MAKALE

CEZA SİYASETİNDEKİ PARADOKSLAR (PARADOXES IN CRIMINAL POLICY)

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel yazdı;

Abone Ol

“Paradokslar ciddi sorunlar ortaya çıkarır. . . . Onlarla boğuşmak sadece entelektüel bir oyun oynamak değil, temel meselelerle yüzleşmek demektir.”
R.M. Sainsbury, Paradokslar1 (3. baskı 2009)

Paradokslar, delil araştırmalarında önemli roller oynamıştır. Paradokslar, hukuki konulara ilişkin yeni araştırmalar, teoriler ve analizler için teşvik edici unsurlar sağlarken, göz ardı edildiklerinde kanıt tartışmaları için potansiyel engeller oluşturabilirler.

İspat paradokslarının üç genel türü vardır: Birinci ve en bilindik tür, tartışmalı bir gerçeği ispatlamak için istatistiksel kanıtların varsayımsal kullanımını ilgilendirir. İkinci tür, ispat yüküyle ilgilidir ve suçlar, hukuk davaları ve savunmalar genellikle ayrı unsurlar açısından tanımlandığı için ortaya çıkar. Üçüncü tür ise heyetteki bireysel oyların bir araya getirilerek kararlar oluşturulması süreciyle ilgilidir.

Ceza siyaseti, suç ve suçların önlenmesini ele almayı amaçlayan stratejiler ve kılavuzları ifade eder; işlevsiz ailelere, gençlere ve okul sistemlerine yardım etme ve gençler için erken müdahale programları uygulama gibi birincil önleme çabalarına odaklanır. Bu siyaset ceza adalet sistemini (CAS) oluşturan tüm bileşenlerden (polis, cezaevleri, mahkemeler) büyük ölçüde etkilenir. Bu siyaset, toplulukların güvenliğini sağlamaya yardımcı olabilecek güçlü araçlardır. Ancak, kaynaklar sınırlı olduğunda ve topluluklar risk altında olduğunda, olumlu değişim için en iyi siyaset seçeneklerini hızlı ve doğru bir şekilde belirlemek de genellikle zor olabilir.

Rasyonel bir ceza siyaset ve uygulaması oluşturmak1 amacıyla ampirik kriminolojik bulguların paylaşılması, ceza adaleti aktörleri ötesinde siyasilerin de bilinçlendirilmesi uğraşı verilmelidir.10 Kuşkusuz, gerçekler yanılgıları değiştirebilecek tek ham maddedir.

Bu bağlamda “bizler kimiz?” sorusu yer almaktadır. Bu sorunun yanıtı “neye değer veriyorsak bizler oyuz” dur: Türk ceza siyaseti nelere değer verdiğimizi ve kim olduğumuzu sergilemektedir. 2005 yılındaki yeni ceza siyaseti ile cezaların ağırlaştırılması ile cezaların yan etkilerinin hiçe sayıldığına tanık olunmuştur. Değerlerimiz, öncelikleri nasıl finanse ettiğimize göre de belirmektedir. Eğer amaç değerler suçluların iyileştirilmesi, hapis cezasına seçenek yaptırımlara ağırlık verilmesi, cezaevlerinde tretmana öncelik verilmesi söz konusu ise bütçedeki payın bu konularda artış kaydetmesine; eğer çekirdek değer yalnızca hapis cezasına ağırlık vermek ise, kolluk, savcılık ve cezaevi hizmetlerine ağırlık verilmesi söz konusu olacaktır. Amaç değer bunlardan hiçbiri olmayıp rüzgâra göre değişen bir siyasette ise, stratejiden yoksunluk söz konusu olacak; insan hakları ve özgürlükler gölgede kalarak, bugün tanık olduğumuz artan kolluk hizmetleri ile kamu davası ve gittikçe artan cezaevi nüfusuna tanık olunacaktır. İşte bu nedenle, belki de değerlerimizi CAS’dan daha iyi saptamaktan daha iyi bir yol yoktur. F. Dostoyevski’nin yazdığı gibi “Bir toplumdaki uygarlık derecesi cezaevlerinde uygulanan tretmanla saptanabilir” (Shapiro, 2016: 210).

Yaptırımlar arasında fazlaca hapis cezasına başvurmak, yeni cezaevleri açmak, eğitim, boş zamanları değerlendirme, yoksulluk yardımı ve diğer suç riskini azaltıcı tedbirler pahasına olmaktadır. Fazla cezaevi inşa edildiğinde daha fazla mahpusa sahip oluruz. İnşa etmeyenler ise daha az mahpusa sahip olurlar. Her iki halde de mahpus sayısı suç oranına ilintili değildir. Fazla cezaevi inşası ile, bir bakıma başarısızlığı planlamaktayız. Hapis cezası süreleri ülkede yüksek oranda suç olmaksızın azaltılabilir.

Nitekim, İngiltere dışındaki Avrupa örneklerine bakıldığında, mahkûmiyet süreleri önleyici etkisi kayba uğramadan azaltıldığına tanık olunmuştur. İşte sayılan nedenlerle, yeni bir ceza adaleti değerleri için bir ulusal bir çağrıya ihtiyaç duyulmaktadır.

Önemli olan yaptırım olarak hapis cezasına en son çare olarak başvurulması ilkesine ağırlık kazanmasıdır. Bu ilkenin ne derece isabetli bir uygulama sergilediği aşağıda yer alan ülkelerde benzer suç oranı olmasına karşın hüküm giyen yetişkin suçlulara özgü yaptırımlar yüzde ortalama dağılımının (1995-2000) benzer olmadığı ve hapis cezası uygulamasında A.B. D.’nin ilk sırada yer alması ile saptanmaktadır.

Ülke

Hapis

Para cezası

Denetimli serbesti

Toplum hizmeti

İhtar

Kanada

33.8

33.5

27,5

3.3

İngiltere

9.2

69

8

9.4

Finlandiya

7.2

7.5

3.6

13.4

Almanya

7.5

77.2

15.3

A.B.D.

69.9

20.5

6.5

Öte yandan hükmedilen hapis cezası süresi de cezaevinde kalınan medyan süreyi etkilediğinden ceza siyaseti açısından önemli görülmektedir. Aşağıdaki tabloda belli suçlar bakımından hükmedilen (2006) hapis cezasının ay olarak ortalamasına bakıldığında A.B.D’nin başı çekmesi de olumsuz bir tablo göstergesidir.

Suç türü

İngiltere

Avustralya

A.B.D

Finlandiya

Uyuşturucu md.

34.4

60.1

57

21.6

Gasp

37.9

72

91

16

Müessir fiil

15.2

20

60

18

Dolandırıcılık

10.9

30

44

8.1

“Cezaevi Nüfusu Demir yasası”na göre, cezaevi nüfusu girenler sayısı ile medyan kalış süresine bağlı bulunmaktadır. Bu faktörlerden biri değiştiğinde cezaevi nüfusu da değişecektir. Bu yasanın paralel çıkarımı da aynı derecede önemlidir: Cezaevine girenler veya medyan kalış süresini azaltmadan nüfus kabarıklığını gidermenin çaresi yoktur. Öte yandan, kabarık cezaevi nüfusuna devamla suç oranında önemli derecede zorunlu bir azalmaya tanık olunamayacağı da bilinmelidir.

Hükümlülerin nispeten kısa sürede salıverilmesi toplumdaki suç işleme olasılıklarını fazlaca artırmayacaktır. Af kanunları sonrası olduğu gibi büyük çapta salıverme kohortı’nın suç oranı üzerinde bazı etkileri olsa da genelde bu riskin geçici ve küçük olacağını düşündüren geçerli nedenler vardır.

