"Anayasal Haklar Kriminalize Edilemez"

"Geçtiğimiz hafta sonunda 104 Emekli Amiral tarafından yayınlanan ortak bildiriyi takiben 5 Nisan 2021 sabahı 10 Amiralin gözaltına alınması, ülkemizde yaşanmakta olan hukuk bağlamlı bunalımın geldiği son noktayı işaret etmektedir.

Yazılmayanlardan yola çıkılarak, ülkemizin hafızasından anımsatmalarla, satır aralarındaki niyet okumlarının suça tahvil edilmesi, anılan krizin yeni bir boyutudur.

İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararının verilmesindeki usulün hukuksuzluğu tartışılırken, Montrö Sözleşmesinden de aynı usulle çıkılabileceği savının TBMM Başkanı tarafından ifade edilmiş olması, sadece 104 Amiral nezdinde değil, ülkemizin yurtseverliği tartışılamayacak geniş bir kesiminde de kaygılara yolaçmıştı. TBMM Başkanının olasılık ve olanak arasındaki farka vurgu yapmasına rağmen, Kanal İstanbul Projesiyle bağlantılı olarak gündeme gelen Montrö Sözleşmesi konusunda Amirallerin “uzman bilgisine” sahip bulundukları tartışmasızdır.

Açık deyişle 104 emekli Amiral, en iyi bildikleri konuda, görüşlerini ifade etmişlerdir.

Diğer yandan, geçmişleri, görevleri, konumları başka bütün yurttaşlardan farklı olarak “devlet kayıtlarında” bulunan ve ülkemizin uluslararası alanda savaş verdiği konularda duyarlılık taşıyan, hatta ülkemizin doğu Akdenizdeki haklı mücadelesinin savlarını hazırlayıp adını koyanların da içinde bulunduğu Amirallerin Montrö konusunda taşıdıkları duyarlılığın kriminalize edilmesi, sadece hukuksal gerekçesizlik değil, inandırıcılık da taşımayacaktır.

Kaldı ki, adı geçen Amirallerin FETÖ egemenliğinin sürdüğü dönemlerde takındıkları tavır ile bu tavır karşısında ödedikleri bedel ve nihayet 15 Temmuz hain darbe girişimi karşısındaki duruşları, -siyasal düşüncelerinden bağımsız olarak- kendilerinden kuşku duymamızı gereksinderecek bir işareti taşımamaktadır.

Açık deyişle, 104 emekli Amiral, yurtseverlikleri konusunda kendilerinden kuşku duyulacak kişilikler değildir.

Bildiride yer alan ve ülkemiz gündeminde önceki günlerde tartışılan “sarıklı amiral” konusundaki görüşlere de benzeri nitelikleri ile yaklaşmak gerekmektedir.

Bu açıklığa rağmen, yapılan tartışmalarda bahse konu bildirinin “darbe iması” taşımakta olduğu savı, hukuksal temelli değil, siyasal temellidir. Bir an için “satır aralarından” böyle bir imanın doğduğunu düşünenler var ise, ceza hukukumuzda “darbe iması” suçunun bulunmadığını anımsatmak isteriz. Kaldı ki, hukuk niyet okuyarak, satır arası kanıtlardan ceza oluşturamaz. Geçmişte, bu yaklaşımların Balyoz ve Ergenekon gibi kumpas davalarında görülen izleri ve o davaların ülkemizi getirdiği nokta tarihe yazılmış iken, tarihin tekerrürü için gösterilen her davranış akılcılıktan uzaklaşmak olacaktır.

Bu ülkede darbe dönemleri sona ermiştir. Nereden, kimden, hangi görüşle ve nasıl tetiklendiği değişmeksizin, farklı düşünen tüm toplum kesimlerinin ortaklaşabildiği bu gerçeklik, olayları değerlendirmede de temel yaklaşım biçimi olmalıdır. 15 Temmuz 2016 gecesi, henüz kimden geldiği ve hangi sonuca ulaşacağı belli olmadan, tepemizde alçakça sortiler yapılırken İstanbul Barosu olarak web sitesine darbe girişimini lanetleyen bir bildiri koyabilen “ilk” kuruluş olarak, şimdi bu konudaki yurttaş tavrını saptamakta da güçlük çekmiyoruz.

