Kurallar anlaşılması zor olan bu dünyada belirsizliği ortadan kaldırmanın bulabildiğimiz en iyi yoludur.
Kuralların varlık sebebi, insanların doğrudan daha ahlaklı bireyler olmalarını sağlamak değil, ahlaksızlık yapmalarını engellemektir. Çünkü hukuk ve toplumsal düzen, insan doğasının kusursuz olacağı varsayımıyla değil, aksine insanların çıkar çatışmaları, zaafları ve sınırsız özgürlük arayışları içinde olduğunu kabul ederek şekillenir. Bir toplum kendisini oluşturan bireylerin bütün ahlak ve karakter zaaflarına rağmen bir arada yaşamayı mümkün kılacak kurallar tasarlamak mecburiyetindedir. Yani daha düzenli, müreffeh, huzurlu ve temiz bir toplumsal hayat sürmek için ahlaklı bireylere değil, aksine bireylerin karakter ve ahlak zafiyetlerini sergileyebilecekleri boş bir alan bırakmayan kurallara ihtiyaç vardır. Kısacası kurallar biz fanileri daha ahlaklı kılmaz fakat karakter zafiyetlerimizi engellemeye ve ahlaksız birtakım eylemlerimizi icra etmeden evvel önlemeye yarayabilir.
Kurallar, yasaların ruhuna uyan kişileri öncelikle kuralsız yaşamak isteyenlere karşı korumalıdır. Ancak kurallar medeni olanları kanunsuzlara karşı koruma işlevini yitirdiğinde medeniler mağdur, kuralsızlar ihya olur.
Yasalar, doğa yasalarının yerini almayı taahhüt ediyorsa, kendisine bağlı kişileri de bir daha doğa durumuna atmamayı garanti etmelidir. Doğada güçlü olan zayıfı ezebilir. Doğada kurnaz olan dürüst olanı kandırabilir. Doğada kalabalık olan azınlığın tepesine binebilir. Ama kurallar doğanın yasalarına bir meydan okumadır. Şehirde de güçlü olan kuralları çiğnemek suretiyle zayıf olanı alt edebilir. Ancak kurallar uygulanabildiği müddetçe yaptıkları güçlünün yanına kâr kalmaz. İki kişi birbirini parçalarcasına dövse de mahkeme salonundan geçmeden kimin bu kavgadan galip çıkacağı belli olmaz. Nasıl ki şehrin ta kendisi doğanın çetin şartlarına insanın bir meydan okumasıysa yasalar da insanın doğa durumuna bir meydan okumasıdır. Yasalar, doğal akışı bozarak insana tahmin edilebilir ve kesin bir hayatı tasarlama imkânı sunar. Yasalar belirsizliği ortadan kaldırarak, insanın doğa karşısındaki tedirginliğine çare olarak insanın potansiyelini yükseltir.
Yasalar uygar insanı koruyamadığında kendi niteliklerini kaybetmeye başlar. Yasalar kendini tam olarak kuramayıp eşit ve adil bir şekilde uygulanmadığında bunun cezasını en çok yasaya uyanlar çeker. Hasılı yasalar hakkıyla uygulanmadığında daima kendisine en sadık olan kitleyi cezalandırır.
Yasalar bir şehrin surları gibidir. Surlar, şehri her türlü dış felaketten ve düşmandan korurlar. Ancak surları ördüğünüz anda surların içerisinde kaçışı olmayan bir tuzak veya çıkışı olmayan bir labirent inşa edersiniz. Dış tehditlerden korunmak için bir araya gelen bu kişiler birlikte yaşamayı anlamlı kılacak bir hukuk sistemi inşa etmezse, içerideki bozguncular dışarıdaki anlı şanlı düşmanlardan daha büyük bir tehdit haline gelebilir. Surların içerisinde kalan ve şehrin kurallarına uyan kişiler bir anda korunmak için içine girdikleri surların arasında klostrofobik bir düzenle karşı karşıya kalabilir. Çünkü dış tehlikeye karşı kale vazifesi gören surlar, içeride bozguncularla bir arada kalan şehirliler için hapishane de olabilir. Böyle bir durumda kaosu dışarıda bırakmak için inşa edilen surlar, çıkışı olmayan bir labirent haline gelebilir. Bu nedenle her yasa bizi doğa durumundan korumayı hesap ettiği kadar bizi bize benzeyenlerden korumayı da taahhüt etmelidir.
Kuralların hem uygulandığı ama hem de devamlı delindiği yerde önceleri ayıplanan kişiler bir süre sonra yaptıklarının yanlarına kâr kaldığı görülünce övülmeye başlanır. Kurallar önce birkaç bozguncu tarafından ufak ufak delinirken bu bozguncuların cezasız kalması, bozgunu kronik hale getirir. Bozgunculara izin verilmesi kalenin surlarında içeriden gedik açılmasına benzer. Bozguncular suç işleyip başlarına bir şey gelmedikçe diğer vatandaşlar da onların kuralsızlıklarının peşinden gitmeye başlar. Böylece kuralsızlık yeni kural haline gelir. Kuralın her çiğnenişi surlarda daha fazla gedik açar. Kuralsızlık çürük gibi bir dişten öteki sağlam dişlere sıçrar. Ve bozguncuların önüne geçilmediği müddetçe bir gün içeriden oyulan surlar tamamen yok olur. İçerideki bozguncular, bir güvenlik hayaliyle kurulan şehirleri, surlarından yoksun açık hava hapishanelerine çevirir.
Kurallara uymayanlar, kurallara uyanların hayatını zehir etmeye başlar. Kuralları çiğneyerek öne geçenler belki de doğa durumunda en zayıf olanlar bile olabilir. Yasaların hüküm sürdüğü toplumları zayıfın kollandığı ve güçlünün bastırıldığı toplumlar olarak hayal etmemek gerekir. Yani yasalara uymak, insanca yaşamak yalnızca zayıfların bir talebi olamaz. Bununla birlikte yasaların çiğnenmesi de doğada güçlü olabilecek birtakım kişilerin avantajıyla sonuçlanmaz. Yasaların çiğnenmesi doğanın yasalarını da aşarak bazen en zayıfın, en kurnazın, en asosyalin fayda sağladığı kendine has bir düzensizlik ortaya çıkarır.
Kuralları ihlal edenler kalabalık olduğunda dahi kuralın uygulanması gerekir. Kuralları çiğneyenler mağdur olduklarında kurallara sığınırlar, mesele kuralı her daim hatırlamaktır.
Bozgunculuk bir anarşi hareketi değildir. Bozguncular kuralları kendi lehlerine olacak şekilde tek yönlü olarak bozarlar. Bir sırada bekleyen kişi, sıranın önüne kaynak yapma fırsatını ele geçirdiğinde bu şansını sonuna kadar kullanmak isteyebilir. Ancak kendi kaynak yaptığı sırada önüne başkası geçmek isterse bas bas bağırarak kurallardan dem de vurabilir. Yani bozgunculuk bir tür iki yüzlülük gerektirir. O yüzden bozguncular birbirini kollayan ve birlikte hareket eden bir grup olarak karşımıza çıkmazlar. Onlar sayıları ne kadar artarsa artsın hep tek tabanca hareket ederler. Bozguncular birbirlerini de bozguna uğratır. O yüzden bozgunculuk bir düzen kuramaz ve düzeni devamlı olarak bozar. Bir çekirge sürüsü gibi geçtikleri yerde bir daha ot bitmeyen bu bozguncular ortak yaşamı felç ederler.
Kurallara uymayanlar arttıkça, kurala uyanlar hem mağdur olur hem de daha fazla iş yüküyle karşılaşır. Çünkü, toplumun bazı üyeleri yasaya veya toplum düzenine karşı yükümlülüklerini yerine getirmedikçe, bu yükümlülükleri yerine getirmek kurallara uyanların omuzlarına biner. Örneğin toplumda yere çöp atmamak gibi basit bir eylemi dahi yerine getirmeyen kişiler çoğaldığında topluma ve doğaya saygı duyan kişiler onların da çöplerini toplamaya başlar. Bir iş yerinde işini savsaklayanlar arttıkça işine saygı duyanların iş yükü de artar. Başka bir deyişle, hepimiz aynı kararlılıkla toplumsal düzeni korumaya çalışmazsak, kazanılması gereken zamanın bedelini kurallara uyanlar ödeyecektir. Örneğin bir çöp tenekesi bulana kadar çöpünü yanında gezdirmeye üşenenler yüzünden çevreciler bütün hafta sonlarını onların çöplerini toplamaya ayırır. Böylece toplumsal düzen ancak bazı vatandaşların ekstra iş yükünü üzerlerine almalarıyla sağlanabilir. Ancak bu iş yükünün maddi ve manevi hasarı da onların sırtına biner.