Yukarda belirtildiği gibi, ceza hukukunun yarısı iyilikten ziyade zarar vermektedir (1895, O. W. Holmes). Cezaevlerinde hükümlüleri yozlaştırması; onları yeniden suç işlemeye itmesi, hükmedilen para cezası ve hürriyetten yoksunluğun hükümlünün karısı ve çocuklarını fazlaca etkilemesi (nerede cezaların şahsiliği ilkesi!) ilk akla gelen tespitlerdir. Bu bağlamda daha kapsamlı şu sorular da gündeme gelmektedir: Cezalar önleyici midir? Suçluları uygun ilkelere göre mi trete etmekteyiz? Suçluların tretmanında suç mu yoksa suçlu mu esas alınmalıdır? Yitik bir kişi olan tipik bir suçlu sivrisineğin ısırması gibi genetik olarak dolandırmaya veya öldürmeye mahkûm ise, infaz kurumlarında uygulanan klasik tretman yöntemleri ile suçluluğun önüne geçilebilir mi? Eğer suç kişinin yetiştiği anomik çevrenin normal bir ifadesi ise, kurumlarda yürütülen sözde iyileştirme faaliyetleri sonrası hükümlünün salıverildiğinde aynı çevreye dönmesi ceza siyaseti açısından bir tutarsızlık örneği değil midir? Sözde siyasi nitelikli terör suçlularının artış kaydettiği günümüz dünyasında “beyin yıkama” ötesinde en geçerli yolun uzun süreli hapis cezasına mahkumiyetle kişilerin yaşlanarak suçtan soyutlanması elde kalan tek geçerli tedbir midir? İşte bu soruların yanıtını verecek olan disiplin kriminolojidir. Kriminoloji, hukuki varsayımlarla değil, sosyal gerçeklik ile ilgilenmekte; nedenler/niçinler açıklamalarını bulmaya çalışmaktadır. Toplumdaki ideal davranışı değil, olan davranışları incelemekte ve insanların neden davrandıkları gibi davrandıklarını anlama ve açıklamaya çalışmaktadır.

Ceza Hukukunun Sakıncalı Konumu

“Ceza hukukunun yarısı iyilikten ziyade zarar vermektedir” (O. W. Holmes, 1895).

Sakıncalar konusunda ilk akla gelen tespitler, cezaevlerinde hükümlülerin yozlaşması; onların yeniden suç işlemeye itilmesi, hükmedilen para cezası ve hürriyetten yoksunluğun hükümlünün karısı ve çocuklarını fazlaca etkilemesi (nerede cezaların şahsiliği ilkesi!). Bu bağlamda daha kapsamlı şu sorular da gündeme gelmektedir: Cezalar önleyici midir? Suçluları uygun ilkelere göre mi trete etmekteyiz? Suçluların tretmanında suç mu yoksa suçlu mu esas alınmalıdır? Yitik bir kişi olan tipik bir suçlu sivrisineğin ısırması gibi genetik olarak dolandırmaya veya öldürmeye mahkûm ise, infaz kurumlarında uygulanan klasik tretman yöntemleri ile suçluluğun önüne geçilebilir mi? Eğer suç kişinin yetiştiği anomik çevrenin normal bir ifadesi ise, kurumlarda yürütülen sözde iyileştirme faaliyetleri sonrası hükümlünün salıverildiğinde aynı çevreye dönmesi ceza siyaseti açısından bir tutarsızlık örneği değil midir? Sözde siyasi nitelikli terör suçlularının artış kaydettiği günümüz en geçerli yolun uzun süreli hapis cezasına mahkumiyetle kişilerin yaşlanarak suçtan soyutlanması elde kalan tek geçerli tedbir midir? İşte bu soruların yanıtını verecek olan disiplin kriminoloji olduğundan kriminolojik bulgulara dayalı olmayan ceza siyaseti paradokslara gebe kalacaktır. Bu konuda sosyolojik bir gerçek de yasa koyucunun en azından siyasal etkililik göstermek bakımından devamlı olarak hemen ceza hukuku aracını kullanmaya hevesli olmasıdır. Yanılgı, ceza hukukunun sorunları çözebileceği izlenimi uyandırılmasındadır. Daha XIX. yüzyılda, ceza hukukunun ultima ratio işlevi, ceza hukukunun toplum- sal çatışmaların çözümünde en fazla “yardımcı» bir araç olabileceği ve böyle de olması gerektiği ifade edilmişti.

Ceza yaptırımları sisteminde yer alan hapis cezası, en pahalı bir yaptırım türüdür. Salıverilen hükümlülerin yeniden suç işlemesini önlemek açısından da diğer yaptırımlardan daha başarılı değildir (yaptırımların ikamesi teorisi). Bu yaptırım, mahpusluk süresince halkı zarar görme riskinden korumakta ve ciddi suçlar için halkın öç alma ihtiyacını (retribution) karşılamakta ise de cezaevleri nüfusunda oluşan aşırı kalabalık veya enflasyonist görüntü ciddi sorunlara neden olmaktadır. Bu sorunlara köklü çözüm getirmek üzere gerçekte çekilen hapis cezası süresini azaltan tedbirlerin geliştirilmesi bağlamında aşırı kalabalık hapishane yönetimi (genel af, kolektif pardon)şeklindeki kolektif tedbirler yerine erken şartlı salıverme (parole) gibi bireyselleştirilmiş tedbirlere öncelik verilmelidir.2 Nitekim son yıllarda benimsenen yaklaşım bu şekilde olmuştur.

Hürriyeti bağlayıcı cezaya aşırı derece başvuru sonucu cezaevleri nüfusu kabarıklığı/enflasyonu toplumsal savunu yönünden daha ciddi sorunlar nedeni olmaktadır.3 2001 yılı sonuna dek Ülkemiz gündeminden düşmeyen “cezaevinde güvenlik sorunu” bunun en belirgin kanıtıdır. Hapis cezası en son başvurulacak bir yaptırım olarak ele alınmalı ve ancak işlenen suçun ciddiyeti herhangi bir başka yaptırım veya tedbiri açıkça uygun olmaktan çıkarması halinde başvurulmalıdır.

Ceza siyaset biliminde en geçerli kural, ceza yasasının hazırlanması ve yeni projelerin tasarlanması sürecinde ulusal kalkınma planlarında olduğu gibi toplumsal gerçekler, gereksinme ve olanakların ortaya çıkarılmasıdır. Bu bağlamda, ceza adaleti sisteminin üstesinden gelebileceği iş yükünün (kolluğun tüm suçluları yakalayabilmesi, ceza mahkemelerinin tümünü makul sürede yargılayabilmesi ve cezaevlerinin tümünü muhafaza/ iyileştirebilmesinin) sınırları olduğu göz önünde bulundurulmalı; oluşturulacak suç kodeksinde toplumsal korunma açısından önemini yitirmiş suçlar için suç olmaktan çıkarma (decriminalisation)/idari suç yaratma süreci çalıştırılmalı; suç kodeksinde yer alan/alacak yeni suç türleri için (çevre ve bilgisayar suçları ile kara para aklanması, insider crime-içerden bilgi alarak borsada işlem yapmak-Sermaye Piyasası Kanunu Md.47) toplumsal kültür yaratma seferberliğine girişilmelidir.

Mükerrirlik Paradoksu

Ceza, bir toplumun belirli davranış biçimlerine karşı ifade ettiği en ağır onaylamama biçimidir. Aynı zamanda ceza, önleyici amaçlara da hizmet eder. Cezanın suçlu üzerinde ne kadar önleyici bir etkiye sahip olduğu, suç siyaseti ve hukuk bilimi için sürekli bir soru olduğundan hükümlü kişilerin mükerrir suçlu olup olmadıkları veya gelecekteki yaşamlarını suç işlemeden sürdürüp sürdürmedikleri gözlenmelidir.

Uzun zamandır kabul gören bir görüşe göre, zayıflık ve kişilik eksiklikleri nedeniyle tekrar suç işleyen mükerrer suçluya çok sert ceza verilemez. Almanya'da yasa koyucu Ceza Kanunu'nun eski 48. maddesinde yer alan zorunlu ağırlaştırma hükmünü kaldırmıştır. Ayrıca, akademisyenler, suç tekrarı yapanlara verilen cezaların geleneksel olarak artırılmasını eleştirmişlerdir. Ülkemizde ise ceza ve infaz hukukumuzda tekerrür hükümlüsü hakkındaki cezanın, mükerrirlere özgü infaz rejimi ile infaz sonrası denetimli serbesti rejimine tabi olacağı normlaştırılmış (TCK m.58/7, CeGTİK m. 108/1’de “Tekerrür halinde işlenen suçtan dolayı mahkum olunan ceza için şartlı salıverilmeden yararlanma süresinin daha uzun olacağı öngörülmüştür-Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında 19 yılını, müebbet hapis cezasında 33 yılını ve süreli hapis cezasında ¾ ünü infaz kurumunda iyi halli olarak çekmesi.

Mükerrirlik olgusuna ait verilere bakıldığında görülen tablo şöyledir: 1/6/2000 tarihi itibariyle ülkemiz Adli Sicil veri tabanı taramasında 1994 yılında hakkında ceza fişi oluşturulan 480.289 hükümlüden %19,5 inin (94.074) 1994-1999 yıllarında birden çok suç işlediği ve ortalama suç sayısının 2 olduğu saptanmış; bunların %6,7 si hapis ve para cezasına, % 52.6’sı para cezasına ve % 40.5’i de hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edildiği görülmüştür.

Engin Avcı ve Aslıhan Kovancı tarafından bu konuda yapılan çalışmada şartlı salıverilen tüm mahkumların %61'inin (452.346) üç yıllık takip süresi boyunca yeniden suç işlediği ve bu suçların toplam suçların %19'unu (8.143.240) oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Bu hükümlülerin %31'i ilk 6 ay içinde, %49'u bir yıl içinde, %73'ü iki yıl içinde ve %87'si üç yıl içinde yeniden tutuklandı.

Bu çalışma, Covid-19 pandemisi önlemleri nedeniyle şartlı tahliye edilen mahkumlar baz alınarak, üç yıllık takip süresi için Türkiye'deki genel yeniden suç işleme oranının %61 olduğunu; hırsızlık, dolandırıcılık ve uyuşturucuyla ilgili suçların en çok yeniden işlenen suç türleri olduğunu; ayrıca, tahliye edilen mahkumların takip süresi boyunca suç oranlarında %20'lik bir artışa neden olduğunu ortaya koymuştur.4 Bu doğrultudaki araştırmalar periyodik olarak UYAP veri tabanında kolaylıkla yapılabilir.

Almanya’da adli sicil veri tabanı üzerinde yapılan bir araştırmada, 1980 yılı içinde adli sicil kaydı oluşturulan hükümlülerden %53.2’sinin 1981-1985 döneminde bir kaydının daha oluştuğu ve bunların % 17.8’sinin para cezasına, % 35.4’ünün ise hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edildikleri saptanmıştır (Karl-Heinz Gross). İngiltere’de cezaevine girenlerin %80’ini mükerrirler oluşturmaktadır.

Cezaevinde kalış süresi ile mükerrir suçluluk arasında da negatif bir korelasyon yoktur. Böylece kısa süreli mahkumiyetler, insanların salıverilme sonrası suç işleme olasılıklarını artırmayacaktır. Bu suçlulardan bazıları salıverilme sonrası yeniden suç işleyeceklerse de bu insanların daha geç tahliyele- rinde de suç işleyebileceklerini düşünebiliriz.

Mükerrirliği önleyici tretman açısından cezaevlerinde etkili programlamanın temelinde şu üç ilke yer almaktadır:

1. Risk ilkesi: Yoğun hizmetlerin yüksek riskli suçlulara yönlendirilmesi,

2. İhtiyaç ilkesi: Tretman hizmetlerinde suça yol açan kriminojen nedenlerin/ihtiyaçların hedeflenmesi ve

3. Duyarlılık ilkesi: Cezaevi kurumunda, suçlunun öğrenme stiline ve yeteneğine duyarlı bir biçim ve yöntem sağlanması.

Kriminolojik/penolojik çıkarımlar olarak, kabarık cezaevi nüfusunun ülkedeki suç oranı üzerindeki etkisi açısından, cezaevi nüfus oranı ile ülkedeki suç oranı arasında düşünüldüğü kadar güçlü bir ilişki olmadığı-cezaevi nüfusunun ülke güvenliğini büyük ölçüde bozmaksızın azaltılabileceğidir.

Ceza hukuku meşru işlevleri ötesine gittiğinde ve ceza kanunu ile özel ceza yasaları arasındaki uygun çizgiler gözetilmediğinde overcriminalization (aşırı suçlulaştırma) oluşacağı ileri sürülmektedir.5 Bu sonuçlar ilkelere dayalı olduğu kadar sonuca endeksli analizlerle de çıkarılabilir. Kuşkusuz, insanın belli bir şeyden çoğuna malik olup olmadığını saptamak üzere doğru miktarın ne olduğu belirlenmelidir. Bu amaçla, ceza hukukunun bazı temel işlevleri ile temel öğretileri göz önüne alınmalıdır.

Özel yasalarla belirlenen suç sayısı ceza kanunundaki suç sayısından fazla olmasına karşılık mahkûmiyet miktarının çok azını oluşturmakta; medyada da çok az yer almaktadır. Bunun nedeni cezai yaptırıma ekseriya en son çare olarak başvurulması görülmektedir.

Ülkeler ceza siyasetleri ve uygulamalarında önemli farklılıklara tanık olunmakta ve bunun basit açıklamaları da bulunmamaktadır. Ne yüksek veya artış gösteren suç oranları ne de yüksek kamusal endişe veya şiddet olgusu ceza siyasetinin neden sertleştiğini veya bazı yerlerde diğerlerinden daha sert olduğunu açıklamaktadır. Bu kriminolojik kanıta karşın ülkemizde ılımlı bir siyasetten sertleşen bir ceza siyasetine geçişin “rasyonelliğini” irdelemek işlevsel bir ceza siyaseti adına önemlidir.

Sosyo-juridik olarak ortaya çıkan tabloda (anayasa temelli insan hakları, pazar ekonomisi ve özgür seçimlerle tanımlanan) modern devletler yüksek suç oranı ve davranış sapması üreticisi (risk toplumu) olarak belirdi. Ceza adaleti sistemi ise bu tablonun arkasında yatan sosyal sorunlarla baş edebilme kapasitesinden yoksun bulunmaktadır. Geleneksel ceza adaleti süreci, devlet ve suçlu ikilisi ile nitelendirilirken, mevcut ceza siyaseti mağdur ve toplumun fazlaca katkısını içermektedir: Uzlaşma, tazmin, iade, toplumsal hizmet. Bunlar, ceza adaleti ile sosyal siyaset arasında konumlandırılabilir. Bu yaklaşım hukuk ile ahlak arasında yeni bir dengenin oluşturulmasını sergilemektedir.

Hiç kuşkusuz, ayni ve şahsi hakları koruma altına alan etkili bir ceza adaleti sistemi, suçu tolere edilebilir sınırlar içinde tutabilmek için ceza yargısına gereksinme duymaktadır. Ceza yargılaması, “gerçeği bulma yeterliliği”6 üzerine oluşturulan, ithamın doğru(veritas) olup olmadığını irdeleyen, çağın en duyarlı teknikleri ile kanıtları test eden, itham ile savunma arasındaki bilgi asimetrisini minimize eden ve sanıkların adil yargılanma hakkını ilke edinmiş bir sistemdir-adil yargılanma modeli. Kesin hatlarla ayrılmasa da iddia, savunma ve hüküm’den6 oluşmakta; adalete erişimin diyalektik fazına odaklanmaktadır. Bu süreçte doğal adalet ilkeleri gereği suçluyu doğrudan itham etmek yerine olayın kendisi tarafından anlatımına izin verilmesi yanında ithamın ciddiyeti oranında kendisine hazırlık yapması için yeterli zaman tanınmalıdır. Anayasa tarafından güvence altına alınmış pek çok hak ve özgürlüğün korunması da ceza yargılama sistemi içinde olduğundan “ceza yargılaması Anayasa’nın sismografı” görevini ifa etmekte; suçsuz sanıkların mahkumiyetini önlemekte, CAS’taki aktörlerin davranışlarını biçimlendirmektedir.

Ceza Yargılaması

Bir ceza yargılaması nasıldır? Tarihi veya bilimsel araştırmalardan ne farkı vardır? Tarihi/bilimsel araştırmalar teorik olarak hakikat araştırmasıdır. Objektif hakikatler de ilerde yeni kanıtlarla her zaman test edilmekte/irdelenmektedir. Etik olmayan yaklaşımlarla saptanan hakikatler Nobel getirmese de onun hakikat olma niteliğini yitirtmemektedir. Bu araştırmalarda aynı suçtan ikinci kez yargılanma (double jeopardy) yasağı olmadığı gibi “kesin hüküm” (res judicata) ve “zaman aşımı” yasağı da yoktur. Özetle tarihi ve bilimler araştırmalar özü itibariyle objektif hakikat arayışıdır. Ceza yargılamasında ise hukuka aykırı elde edilen kanıtların kullanılması yasağı (exclusionary rules) vardır. Hukuka aykırı itiraf ve onun tüm meyveleri dışlanmaktadır (Anayasa md. 38/6, CMK md. 148). Bu yasak yalnızca kısa dönemli hakikat elde etmek amacına hizmet yanında hakikatle ilişkisi olmayan önemli değerler (mahremiyet, hukuka aykırı müdahalelerden özgürlük, akıl ve vücut bütünlüğü) dizinine de hizmet için tasarlanmıştır. Yargılama öncesi uygulama da zorunlu bir hakikat arayışı değildir. Nitekim, modern hiçbir itham sistem her ne pahasına olursa olsun hakikate ulaşmak üzere yapılandırılmamıştır. Nitekim, Türkiye’de hakikat arayışı sanığın sessiz kalma hakkı, kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya delil göstermeye zorlanamaz normlarıyla sınırlandırılmıştır.

Yargılama sürecinde suçluluk makul kuşku ötesinde ispatlanmalıdır. Bu yaklaşım, açıkça bir tür hakikati ötekine tercih ettiğinden bilimdeki objektif hakikat arayışı ile tutarsızdır. Makul kuşku ötesi ölçütü, masum bir insanın mahkumiyetinin suçlu bir insanın serbest kalmasından daha kötü olduğu temel değer yargısına dayalıdır. Ceza yargısına genelde belirsizlik koşulları altında alınacak karar söz konusudur. Bu yargılamaya özgü nitelikte (örneğin kuşku sanık lehine yorumlanır ilkesi, masumiyet ilkesi) hukukun sanık tarafında olmasıdır. Ne var ki ceza hâkimleri bu temel değerin ne derece ağırlıklı olması gerektiğini dile getirmekte isteksizdirler.

“Makul kuşku ötesi” ilkesi suçun her unsuruna uygulanır olmalıdır; söz konusu olan kişinin özgürlüğü- dür. Aynı şekilde “masumiyet karinesi” bir adil yargılanma hakkı gereği olarak ceza adaleti sistemine egemen olmalıdır. Bu karine bir kanıt ve karar kuralı olup; salt spekülasyona dayalı olmak yerine akıl ve sağ duyuya dayalı bir kuşku olmadığında karar verilebileceğini öngörmektedir (AİHS Md.6-2). Masumiyet karinesi ceza yargılamasında ispat külfetinin kimde olacağının da bir ölçütü olmaktadır. AİHM içtihat hukuku, modern Avrupa hukuk sistemlerinde müşterek olan, mahkûmiyet hükmüne dayanak olan ispat yükünün (onus probandi) sanıkta değil, savcılıkta olduğunu belirleyen bu ilkeyi kutsamıştır (Barberá, Messeguer ve Jabardo v. Spain. 6/12/1988, no.10590/83).

Masumiyet karinesinin özgün işlevi usulün varlığını korumaktır. “Usul” bir karar verilmesi süreci olarak, sonucunun belirginliği ile tanımlanmaktadır. Aksi takdire, bu sürecin sonucu belirgin değil ve amacı da bir karara varmak olmayıp, önceden verilmiş bir kararı haklı göstermek olduğunda bir “usul” süreci olmak yerine bir “ritüel” olacaktır. Masumiyet karinesindeki bu anlayışın başlıca sonucu usulün belirlenen sona ulaşmadan bir ceza beklentisinin yasaklanması ilkesidir. Öte yandan, “usul” bir mahkumiyetle sonuçlanmadığında sanık olabildiğince eski hale getirilmeli; “semper aliquid haeret” lekesi temizlenmeli ve kayıpları tazmin edilmelidir.

Masumiyet karinesi, usulü açıklık veya kanıt saptamanın tarafsızlığına karşı dışardan (yoğun medya yayınları/kollukça dikkatsizce yapılan beyanlar) veya kurumsal düzenlemelere (zanlı veya sanıkların cezaevi giysisi ile duruşmaya veya kamu önüne çıkmasına) karşı koruyucudur. Bu norm, ilgili devletçe yeterli bir gerekçe gösterilmediğinde 6(2). madde bağlamında AİHM’si içtihat hukukunun bir yansıması olarak belirmektedir (Yaroslav Belouse v. Russia Nos. 2653/13 ve 60980/ 14, paras 145-1653, 4 Ekim 2016).

Ceza davasında C.Savcısı belli türden (bazen retorik süslemelerle) bir hakikat arayışında olduğunu söyleyerek haklı görünmek isterken savunma da belli türden bir hakikat arayışını sahnelemektedir. Bu süreçte, her ikisinin de ekseriya ötekinin hakikat sunumunu çürütmek arayışında olduğu göz ardı edilmemelidir. Temyiz mahkemesinde yıllar itibariyle bozma oranları ile ortaya çıkan hakikat ise, tamamen başka türden bir hakikat olmaktadır. Bu saptama bana Nasrettin Hoca’nın “Sen de Haklısın” hikayesini anımsattı.

Kadılık yaptığı sırada Nasreddin Hoca’ya bir adam gelip başından geçen bir olayı anlatmış. Giderken sormuş: Haklı

değil miyim Hocam? “Haklısın” demiş Hoca.

Biraz sonra başka biri gelmiş, aynı olayı kendi yorumuna göre anlatmış. Sonra sormuş: “aklı değil miyim Hocam?”

O’na da “Haklısın” demiş Hoca.

Adam gittikten sonra karısı içerden seslenmiş: “Efendi ikisine de haklısın dedin, birisi haksız olmalı değil mi?” dediğinde, sende haklısın Hanım” demiş Hoca.

Kuşkusuz, ceza adaleti mekanizmasında yargılama, önemli bir evre oluşturmakta; “gerçeği garanti etme yeterliliği” vaat etmekte ve bunu sağlayan hukuka uygun hüküm verilmesi gerekmektedir. Önemli olan yöntemin güvenilir ve adil olduğunun (veya kullanılan diğer yöntemlerden daha kötü olmadığını) yeterince gösteren bilginin kamuoyunda yer etmesidir. Bu süreçte, insan onurunun7 korunması merkezi bir konumdadır. Ayni derecede önemli olan ceza adaleti sistemine ait her özel niteliğin şu iki yönlü soru ile irdelenmesidir: Hangi işleve hizmet için var olduğudur? Ve bu işlev yeterince yerine getiriliyor mu?

