gözlerimi kapamıştım ben. Saklambaç oynarken, ebe olanın yanılıp baştan yeniden saymasını isterdim. Yeniden yeniden uzasın isterdim saatler, yıllar. Ama olmuyor… Gözlerimi her yeniden sayılan gecenin sabahında açtığımda anne babamın gerçek dünyalarına yolculuğa çoktan çıktığını görüveriyorum. Hatıralar uçuşuyor zihnime, rüyalarıma, anılarıma… Gözlerim buğulu ve içim titreyerek bakıyorum arkada kalan fotoğraflara.

Ben kalakaldım anne babamın ardında, hatıralarıyla. Elimden geldiğince bütün evlatlar adına bütün anne babalar adına satırlarıma koyacağım onlar için en güzel duyguları. Bu arada benden daha erken anne babasını kaybedip bu satırları okuyanlara karşı mahcubiyetimi de içimde taşıyorum.

Aşık Beyhani’nin dediği gibi “araya hasretlik girdi”. Ömrün geri kalanında özlemlerim olacak ve elbette dualarım. Kavuşma anına dek hasret benim yüküm olacak, duam hasret saatinin tik-takları!

Ve onlarsız ve korumasız kalacağım.

Sevgili öğrencilerim, dostlarım,

Araya hasretlikler girmeden, doya doya anne babanızla, sevdiklerinizle yaşayın, ilmek ilmek örün hayatı. Yüzlerinde tebessüm olun, kalplerinde sevinç. Doyasıya bakın ellerine, yüzlerine, gülümsemelerine. Bol bol hatıra biriktirin, güzel anlarınız, güzel birliktelikleriniz, güzel yaşanmışlıklarınız olsun.

Olsun ki, hasretlik zamanlarında elinizde sadece solan fotoğraflar kalmasın.