Kurallara uyma bilincinin oluşmasının bir yolu da insanlar arasındaki saygı ve güvenin tesis edilmesinden geçer. Yasalar doğaları itibariyle insan ilişkilerindeki her bir ayrıntıyı düzenleyemez. Bununla beraber, hayatın karmaşıklığı ve keşmekeşi içinde yasaların uygulanmasının takibi de oldukça zordur. Tam da bu sebeple yasalar ona inanan ve onun ruhunu kavrayan bireylere ihtiyaç duyar. Yasalar ve daha genel anlamda toplumsal düzen ancak katılımcılarının ona gösterdiği saygı ve ona karşı hissettiği sorumluluk bilinci yoluyla işletilebilir.
Kuralsızlık çoğalınca toplum kendi ahengini korumak için genelde kuralsızlığın üzerini örter. Kuralsızlığa dair ceza değil bir savunma mekanizması oluşur. Kurallar olmasa yahut varken uygulanmasa da her insan topluluğu bir toplum düzeni elbette kuracaktır. Mesele, bu toplumsal düzeni adilce tesis edebilmektedir. O yüzden modern toplum düzeni iyi düşünülerek tasarlanmış kurallara ve kuralları layıkıyla uygulayacak otoritelere ihtiyaç duyar. Mevcut kurallar yarım yamalak uygulanıyorsa bundan da yarım yamalak bir toplum düzeni çıkar. Mesela, bir cinayet işlendiğinde yasalar cinayeti araştırıp katili cezalandırabilir. Ancak bağıra bağıra gelen bir cinayet tehdidi karşısında aynı yasalar sus pus da olabilir. Örneğin eşinden şiddet gören bir kadın polise başvurduğunda, polis kuralları uygulamak yerine çifti barıştırmaya çalışabilir. Toplum düzeni kurallarla desteklenmediğinde suçun üstü örtülür, kuralsızlıklara göz yumulur ve ancak daha büyük bir felaket geldiğinde insanlar dönüp nerede hata yaptıklarını düşünür. Hukuk, bu anlamda varoluşu itibariyle önleyicidir. Hukukun önleyici niteliğinin gerçekleştirilebilmesi için en başından ciddiye alınması gerekir.
Her toplumda kurallar ve o kuralları uygulayanlar vardır. Bir toplum dünyanın en kusursuz ve en mükemmel kurallarını formüle etse bile iş dönüp dolaşıp o mükemmel kuralların uygulanmasında karar verici olan uygulayıcılarda biter. Eğer uygulanamıyorsa ya da uygulamada öngörülemeyecek pek çok sonuca neden oluyorsa dünyanın en mükemmel kuralları dahi çözdüğünden daha fazla sorun yaratır. Belki de dünyadaki hukuk sistemleri bu manada ikiye ayrılabilir: Kuralları mükemmelleştirmeye çalışan sistemler ve kuralları uygulayacak olan yargıçları mükemmelleştirmeye çalışan sistemler. Her ikisine de sahip olduğu varsayılan ideal toplumların dışında gerçek dünyada maalesef mükemmel kurallardan daha çok işini hakkıyla yapan uygulayıcılara ihtiyaç vardır. Çünkü bir toplumda en mükemmel kurallar bile yargıçların yanlış kararları nedeniyle toplumda yıkıcı etkiler yaratabilir ve ahlaki çürümeyi hızlandırıp derinleştirebilir. Mesela mevcut yasada kâğıt üzerinde haklı olan bir davalı dava sürecinde hâkimin verdiği yanlış kararlarla mağdur edildiğinde bir kısım insan “Allah’ınızdan bulun” diyerek olayı ilahi bir boyuta taşısa da çoğu insan hakkını aramak için, yani kaybettiği parasını geri almak veya mağduriyetini gidermek amacıyla mafyatik yapılara müracaat edebilir. İşte bu yüzden kötü bir yargıç topluma daima kötü bir yasadan daha fazla zarar verir. Oysa tam aksine mesleğini hakkıyla yapan dürüst ve zeki bir yargıç, elinde yetersiz bir yasa maddesi olsa dahi, sorunu çözme amacıyla hareket ettiğinden çoğu kez cesur, isabetli ve yerinde kararlar almakta çok daha mahir olacaktır. İyi yasa-kötü yargıç ile kötü yasa-iyi yargıç açmazında iyi bir yargıç daima iyi bir yasadan daha fazla toplumsal fayda sağlar. Tıpkı savaş zamanı cephedeki az malzeme ve en çetin koşullarda hayat kurtaran bir doktorun verdiği olağanüstü mücadele gibi toplumun yaralarını elleriyle tek tek saracaktır.
