Ebeveyn ile çocuğun kişisel ilişki kurma  hakkı, anne/baba ile çocuğa belirli gün ya da saatlerde görüşme, birbirlerinden haberdar olma, birbirlerinin yaşamında olma, karşılıklı etkilenme yetkisi veren bir hak olarak tanımlanabilecektir.

Söz konusu kişisel ilişki kurma hakkında, anne/babalık duygularının tatmini yanında çocuğun bedensel, fikri, ruhsal, eğitsel, kültürel gelişimine yönelik yararı da gözetilmektedir. Anne/baba yararı ile çocuk yararının çatıştığı hallerdeyse, çocuğun yararına üstünlük tanınması gerektiği kabul edilmektedir.

Konuya AİHM penceresinden göz attığımızda ise aşağıdaki hususlara değinmekte fayda bulunduğu düşünülmektedir.

AİHS' in 8. maddesi (özel hayata saygı hakkı) aile yaşamının korunması güvence altına alınmaktadır. Aile yaşamındaki temel ilişkilerden anlamamız gereken ise kadın ve erkek ile ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkilerdir. Resmi evlilik birliklerinin aile hayatı kapsamında korunduğu kuşkusuz olup, evlilik içinde doğan çocuklar da kendiliğinden evlilik ilişkisinin bir parçası sayılırlar.  Bu çerçevede, çocuğun doğumundan itibaren çocuk ve ebeveyn arasında aile yaşamı anlamına gelen bir bağ kurulduğunun kabulü gerekmektedir (Gluhakovic/Hırvatistan, No: 21188/09, 12/4/ 2011, par.  54, 60).

Ebeveyn ile çocukların birlikte yaşama istekleri aile yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olup, boşanma veya ayrılık davaları kapsamında aile ilişkisine müdahalede bulunulmuş olması, aile yaşamını ortadan kaldırmayacaktır. Ebeveyn ve çocuk arasındaki aile yaşamının anne ve babanın boşanmasının ardından da devam edeceği açık olup, anne babanın ve çocuğun aile yaşamlarına saygı hakları, belirtilen durumlarda ailenin yeniden birleştirilmesine yönelik tedbirleri de içermektedir. Söz konusu yükümlülük, yalnızca çocukların kamusal makamlarca koruma altına alınması bağlamındaki uyuşmazlıklar açısından değil, ebeveyn veya diğer aile bireyleri arasındaki velayet ve kişisel ilişki tesisine ilişkin uyuşmazlıklar için de geçerlidir (Berrehab/Hollanda, No. 10730/84, 21/6/1988, par. 21; Gluhakovic/Hırvatistan, No: 21188/09, 12/4/ 2011, par.  56-57).

Çocuğun menfaati, bir yandan, söz konusu ailenin sağlıksız olması durumu hariç, çocuğun ailesiyle bağlarını sürdürmesi gerektiğine işaret etmektedir. Buradan çıkan sonuca göre aile bağları ancak çok istisnai olaylarda koparılabilir ve kişisel ilişkilerin muhafaza edilmesi için gerekirse aileyi "yeniden kurma" gibi, gerekli her tür tedbir alınmalıdır (Neulinger ve Shuruk/İsviçre, No.41615/07, par. 136). Öte yandan, çocuğun sağlam bir çevrede gelişmesinin de çocuğun menfaatine olduğu açıktır. AİHS'in 8. maddesine göre bir ebeveyn, çocuğun sağlığına ve gelişimine zarar verecek tedbirlerin alınmasını isteme hakkına sahip değildir (Elsholz/Almanya, No.25735/94, par.50; Marsâlek/Çek Cumhuriyeti, No.8153/04, par. 71).

Bu bağlamda anne, baba ve çocukların birlikte yaşama hakkının aile hayatının esaslı bir unsuru olduğu dikkate alındığında anne ve baba arasındaki ilişkinin sona ermesi durumunda, hukuksal düzenlemelerden kaynaklanan ve bu kişisel ilişkiyi kısıtlayan ya da engelleyen tedbirlerin, aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturup oluşturmadığı hususunun her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi ve incelenmesi gerekmektedir (/Johansen/Norveç, No. 17383/90, 7/8/1996, par. 52; Elsholz/Almanya, B.No. 25735/94 13/7/2000, par. 43).

Hak ve özgürlüklerin yasayla sınırlanması ölçütü anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Anayasa Mahkemesi, Sevim Akat Ekşi, No. 2013/2187, 19/12/2013, par. 36).

Ancak, yasal bir düzenleme ve bu düzenlemeye dayanarak değerlendirilen meşru temellere rağmen, bireyin temel haklarına yapılan müdahale ve bu müdahaleyle güdülen meşru amaç arasında bir orantı bulunması zorunludur. Buna ilave olarak Anayasa’nın 13. maddesinde, bu orantının değerlendirilmesi noktasında nazara alınmak üzere,  demokratik toplumda gereklilik, hakkın özü ve ölçülülük unsurlarına riayet edilmesi şeklinde üç ayrı güvence ölçütüne daha yer verilmiştir.

