Maalesef birçok intihar vakası gündeme geliyor; acı bir durum. Bu acıda dikkat çeken nokta ise temel hukuk mesleklerini icra edenlerin intiharı. Bu kişilerin çoğu genç insanlar. Yani hayata daha umutla, daha heyecanla, daha gayretle bakmaları gereken insanlar. Lakin bunların tam tersi ortaya çıkıyor ve öyle bir noktaya geliyor ki, kişi artık en değerli varlığı olan hayatından vazgeçiyor.

Şüphesiz bu sonuçta kişilerin kendi bireysel sorunları, geçmişi, kişiliği vs. birçok şey yatmaktadır. Ancak işin o noktaya gelmesinde veya o noktadan sonra bardağı taşıran son damla olmasında, mesleğine, hukuka, hukukçuluğa, geleceğine ve sağlıklı bir gelecek inşasına olan inancın kaybının etkisi yüksek. Çünkü, kişi bireysel ve toplumsal olarak adalet duygusuna, hukuka olan inancını kaybetmektedir. Ehliyet, liyakat, azim ve gayretle bunları düzelteceğine, kendisine, ailesine ve çevresine karşı sorumluluklarını yerine getireceğine ilişkin beklenti, düşünce ve gücünü kaybetmektedir. Bunları gerçekleştirmek için adil, ahlâklı, sürdürülebilir bir zeminden mahrumdur.

Bugün bir resmî kuruma (hâkimlik savcılık, kurum avukatlığı, diğer görevler vs.) girmenin yolu sınavlarda başarılı olmak, ehliyet ve liyakat değil, ağırlıklı olarak mecburiyet, mensubiyet, aidiyetlerin öne geçmesidir. Aksi halde iyi bir mezuniyet, çalışma ve sınavlarda üstün başarılı insanların, üstüste mülakat denen cenderede canının çıkarılması nasıl izah edilebilir? Mülakat bazı meslekler için zorunludur, olmalıdır; ama böyle mi olmalıdır, yapanlar böyle mi yapmalıdır, mülakatın şekli ve amacı bu mu olmalıdır? Böyleyse, varlığındansa yokluğu daha hayırlıdır. Bu ortamda genç bir insana, çalış, çabala, ahlâklı ol, emek ver, kendini geliştir, mutlaka sonunda başarılı olursun denilebilir mi? Deseniz ne kadar inandırıcı olacaktır? İnandırsanız da sonuç alabilir mi?

Bugün gayrı resmî, özel işlerde dahi, artık çalışmanın, ahlâkın, emeğin, bilginin önemi yok edilmeye başlanmıştır. Siz gecenizi gündüzünüzü de verseniz, kuralları, hukuku değil, mecburiyet, mensubiyet, aidiyet ve ilişkilerini kullananlar sizin çaba, emek ve bilginizi hiçliğe gömmekte, menfaat, siyaset, devrim, dava, parti, dernek, cemaat, grup vs. hasılı klan ilkelliği, feodal çağdışılık, ahlâk, çaba ve bilginin önüne geçmektedir. O zaman, genç bir insana çalış, öğren, bilgili, dürüst, ahlâklı ol kazanırsın denildiğinde, bu boşluğa söylenen türküye dönüşmektedir. Zaten o ana kadar doğruları yanlış, yanlışları doğru haline getirmiş olan, zihni ve ömrü, hatta parayı pulu tüketen eğitim sistemiyle yorulan (öğrenme, çalışma anlamındaki gerçek yorgunluk değil), hayatın ve ortamın yeterince yıprattığı, kendisi ve ailesinin fedakârlıklarıyla zorla bir noktaya gelen bu kişinin, artık fedakârlık yapacak ne imkânı ne de takati kalmaktadır. Verecek bir şeyi kalmadığını düşününce de, elindeki tek şeyi, hayatını terkederek bu sorumluluktan kurtulmaktadır.

Özellikle hukuk eğitimi almış bir kişi, genç bir ruh, öğrendiklerinin tam zıddının kendisine uygulandığını görmektedir. Adaletin çiğnendiğini, hakkının yendiğini, sosyal, sınıfsal ve bireysel mobbingi, hukukun sadece muktedir ve klancılara hizmet ettiğini, feodal ilkel dayanışmanın içinde ol(a)madığında harcandığını yaşayarak, hem de acı şekilde tecrübe etmektedir. Adil ol, adaleti sağla diye aldığı eğitim ve bilinç karşısında, o da neymiş ikilemi ile sosyal şizofreni ile karşılaşmaktadır. Zaten imkânı yoktur, sınırlıdır, olanı değil, artık çalışıp elde edeceği şeylerin de, geleceğinin de maden ve manen elinden alınacağı endişesini yaşamakta, bunu aşamadığında da bu yoldaki tek yoldaşını, kendisini terketmektedir.

Bunun karşısında ne devlet ne toplum ne kurumsal yapılar (adalet kurumları, barolar, siyaset vs. vs.) durumu umursamakta, adeta vakayı adiyeden, bireysel bir sorun olarak bakmaktadır. İntihar eden tek tek bu bireyler mi, yoksa bunlara duyarsızlaşmış kitle midir? Bir beldede açlıktan biri ölürse tüm belde halkı manen sorumludur. Ruhları aç kaldığı, adalete aç olduğu, hak ve hukuka aç bırakıldığı için ölenleri seyredenler ve buna sebep olanlar sorumlu değil midir?

Lakin bu çıkar yol değildir! Yine dayanmak, yine direnmek, yine dik durmak gerekli ve zorunludur. Kendinden vazgeçmektense direnip ahlâksızları vazgeçirmek zorundayız. Yoksa bireysel değil, toplumsal intihar söz konusudur. İntihar eden kim? Herkes sormalı ve sorumluluk taşımalıdır.