Bu sorulara rasyonel bir bağlam sağlamak üzere Fransız Ceza Usul Kanunu’na şu başlangıç hükmü eklenmiştir:8

“Ceza usul hukuku adil ve çekişmeli olmalı; tarafların hakları arasındaki denge korunmalıdır.

Soruşturma ve iddiadan sorumlu otoriteler ile yargılamadan sorumlu otoriteler arasında bir ayrım olması sağlanmalıdır.

Durumları aynı olan ve haklarında aynı suçlardan dava açılan kişiler aynı kurallara göre yargılanmalıdır.

Yargı otoritesi, mağdurların bilgilendirilmesini ve ceza yargılamasının her safhasında haklarının korunmasını sağlar.”

Hukukun merkezinde yer alan yargılama sürecinin rehber ilkesi, yargılamanın rasyonel geleneğini takiple yargılama sürecinde ortaya çıkan kanıtlardan rasyonel sonuçlar çıkarmanın önemine vurgu yapmaktadır. Psikolojik terimle, bu bir tanı/diagnostik işlevdir. Bu süreçte şu üç önemli sorunun değerlendirilmesi gerekmektedir:

1. Suçun nedenlerine ait bulgular,

2. Ortaya çıkan zararlı sonuçların değerlendirilmesi, ve

3. Sanığın kişilik karakterinin analiz ve değerlendirilmesidir.

Sistemin Olumsuz Yönleri

Sistemimizin olumsuz yönlerinden bazıları şunlardır: 1. Ceza davalarında tutuklamada geçen süre neredeyse diğer tüm sistemlere göre daha uzun olmaktadır; 2. Ceza davalarımızda yargılama süresi diğer tüm sistemlere göre daha fazla ay ve yıl sürmektedir; 3. Sanığa, adil yargılama hakkının gerekleri diğer tüm sistemlere göre usulsüzlükten korunma olanağı sağlamamaktadır.

Ceza adaleti sisteminin (CAS) işe yaramadığına dair genel bir izlenim oluşursa, bunun önemli bir sonucu olarak kanun ve cezanın caydırıcı etkisi zayıflar veya kaybolur. Eğer insanlar -hem kanunlara uyanlar hem de uymayanlar- kanunun etkisiz olduğunu düşündüklerinde iki ciddi sonuç ortaya çıkabilir: Dürüst insanlar bastırılmış bir öfke, hayal kırıklığı ve acı hissederken, diğerleri her şeyden "sıyrılıp kurtulabileceklerini" düşünerek anomik bir eğilim sergilerler.

Tek bir ceza davasının sonuçlanmasının 5 ila 10 yıl sürdüğü, Çorlu tren kazası davasını 26 duruşmada, Aslı Baş davasını 9,5 yılda 36 duruşmayla tamamlayan bir toplumda CAS etkin olarak nitelendirebilir mi? Bu bağlamda verilerin UYAP veri tabanından periyodik olarak yayınlanması düşünülemez mi?

Tutuklama Paradoksu

Yargılama hukukunda tutuklama yalnızca bir önlemdir, asla ve kesinlikle bir ceza ve de yargılama öncesi bir cezalandırma yöntemi değildir. Tutukluluk süresinin saptanmasında ölçülülük ilkesi özenle uygulanmalı ve tutuklama suçun ağırlığı ile, tutuklama süresi de tahmini olarak beklenen cezayla oranlı olmalıdır. Bu bağlamda, tutuklu kalınan süre dağılımı tutuklu ve hükmen tutuklulara göre periyodik olarak yayınlanmalı; salıverilenler ile tutuklu/ hükmen tutuklulardan beraat edenlerin tutuklu kaldıkları süre dağılımına; tutuklulardan hapis cezası dışında yaptırım uygulananlar sayısına bu tablolarda yer verilmelidir. Uzun tutukluluk süresine bir çözüm yöntemi olarak İtalya ve Fransa’da kişinin kesinleşmiş hükmünü beklediği süre, aldığı mahkûmiyet cezasının yarısından fazla olamayacağı normlaştırılmıştır. Kişi on yıl hapis cezası aldıysa, beş yıldan fazla Yargıtay sürecini bekleyemez.

“Tutuklama tedbiri kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik ağır bir sınırlamadır. Bu nedenle tutuklamaya ancak zorunlu durumlarda ve kanuni şartları bulunduğunda başvurulabilir. Aksi takdirde tutuklama, kişinin kaçmasını ya da delilleri karartmasını engellemeye yönelik bir tedbir olmaktan çıkıp cezalandırma aracına dönüşebilir.” (B. No: 2020/13893, gün 12 Aralık 2020, paragraf 14).

CMK 100. maddesindeki tutuklama düzenlemesine bakıldığında norma uygun isabetli bir karar için yapay zekâ destekli bir algoritma gereksinmesi apolitik karar alınması açısından gerekli görülse de bu maddenin yeniden düzenlenerek kaçma veya kamusal güvenlik açısından bir risk oluşturulması temel alınmalıdır. Davranış ekonomisi ve psikoloji insan beyninin ilgisiz ve fakat göz çarpan bir bilgiden etkilendiğini göstermektedir. Kalp rahatsızlığı nedeniyle acile gelen hastaya yapılan kardiyak enzim testi hastaya derhal müdahale edilmesini gösterirken, hastanın karpuz yediğini görerek buna gerek olmadığı söylemesi ve fakat yarım saat sonra hastanın kalp krizi geçirmesi bunu sergilemektedir.

Tutuklamaya istisnai olarak başvurulması gereğinin uzunca bir geçmişi vardır. Beccaria 1764 tarihli “Suçlar ve Cezalar Hakkında”ki ese rinde, kaçma tehlikesi ve kanıtı koruma gerektiğinde tutuklamaya ancak başvurulabileceğini vurgulamıştır. Tutukluğun devamı makul olmaktan çıktığında sanık salıverilmelidir (AİHM Jablonski v. Poland § 83 ve ötekiler).4 Veri açısından bir eksiklikte, yıllar itibariyle haksız yere tutukluluk nedeniyle ödenen tazminat (+manevi tazminat) miktarı bilinmemek- tedir.

AİHM’nin 12778/17 sayılı kararı: “Sonradan delil elde etmek amacı veya sonradan delil elde edilmesi ilk tutuklamayı meşru hale getiremez” (Paragraf 139). Yeni CMK ile sağlanan özgürlükçü yaklaşıma karşın adli kültür ve alışkanlıklar sonucu de jure tutuklama siyaseti gerçekleştirilmedi.9

Hapis Cezasına Hükmetme Kolaylığı

Genelde bir sanığı, içeri girdiğinden daha yoksul bir insan olarak çıkacağı yerlere hapsediyoruz; kanuna veya insanlara karşı çok az veya hiç ilgisi olmayan ve çoğu zaman tüm otorite ve düzene karşı sabit bir nefret besleyen bir kişi. Çoğu zaman, düşüncesizce, saldırgan bir şekilde hırsızlık/gaspla yaşamaya kararlı oluyor.

Kuzey Avrupa ülkelerinde suç ve ceza sorunlarına tanık olmakta isek de bu sorunların tamamı oralarda da çözülmüş değilse de onlarla daha zekice ve daha az duygusal bir şekilde başa çıkıyor gibi göründüklerini belirtmek istiyorum.

İskandinav ülkelerinin deneyimleri iki şeyi gösteriyor: Suçluluğun hızlı bir şekilde belirlenmesi, ilgili her bireyin kapsamlı bir şekilde incelenmesi ve geniş kapsamlı rehabilitasyon, eğitim ve öğretim yollarının varlığıdır.