Ancak bu gerçeklik ve saptama da herhangi bir siyasal yaklaşımın öcüsü olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, bizi darbelerden koruyup güçlendirecek en önemli silah da demokrasidir. Demokratik hakların kullanımının yaygınlaştırılması ve siyaset alanlarının kanallarının açılması, demokrasiden sağlanacak nimetleri elde etmemizle kalmayacak, geliştirdiği demokratik bilinç ile başka bütün olumsuzlukları savuşturabilecektir.

Açık deyişle İfade özgürlüğü, bu bağlamda değerlendirilmesi gereken önemli bir araçtır.

İçeriğindeki beyanlar konusundaki mutabakattan bağımsız olarak, bizatihi ifade özgürlüğü kapsamındaki beyanlar, saygı ile karşılanmalıdır. İfade özgürlüğünün kullanımında, uluslararası hukukun evrensel kabule ulaştırdığı kurallar dışında herhangi bir engel olmamalıdır. Her yurttaşın, tek tek ya da birlikte, günün her saatinde görüş açıklama ve bunu toplumu ile paylaşma hakkı ve özgürlüğü vardır. Bu bir anayasal haktır ve niyet okumaları ile kriminalize edilemez.

Uslup ve zamanlama gibi siyaset kurumlarına özgü stratejik ve taktik duyarlılıkların, bütün yurttaşlar tarafından da değerlendirilmesini beklemek, özgürlüklere getirilen bir sınırlama niteliği taşır. Kaldı ki, aynı evrensel hukuk kuralları, ifadelerdeki uslup sorununu özellikle eleştirinin yöneltildiği siyasal kurumsallıklar bakımından daha bir esnek tanımlamaktadır. Bu türden ikincil usuli sorunlara gösterilecek duyarlılıklara özel anlamlar yüklenmesi, sinmiş ve suskun bir toplum yapısını oluşturacaktır. İfade özgürlüğünün kısıtlanması suretiyle varılacak nokta korku iklimidir.

Açık deyişle, bir bildirinin uslup, zamanlama vb. sorunu taşıdığı kabul edilse dahi, bunun suç oluşturması söz konusu olamaz.

İstanbul Barosu olarak 104 Emekli Amiral tarafından yayınlanan bildiride herhangi bir suç unsuru bulunmadığı kanısındayız. Her türlü siyasal değerlendirmenin ve karşı eleştirinin konusu olsa dahi, bu bildirinin içeriği hukuken suç vasfı taşımamaktadır.

Bu gerçekliğe rağmen, sabahın erken saatlerinde 10 Emekli Amiralin gözaltına alınması, tümüyle bir “gözdağı” niteliğindedir. CMK gereğince usulüne uygun bir çağrı ile davet edilebilecek kişiler için bu türden bir uygulamaya tevessül edilmesi, ilk örnek olmasa da, uygulamanın teamüle dönüşmesini sağlayacak bir “mesleki saygınlık” içermediği için kökleşmeyecek ve gözdağı da verilemeyecektir. Hiç kuşku yoktur ki, taşınan “şüphelerden” hareketle soruşturma yapılabilir. Adaletin kişiler arasındaki eşitlik içeren yapısı, kimseyi bu soruşturmalardan ayrıksı kılamaz. Yargı kurumları önlerine gelecek dosya içerikleri bağlamında şüpheleri giderene kadar inceleme yapacaklardır. Ancak dosyanın önüne gelmesi ihtimali bulunan kurumsallıkların “ihsası rey” bağlamında açıklama yapmaktan özenle kaçınmaları gerekir. İçinde bulunduğumuz koşullarda ciddi bir bunalım yaşayan yargının giderek yürütmenin baskısına boyun eğmesinin –bir kanı olarak güçlenmesi dahi-  bunalımı ağırlaştıracağı tartışmasızdır.

Açık deyişle, İstanbul Barosu olarak siyaset uğruna hukukun eğilip bükülmesine rıza göstermeyeceğimizi, hukuksuzluklar karşısında durmaktan çekinmeyeceğimizi, temel hak ve özgürlüklerin kullanılabilir olmasının önemine çekeceğimiz dikkat ile hukuk devletinin inşaasında görevli olduğumuzu kamuoyuna saygı ile duyururuz."

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI