6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 107. maddesiyle, daha önce 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. HMK’nin 107. maddesi şu şekildedir:

“Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.”

Bu düzenleme, davacının davanın açıldığı tarihte alacağın tutarını ya da değerini tam ve kesin olarak belirlemesinin mümkün olmadığı durumlarda, davacıya hukuki koruma sağlamaktadır. Doktrinde de bu hususa işaret edilmiş ve belirsiz alacak davası şu şekilde tanımlanmıştır:

“Buna göre belirsiz alacak davası; davanın açıldığı tarihte alacağın tutarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği ya da bunun olanaksız olduğu durumlarda, alacaklının, hukuksal ilişkiyi ve en az bir tutar ya da değeri belirterek açabileceği dava olarak tanımlanabilir” (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, C.1, s. 148).

Belirsiz Alacak Davası ile İcra Takibi Arasındaki İlişki

Her ne kadar alacaklı tarafından daha önce icra takibine geçilmiş olsa da zararın miktarının tam ve kesin olarak belirlenebilmesi her zaman mümkün olmayabilir. Bu durumda belirsiz alacak davası açılması, davacının hukuki yararının bulunduğu ve davanın kabul edilebilir olduğu anlamına gelir. Alacağın belirli ya da belirsiz olması, davacının dava açma hukukî yararını ortadan kaldırmaz.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.2022 tarihli kararında (“E. 2019/592 K. 2022/706”) şu husus açıklanmıştır: “Belirli bir alacak olsa dahi belirsiz alacak davası açıldığında, davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilemeyeceği yönünde karar vermiştir; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesi; Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklinde düzenlenmiş olup 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 7. maddesi ile 2. fıkra değiştirilmiş, 3. fıkra ise yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca maddenin başlığı “Belirsiz alacak ve tespit davası” iken “Belirsiz alacak davası” olarak değiştirilmiştir.7251 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle değişik HMK’nın 107. maddesi; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir (2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)” şeklindedir. Buna göre belirsiz alacak davası; davanın açıldığı tarihte alacağın tutarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği ya da bunun olanaksız olduğu durumlarda, alacaklının, hukuksal ilişkiyi ve en az bir tutar ya da değeri belirterek açabileceği dava olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, C.1., s. 148). Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. 19. Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

i. Davacının kendisinden beklenememesi,

ii. Bunun olanaksız olması,

iii. Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.11.2021 tarihli, 2021/(22)9-629 E., 2021/1334 K. sayılı kararında da aynı hususlara işaret edilmiştir. Gelinen bu noktada hukukî yarar üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır. Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesinin gerekçesinde de "...Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir..." yönünde açıklamalara yer verilmiştir. Öte yandan bu yararın "hukukî ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).Hukukî yarar dava şartlarından olup HMK'nın 114. maddesine göre, davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan, olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s.19-21). Bir davada, menfaat (hukukî yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle bir davada hukukî menfaatin bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olmaktadır (Pekcanıtez, Hakan: Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. baskı, İstanbul 2017, s.946-949).Dava çeşitleri ise HMK’nın 105 vd maddelerinde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukukî yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukukî yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukukî sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevidir. Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirlemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukukî yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukukî yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukukî yararı ortadan kaldırmaz. Somut olayda; davacının 03.04.2006 tarihinde geçirdiği iş kazası neticesinde açmış olduğu davada Ankara 18. İş Mahkemesinin 26.12.2013 tarihli ve 2006/415 Esas, 2013/982 Karar sayılı kararı ile davacı yönünden 50.000TL manevi, 138.106,13TL maddi ve eşi için 15.000TL manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline, davacının maddi tazminat konusundaki fazlaya ilişkin talep ve dava haklarının saklı tutulmasına karar verilmiş kararın gerekçesinde davacının toplam maddi zararının 212.110TL olduğu belirtilmiştir. Sözü edilen bu karar davalıların temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 18.02.2015 tarihli 2014/14920 E., 2015/2764 K. sayılı kararı ile onanmış olup davacı vekilince bakiye maddi tazminat alacağının tahsili için eldeki dava açılmıştır. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde davacı vekili Ankara 18. İş Mahkemesinin 26.12.2013 tarihli ve 2006/415 E. 2013/982 K. sayılı kararı ile hüküm altına alınmayan bakiye kısmı için fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle 74.003,87TL maddi tazminat talep etmiş olup davasını açıkça belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen tazminatın belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki eda davasını açmakta hukukî yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Hâl böyle olunca direnme kararı usul ve yasaya uygundur. Ne var ki Özel Dairece bozma nedenine göre davalılar vekillerinin diğer temyiz itirazları yönünden inceleme yapılmadığından bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir. Bu karar, belirsiz alacak davasının kabul edilebilirliğine ilişkin önemli bir emsal niteliğindedir.

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında, daha önce icra takibi yapılmış olmasının, alacak davası açılmasına engel teşkîl etmediği açıkça ortaya konmuştur. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 15.12.2016 tarihli (“E. 2016/12844 K. 2016/12987”) kararında bu konu şu şekilde ifade edilmiştir:“ Dava dilekçesinde; itirazın iptali talebi olmayıp alacak davası açıldığı belirtilmiştir. Alacakla ilgili olarak daha önce icra takibi yapılmış olması, davanın alacak davası şeklinde açılmasına engel teşkîl etmemektedir. Alacağını tahsil için icra takibi yapan alacaklı, itirazın iptalini isteyebileceği gibi itirazın iptalini istemeden doğrudan alacağın tahsilini de isteyebilir. İtirazın iptali davası açılması halinde dahi ıslah yoluyla davasını alacak davasına dönüştürebilir.” Ayrıca, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 09.02.2017 tarihli kararında (“E. 2015/11126 K. 2017/1539”) belirsiz alacak davasına ilişkin şu hususlara yer verilmiştir: “Davacının, işçilik alacaklarına ilişkin belirsiz alacak davası açması, alacağın niteliği ve miktarının işveren tarafından tek taraflı olarak belirlenmiş olması nedeniyle, dava tarihinde alacağın tam ve kesin olarak belirlenememesi hâlinde hukuki koruma sağlamak amacı taşımaktadır. Bu bağlamda, icra takibi yapılmış olması, davacının belirsiz alacak davası açma hakkını ortadan kaldırmaz.”

Belirsiz alacak davası, davacıya dava açma sürecinde hukuki güvence sağlamayı hedefler. Özellikle zarar miktarının net olarak belirlenemediği durumlarda bu dava türü, hem davacının mağduriyetini önlemek hem de yargı sürecini kolaylaştırmak açısından önem arz eder. Bu tür davalar, alacağın tam ve kesin olarak belirlenememesi durumunda taraflar arasında doğabilecek ihtilafları minimize ederek yargı sistemine esneklik kazandırır.

Sonuç

6100 sayılı HMK ile hukuk sistemimize kazandırılan belirsiz alacak davası, davacının zararının tam ve kesin olarak belirlenemediği durumlarda hukuki koruma sağlayan etkili bir aracıdır. Yargıtay kararlarından da anlaşıldığı üzere, daha önce icra takibi yapılmış olması, bu dava türünün açılmasına engel teşkîl etmez. Doktrin ve içtihatlar bir arada değerlendirildiğinde, belirsiz alacak davasının hukuk uygulamasındaki önemi açıkça görülmektedir. Bu tür davalar, bireylerin hak arama özgürlüğünü koruyarak hukukun temel prensiplerine hizmet etmektedir.