1960'lardan bu yana İskandinav ülkelerinin ceza politikalarındaki ideolojik eğilimler analiz edilmektedir. Bu ülkelerdeki ceza politikası birleşik olmasa da tarihsel gelenek, yoğun iş birliği ve suç önleme ve kontrolüne benzer bir yaklaşım gibi çeşitli ortak özelliklerle karakterize edilen bir 'İskandinav ceza siyasetinin varlığı savunulabilir. Aşağıdaki eğilimler ve özellikler ayrıntılı olarak incelenmektedir: Tedavi ideolojisinin eleştirisinden ceza adalet sisteminin rolünün ve cezai yaptırımların işlevinin yeniden değerlendirilmesine kadar olan döngü; ceza politikası stratejilerinin farklılaşması (örneğin sosyal ve durumsal suç önleme, maliyet-fayda düşüncesi, ceza hukuku politikası, yaptırım politikası). Öte yandan, uluslararası ve Avrupa düzeyinde daha birleşik veya en azından daha uyumlu ceza politikalarına yönelik belirgin eğilimler de incelenmektedir. İskandinav ceza politikasının temel ilkelerinin doğru bir şekilde kullanılmasını sağlamak için bu gelişim sürecine aktif katılım teşvik edilmektedir.10 Bu yaklaşımın bir örneğini sergilemek üzere Alman ceza yargılamasına ait verilere aşağıda yer verilmiştir.11

Almanya, insanların hapse girmesini nasıl engelliyor?

1,339,939 Takipsizlik kararı
157,952 Beraat ve diğer kararlar

477,353 Para Cezası veya diğer yaptırımlar

81,093 Erteleme
37,828 Hapis cezası

Sonuç

Ceza siyaseti ve sistemi, kuşkusuz, bir amaca ulaşmanın araçlarıdır, kendi başlarına bir amaç değillerdir. Bize hizmet eden araçlardır, bizi köleleştiren efendiler değillerdir. İşte bu nedenle, toplumun yararına çalışmayan mekanizmaları değiştirmekten veya ortadan kaldırmaktan çekinmemeliyiz.

Akılcı ceza siyaseti, toplum için temel bir hedef olmalıdır. Ancak, kanıta dayalı, maliyet etkin suç önleme standart ise de mevcut siyasetlerin (programlar, yasalar ve yargı kararları dahil) akılcı olduğuna dair çok az gösterge vardır. Bu değerlendirmeyi desteklemek için mevcut suç ve ceza siyaseti ilgili beş önemli sorunu vurgulamak üzere bir değerlendirme araştırması perspektifi önerilmektedir:

1. Bunların etkinliğine dair ampirik bir değerlendirme yapılması;

2. Ceza siyaseti ve uygulama arasındaki boşluklar ve en önemlisi, sihirli çözüm arayışı da dahil olmak üzere bir dizi tasarım sorunu;

3. İdeal ve gerçek uygulama arasındaki kopukluklar da dahil olmak üzere bir dizi uygulama sorunu;

4. Titiz etki değerlendirmelerinin eksikliği ve bazen bunlara yanlış bir şekilde vurgu yapılması; ve

5. Yatırım kararlarına rehberlik edecek maliyet etkinliği analizlerinin azlığı. Bu sorgulamalar sonrası ceza siyasetini daha kanıta dayalı bir temele oturtmak için atılabilecek adımlar belirlenebilir.12

Unutulmamalıdır ki, “Suçla baş etmek için daha çok cezaevi yapmak, öldürücü bir hastalıkla baş etmek için daha çok mezarlık yapmak gibidir.” Cezaevi endüstrisine harcanan milyonlarca ₺’nin suç üzerine etkisi ne oldu sorusu haklı olarak gündeme gelmektedir. Cezaevi nüfusundaki yıllık artış oranı/hızı devam ettiğinde her zaman kapasite üstü cezaevi nüfusu da kaçınılmaz olacaktır. Türkiye gibi İngiltere’ de bu çıkmazın içindedir.

Ne var ki, 2005 tarihli Türk ceza siyaseti ile cezaevlerinin toplum için neler yapabileceği konusunda gerçekçi beklentiler yaratılarak bazı suçlar için artırılan hapis cezalarının cezaevi nüfusu açısından sonucunun göz ardı edildiğine; sonuçta fazlaca kalabalık cezaevi nüfusunun ceza sistemini dize getirttiğine tanık olduk. Bu saptamanın çıkarımı, ceza siyaseti üzerine teorik argümanların iyi görüntü vermesi yeterli olmayıp, sonuç değerin önemli olduğudur.

Türkiye nüfustaki 100.000 kişiye karşılık (356) mahpusla Avrupa Konseyi üye devletlerde başı çekmek- te, onu Azerbaycan (264), Gürcistan (261) ve Moldova Cumhuriyeti (235) takip etmektedir. Buna karşılık, Batı ve Kuzey Avrupa ülkeleri sürekli olarak daha düşük mahpus oranına tanık olunmaktadır: Hollanda, Norveç ve Finlandiya, 100.000 kişiye karşılık 54 mahpus varken, Almanya (71) ve İsviçre (77) de ise Avrupa ortalamasının oldukça altındadır. Kuşkusuz, düşük mahpus oranlarına yalnızca İskandinav gelenekleriyle ilişkili olanlar dışında çeşitli kurumsal modeller aracılığıyla ulaşılabilir. Ülkemiz açısından talihsizlik kriminoloji bilincinden yoksun 2004 yılı yeni ceza siyaseti (Ceza Kanunu) ile vücut bulduğunu söylemek hiç de abartı olmayacaktır.13

“Almanya’da 2024 sonu itibariyle cezaevlerindeki toplam tutuklu ve hükümlü sayısı 59 bin civarındadır. Bu, Almanya’da her 100 bin kişiye 68 mahkûm düştüğünü; Türkiye’de nüfusa göre mahkûm oranının Almanya’nın yaklaşık 6.8 katı olduğunu gösteriyor. Ayrıca Almanya’da cezaevlerindeki doluluk oranı %80.1; yani %20 boş kapasite var ve bu nedenle yeni cezaevi yapma ihtiyacı duymuyorlar”.14

Mevcut siyaset ve uygulamasındaki çarpıklıklar/hataların nadiren tek bir nedeni vardır; bu nedenle sistemik yaklaşım, hataların meydana gelmesi veya önlenmesiyle ilgili olarak, model CAS’taki aktörle- rin rolünü hem de örgütsel ortamın ve onu şekillendiren Adalet Komisyonu rolünün irdelenmesini ön görmektedir.15

Dengeli bir adalet dağılımı için, ceza sistemi psikolojiye dayalı olmak zorundadır. Ve bir suçun neden işlendiği yargılamada da kısmen yanıtlandırılabilecek bir sorudur. Ancak, burada saptanabilecek husus, insan bilincinde açığa çıkan saikler ölçüsünde bir belirleme olacaktır. Bilinç dışı saikler (dark motives) ise karanlıkta kalacaktır. Bu nedenle, suçlunun tüm iyi niyetine karşın mantıklı nedenleri içeren bir açıklamayı her zaman yapabilmesi mümkün olamayacaktır. Özetle, insan davranışları genellikle birbiri- ne zıt saikler sonucu oluşmaktadır. Bu nedenle, zihniyet (mindset) değişimi doğrultusunda ceza siyaseti ve stratejisi araştırmalarla oluşturulmalı ve sistem işleyişi bilimsel denetimlere irdelenerek paradokslar gün yüzüne çıkarılmalıdır.

İnsanlık koşullarını değiştiremeyiz, ancak insanların faaliyet gösterdiği koşulları değiştirebiliriz.”