Aile hayatına saygı hakkı kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırları kesin biçimde tanımlamak mümkün olmayıp, ilgili makamların, her iki yükümlülük çerçevesinde de belirli bir takdir alanına sahip olduğu kabul edilmekle birlikte, her iki yükümlülük kapsamında da benzer ilkelerin göz önünde bulundurulması, özellikle, her iki durumda da kamusal makamlarca, olayın bağlamı ve müdahalenin türüne göre, birey menfaatleri ile toplum menfaatleri ve çocuk ile ebeveyn menfaatleri arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Bu dengenin tesisinde niteliği gereği çocuğun menfaatlerine özel bir önem verilmesi gerektiği açıktır (Hokkanen/Finlandiya, No. 19823/92, 23/9/1994, par. 55; Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, par. 49).

Bu bakımdan, yapılacak inceleme ve değerlendirmelerde izlenecek yol ve yöntem konusunda şu açıklamalarda bulunulmasında fayda bulunduğu düşünülmektedir.

Özellikle müdahalenin ölçülülüğü noktasında, derece mahkemelerinin takdir yetkilerinin makul ve sağduyulu bir şekilde kullanıp kullanmadığı hususunun değerlendirilmesi ve bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir (Johansen/Norveç, No. 17383/90, 7/8/1996, par. 64; Olsson/İsveç, no. 24/03/1988 par. 68; Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, par. 48).

Mahkeme bunu yaparken, kamu yetkilileri tarafından çocukların bakımına müdahalede bulunulmasının uygunluğuna ilişkin algıların, ailenin rolüne ve Devletin ailevi ilişkilere müdahalesine dair gelenekler gibi etkenlere ve bu özel alandaki kamu tedbirlerine yönelik kaynakların mevcudiyetine bağlı olarak, bir Sözleşmeci Devletten diğerine farklılık gösterdiğini göz önünde bulundurmaktadır. Ancak, neyin çocuğun yüksek yararına olacağının değerlendirilmesi her durumda büyük önem arz etmektedir.

Mahkeme, ulusal makamların bir çocuğun bakım altına alınmasının gerekliliğini değerlendirmede geniş bir takdir payının bulunduğunu kabul etmektedir. Ancak, hem bu makamlar tarafından ebeveyn haklarına ve erişimine ilişkin getirilen kısıtlamalar gibi diğer her türlü sınırlamanın hem de ebeveynlerin ve çocukların aile hayatına saygı haklarının etkili bir şekilde korunmasını sağlamak için tasarlanmış her türlü yasal güvencenin daha katı bir denetlemeye tabi tutulması çağrısında bulunulmaktadır (Johansen/Norveç, No. 17383/90, 7/8/1996, par. 64). Derece mahkemelerinin, takdirlerinin gerekçelerini ayrıntılı olarak ortaya koymaları ve ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi, yeterli ve objektif verilere dayandırılması önem arz etmektedir (Saviny/Ukrayna, B.No. 39948/06, 18/12/2008, par. 56-58; Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/ 2011, par. 62).

Derece mahkemelerinin, kendisine velayet hakkı tanınmayan anne veya baba ile çocuk arasında kişisel ilişki tesis ettiği durumlarda, kurulması öngörülen ilişkinin uygulanabilir ve etkili olmasını temin edecek şekilde hareket etmesi önemlidir. Bu anlamda lehine kişisel ilişki tesis edilen anne veya babanın çalışma saatlerinin veya görüşme için uygun ortam tespitinin nazara alınmadığı kararların, aile hayatının korunması noktasında etkisiz kalacağı açıktır (Gluhakovic/Hırvatistan, B. No: 21188/09, 12/4/ 2011, par. 60-80).

AİHM'in 29 Mart günü vermiş olduğu Kocherov ve Sergeyeva v. Rusya (no. 16899/13) karar da konumuz ile doğrudan bağlantılı olup, Sözleşmenin 8. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Karar henüz çok yeni olup, AİHM'in konuya güncel bakış açısını yansıtmaktadır.

Bu kararında AİHM, engelli olan baba ile kızının kişisel ilişki kurmasının engellenmiş olmasının Sözleşmenin 8. maddesiyle uyumlu olmadığına kanaat getirmiştir.

Sonuç olarak konumuz açısından belirtmek gerekir ki; her somut olay bakımından bir değerlendirme yapılarak, çocuk ile ebeveyn arasında kişisel ilişki tesisi ile ilgili kararda ilgili ve yeterli gerekçe sunulup sunulmadığının ve kurulması öngörülen kişisel ilişkinin uygulanabilir ve etkili olmasını temin edecek şekilde hareket edilip edilmediğinin ve ayrıca kişisel ilişki kurma hakkının yerine getirilmesinde kamusal makamlarca gereken çabanın gösterilip gösterilmediği hususlarının takdir edilmesi gerektiği kabul edilmelidir.

Aile kavramının sorgulandığı, toplumsal değişim sürecinde ebeveyn ile çocuklar arasındaki ilişkinin yeniden tanımlandığı çağımızda, yukarıda anılan kararlar ile birlikte görüş ve düşüncelerin, sosyal hayatlarımızda aile kavramının hala çok önemli olduğunu gösterdiği muhakkaktır.

Toplum olarak özümüzü kaybetmeyeceğimize olan büyük inancımla, saygılarımı sunarım…