James Reason

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

-------------

1 Bk. M.T.Yücel. Yeni Türk Ceza Siyaseti İmge Kitabevi, 2011. Mustafa T. Yücel. “Ceza Adaletinde Sapmalar”, TBB Dergisi, 105: 11-34. 2013. https://hukukihaber.net/Bir-Ceza-Siyasetimiz-Var-mı? Kriminoloji bilincinden yoksunluğun faturasının ne olacağını yeni Türk Ceza Siyaseti üzerine yapılan iki toplantıda dile getirmiştim. Bunlardan birinci TBB tarafından Ankara’da düzenlenmiş olup, tebliğim “Mustafa T. Yücel. “TCK Tasarısı Üzerine Notlar” Türk Ceza Kanunu Tasarısı, TBB Eylül 2004, ss.85-146.” yayınlanmıştı. İkincisi ise “Dünya’da ve Türkiye’de Ceza Hukuku Reformları Konferansı”nın (26 Mayıs-4 Haziran 2010) 2-3 Haziran tarihlerindeki Ankara ayağında kriminoloji olmaksızın ceza hukuku çalışmalarının etkinliğinden söz edilemeyeceği vurgulanmıştı. Trajik olan 2004 yılında cezaevlerindeki mahpus sayısının 100.000 nüfusundaki oranı 82 iken bu oranın 2025 yılında 487 olmasıdır. Bu durumu etkileyen faktörler arasında CeGTİK’de(m.99) cezaların toplanması sistemi ile cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesi yer almaktadır (CeGTİK m. 108/1).

2 Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin “Hapishaneler nüfusunda aşırı kalabalık/ enflasyon üzerine” R(99)22 sayılı Tavsiye Kararı (30/09/1999)Yargılama Sonrası Tedbirler Madde 25. Hükümlünün salıverildiğinde, cezalandırılmaya başladığı unutulmamalıdır. Kamu güvenliğini korumak için denetimli serbestinin (parole’un) en etkili bir enstrüman olduğu kanıtlanmıştır. Kanada’da yıllar itibariyle federal hükümlülerin %40’ı parole rejiminde, diğer %60’ı ise cezaevlerindedir. Ayrıca bk. Council of Europe. Key messages and conclusions of the high-level Conference “Respense to Prison Overcrowding” (24-25/04/2019). Ayrıca bk. Adalet Bakanlığı. Türkiye’de Denetimli Serbestlik 10. Yıl Sempozyumu (8-10/12/2015 İstanbul).

3 Ceza adaletinin çeşitli evrelerinde, genel nüfusun üyesini cezaevi nüfus üyesi olmaktan ayırt edici nitelikteki süzgeçlerin çeşitliliği/işlevleri göz önüne alındığında, salt 100.000 nüfustaki cezaevi nüfus oranına bakarak ceza sisteminin şiddeti hakkında hüküm vermek pek anlamlı değildir. Nitekim, ülkelere göre aynı suça özgü ciddiyet değerlendirilmesi değişmekte; yaptırımlar zaman içinde farklılık göstermektedir. Council of Europe. Crime and Economy. Strasbourg, 1995, p.76. Ayrıca bk. F.E.Zimring ve G.Hawkins. The Scale of Imprisonment 1991; R.G.Shelden “Neden bu kadar cezalandırıcıyız? Son zamanlardaki hapsetme eğilimleri üzerine bazı gözlemler” Suç Politikası Seçkin 2006, ss.465-482. B.Mandıracı. Ceza İnfaz Politikalarına İlişkin Yapısal Sorunlar ve Çözüm Önerileri, TESEV, 2015. A. M. McLeod.“Prison Abolition and Grounded Justice” 62 UCLA L. Rev.2015, ss. 1156-1239.http://scholarship.law.georgetown.edu/facpub/1490 http://ssrn.com/ abstract= 2625217

4 E. Avcı, A. Kovancı. Türkiye’de Mükerrer Suçluluk: Şartlı Tahliye Edilen Tutuklu ve Hükümlüler Üzerine Bir Araştırma. ETÜ Sentez İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi. Sayı: 14, 2024, ss. 45-63; Ayrıca bk. https://hukukihaber.net/Mükerrir-Suçluluk-Olgusu; A. Çetin. Türkiye’deki Cezaevlerinin Durumu, Jandarma Dergisi, Sayı 110, Haziran 2006, pp. 20- 24. Heinz Zipf, Die Behandlung des R¸ckfalls und der Vorstrafen nach Aufhebung des ß 48 StGB, in FESTSCHRIFT F‹R TR÷NDLE 439 (1989).

5 V. Dinler. “Overcriminalisation and Legal Diversion in Türkiye”, 25th Annual Conference of the European Society of Criminology Logos of Crime and Punishment, Athens, Greece, 03-06 September 2025.

6 Hukuk bağlamında P(suç/kanıt) ile P (kanıt/suç)u karıştırmamak önemlidir. K.Volk. “Gerçek-Gerçeklik Çeşitliliği” Suç Politikası, Seçkin, 2006, ss.213-227; A. Heper. “Yargılama Dolandırıcılığı” Güncel Hukuk Temmuz 2009/7-67, s.36 vd; J.Pradel. Çağdaş Sistemlerde Karşılaştırmalı Ceza Usulü (İSİSC Kollokyumlarının Sentez Raporu) (Terc. S. Dönmezer), Beta, Kasım 2000; R.Nozick. “Usuli Haklar” Anarşi, Devlet ve Ütopya (Çev.A.Oktay) İst. Bilgi Üniv. Yayını, Aralık 2000, ss.138-144; M. Cavadino ve J. Dignan. Penal systems: A comparative approach, Thousand Oaks, CA: Sage. 2006; J.Kleining. Ethics and Criminal Justice-An Introduction, Cambridge University Pres, 2008; L. Ve H. Saunders. “Rethinking the Criminal Standard of Proof: Seeking Consensus about the Utilities of Trial Outcomes” International Commentary on Evidence 7(2009) htpp://www.bepress.com/ice/vol7/iss2/artı1

T.Hammerberg, Türkiye’de İnsan Hakları üzerine Ziyaret Raporu(10-14/10/2011) TBBD Ocak-Şubat 2012, Y.24,S.98, ss.439-500; “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin çeşitli kararlarına rağmen, yerel mahkemelerin ifade özgürlüğüne ilişkin davalarda karar verirken, davaya konu gazetecilerin haberlerinin içeriğinin gerçek olup olmadığı ve doğruysa, kamunun söz konusu bilgileri edinmede meşru bir menfaati ve hakkı olup olmadığını (ifade içeriğinin gerçekliğinin ispatı ve kamu yararını öne sürme hakkı olarak bilinen kavramlar) sistematik olarak değerlendirdiğine dair bir belirti bulunmamaktadır.” Öte yandan, AİHM içtihatlarına göre, siyasilere yönelik eleştirinin sınırları bireylerinkine oranla daha geniştir. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg’ in 27-29 Nisan 2011 tarihleri arasında Türkiye’yi ziyareti sonrası hazırladığı rapor (CommDH, 2011,25). Ayrıca bk. M.T.Yücel.“Yapısal Analiz ve Sorunlar” Yargı Reformu-Sempozyum,TBB, 2008,ss.337-361 Şüphelilerin itiraf etmesini sağlamak etkili bir ceza soruşturmasına ikame olarak görülmemelidir (Yazarın notudur). Ayrıca bk. Avrupa Komisyonu’nun 2012 Türkiye İlerleme Raporu: Savunma hakkının ihlali, tutukluluk süreleri, aşırı derecede uzun ve karmaşık iddianameler. Ayrıca bk. İ. Berkan. “Lekelenmeme hakkı’nı talep etmek çok mu lüks?” Hürriyet (22/01/2014) s.7; S.Ergin. “Fetö’den mahkum olan tuğgeneralin masumiyeti anlaşılınca” Hürriyet (10/11/2018) s.12. Bk. Yargıtay C.Başsavcılığında Dosya İnceleme Sırasında Genel Olarak Saptanan Usul Eksikleri ve Çözüm Önerileri Afyonkarahisar, 27-29 Aralık 2012. Ayrıca bk. D.Simon. In Doubt-The Psychology of the Criminal Justice System, Harvard University Press, 2012. Avrupa Birliği/Avrupa Konseyi Ortak Programı M. Lemonde. "Türk Ceza Adalet Sisteminin Etkinliğinin Geliştirilmesi" İhtiyaç Değerlendirme Raporu ve Eylem İçin Tavsiyeler, Aralık 2013. İ.Berkan. “Sanıklar değişir ama polisin yöntemleri hiç değişmez…” Hürriyet (20/12/ 2013), s.10. G.Kurt Cezasızlık Sorunu: Soruşturma Süreci, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Anadolu Kültür Yayını, 2014: Cezasızlık ile sonuçlanan olaylar bakımından genel bir değerlendirme yapıldığında soruşturma aşamasından yargılama aşamasına geçilememesinin başlı başına bir sorun teşkil ettiği, soruşturmanın sürüncemede kaldığı olayların oranının önemli ölçüde yüksek olduğunu belirtmek mümkündür(s.21). Kanıtlama sürecine özgü hatalar örneği için bk. Ankara 9.A.C. Mahkemesinin 2013/50E, 2013/381 saylı Karar ve 31/10/2013 tarihli kararda karşı oy: Güncel Hukuk, Kasım 2016, ss.58-62. Ayrıca bk. Human Rights in Criminal Justice Systems (Seminar Report)18-20 Feb., 2009, Strasbourg, France. Bu ülkenin aydın ve yazarları içinde hapiste yatma rekoru 22,5 yılla Hikmet Kıvılcımlı’ya aittir. O’nu Kemal Tahir (12,5 yıl), Nâzım Hikmet (12 yıl), Necip Fazıl (10,5 yıl), ve Aziz Nesin 5,5 yıl) izledi.

6 Beraat/mahkûmiyet olarak beliren hüküm sonrası mahkûmiyet halinde yaptırımın belirlenmesi de ayrılmalıdır (césure de procès penal). Ayrıca bk. Ex-Counselor Who Admitted to Having Sex with Student Speaks Before Sentencing YouTube Cezaya hükmedilmesi öncesi sanık avukatının savunmasını içermektedir.

Judge Sentences Woman for Having Sexual Relationship with High School Student YouTube-Öğrencisi ile cinsel ilişkide bulunan bayan öğretmenin yargılamasında ceza tayini duruşması- İşte yargılama ve irdeleme böyle olur diyebilecek 25 dakikalık video- İşte cezanın tayin edilmesi süreci böyle olmalıdır dedirtecek nitelikte örnek bir duruşmadır.

7 Kant, onuru, insanın akıllı olmaya zorunlu kılınmasıyla, kendi kaderini belirlemedeki soyut yeteneğiyle temellendirmektedir. Kendi kendine belirleyici olma, otonomi, insanın ve her akıllı doğanın onur nedenidir. İnsan onuru bireylerin fiziksel veya zihinsel, tinsel özelliklerinden bağımsızdır. Onur, kişisel başarıdan, kişiliğin ortaya çıkışındaki başarısızlık veya başarıdan bağımsızdır. Bu ampirik olmayan temellendirmeye göre onur kazanılmaz, sahiplenilmez. Onur bir karşılık ödenmeksizin insana verilen veya sonsuza dek insana ait olan bir değerdir. Buna karşılık, kişilik ise, ampirik bir ifade olarak, özgürlükten kaynaklanır. Her akla sahip varlık bizatihi amaç olarak var olmaktadır. Fakat insan bir eşya değildir. Bu nedenle, yalnızca araç olarak kullanılabilecek bir varlık olamaz. Buna göre, insan değiş-tokuşu olmayan tek varlıktır. Bir eşyanın karşıtı olarak değer, yani piyasa değeri taşımaz; fiyatı olmaz, onuru vardır.

İnsanlık onuru hukukun zımnî varsayımlarından biridir. Bu nitelik kendisini genelde taksirli, masum-iradi ve suçlu-iradi davranış arasındaki farklıklarda ortaya koymaktadır. İnsanların esasta rasyonel, özgür iradeli ve seçme yeteneği olduğu var sayıldığından saikler nazara alınmaktadır. Kişi taksirli davrandığında, yalnızca dış güçlerin bir enstrümanı olarak görülmekte; iyi niyetle kasti hareket ettiğinde kendisine belirli alanlarda suçluluk izafe edilebilmekte ve amaç kötü olduğunda suçluluk söz konusu olmaktadır. Her ikisi de babasını öldürmesine karşın kimse Neron’ u yargıladığı gibi Oedipus’u yargılamaz. Ayrıca bk. T. Akyol. “Otoriter Cezalandırma”, Hürriyet (12/11/ 2015), s.20.

8 15/06/2000 tarih ve 2000-516 sayılı Kanun. Benzer bir düzenleme CMK hazırlık çalışmalarında öngörülmüş iken, yasama sürecinde terk edilmiştir.

9 AİHM’si 2,5 yıl ile yaklaşık 5 yıl arası yargılama öncesi tutukluluk süresini aşırı bulmuştur. (AİHM, Punzelt-Çek Cumhuriyeti, 25 Nisan 2000 tarihli karar; Pantano- İtalya, 6 Kasım 2003 tarihli karar.) İnsan Hakları Mahkemesi tutuklama nedenlerini karine sayan katalog suçlar uygulamalarını Sözleşme ile uyumsuz sayıyor. Bk. https://hudoc. echr.coe. int/eng?i=001-193650 Ayrıca bk. Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, BDS Yay., 1990, s.65. Muhammet Polat İçten. “Tutuklama ve Türkiye'deki Tutuklama Kararlarının Gerekçesizliği Sorunu” Dicle Adalet Dergisi, Cilt. 3, Sayı 5, ss.46 – 81 (2019). Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu: “Tutuklama Kurumunun Uygulanması Hakkında Görüşler”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Ocak-Şubat 2015, ss.7-28. Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, BDS Yay., 1990, s. 65. Tolga Şirin. “Suçluluk başka tutukluluk başka” T 24 (4/07/2023). Mustafa T. Yücel. “Tutuklama Paradoksu” TBB Dergisi, 2010(91) ss.291-299.

10 Towards a Rational and Humane Criminal Policy Trends in Scandinavian Penal Thinking Raimo Lahti raimo. lahti@ helsinki.fi

11 Criminal Justice in Germany Facts and Figures by Jörg-Martin Jehle Published by The Federal Ministry of Justice Eighth Edition 2023. Almanya’da mükerrrlik oranı için bk. Bundeszentralregister data from Jehle et. al., Legalbewährung nach strafrechtlichen Sanktionen 2016-2019 und 2010-2019 , section B.4.1.

12 Empirical Basis for a Rational Crime and Criminal Law Policy in the Federal Republic of Germany Dr. Richard Blath, Federal Ministry of Justice Franz Schnauhuber, Regierungsdirektor, Federal Ministry of the Interior

13MustafaT.Yücel. https://hukukihaber.net/Türkiye’nin-Kriminolojik-Görünümü https://hukukihaber.net/Suç-ve-Ceza-Strateji-Oluşumu https://hukukihaber.net/Ceza-Yasalarının-Rasyonelliği

14 Ulvi Saran. “Aşırı cezaevi doluluğu, hangi gerçeklerin aynası? Af çözüm mü?” Karar (25/07/2025)

15 "İsviçre Peyniri" modeli/Neden Modeli. Ayrıca bk. The Criminal Justice System:Is there a way to fix, YouTube

Preventing Errors in the Criminal Justice System YouTube, 29 Ekim 2021. Ahmet Taşgetiren. “Yapay zekâ 19 Mart sonrası
Türkiye’yi nasıl görüyor?” Karar (21/12/2025): Yapay zekâ Claude’a göre, ceza siyasetine egemen ilkeler bakımından
oluşan görüntü şöyledir:

- Hukuki güvenceleri kâğıt üzerinde güçlü,

- Pratikte ise siyasal bağlama duyarlı,

- Tutuklamayı olağanlaştırma riski taşıyan,

- Masumiyet ve itibar korumasını yetersiz uygulayan bir ülke.