Toplumda birisi suç işlediğinde insanlar o suçun yol açtığı zararlar kendilerine dokunmadığı için ya da o suçu işleyenin bu eylemiyle kazandıklarından etrafındakilere pay dağıtması nedeniyle herkesin susması ahlaki çürümenin en önemli göstergesidir. Suç işleyen kadar ve hatta daha çok suça sessiz kalan ve suçtan nemalanan da bu ahlaki çöküşün en önemli aktörleridir. Bir toplumda suç alenileştiğinde ve bir suçtan nemalanma genel geçer hal aldığında o toplumun televizyonunda kadın memesi görünmese de ahlak çökmüş demektir.
Ahlaki çözülmenin bir kez başladığı toplumlarda kurallar uygulanmak ve toplumsal düzeni tesis etmek için değil daha ziyade arkalarından dolanılmak ve toplumsal imtiyazlar elde etmek için düzenlenir. Yani böyle toplumlarda kurallar güçlülerin kendilerinden olanları kayırmaları ve kendilerinden olmayanları engellemek için vardır. Anominin hâkim olduğu toplumlarda iktidar kendi taraftarlarının önünü açmak için kuralları göz ardı edebilir ya da lüzumundan fazla esnetebilir. Oysa aynı iktidar, karşıtları için aynı kuralları onların önünü kesmek ve onları oyun dışı bırakmak için çok katı bir biçimde yorumlayarak uygular. Kurallar aynıdır ama kuralların uygulanacağı taraflar iktidar karşısında aldıkları konuma göre birbirlerinden çok farklıdır.
Toplumda kuralsızlık kural olmaya, kuralları çiğneyenlerin saygınlığı artmaya ve kuralların delinmesi sıradanlaşmaya başladığında aslında bütün toplumun dinamikleri de değişmeye başlamış demektir.
Toplumda kuralların ruhunun saygınlığını yitirmesi durumunda, kuralların önemsenmediği, toplumsal düzenin bozulduğu ve bireylerin toplumsal kurallara uyum sağlamakta zorlandığı bir toplumsal çöküş yaşanır ve bir anomi dönemine girilir.
Güvenlik ihtiyacı karşılandıktan sonra elinden alınan insanlar da ölümü hatırlatan şeylerle daha yakından karşı karşıya geldiklerinden bilişsel bir terör yaşarlar. Bu gibi toplumlarda bazı davranışlarda da artış görülür. Örneğin, bağımlılık türleri bu tarz toplumlarda pıtrak gibi ortalığı sarar. Kimyasal maddelerden kumara, anti-depresanlardan oyun bağımlılığına kadar pek çok bağımlılık insanın anomi toplumunun yarattığı gerçeklerden kaçması için birer araca dönüşür. Kendi bilişsel terörüne tedaviyi bu bağımlılıklarda arayan insanlar bir toplumun anomi döneminde olduğunun da en net göstergelerinden birisidir. O yüzden bağımlılıkla mücadele bu alanda uzmanlaşmış sivil toplum kuruluşlarının bireysel mücadeleleriyle değil, toplumu bağımlılığa iten kaosun ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Anomi toplumlarını birer geçiş dönemi olarak düşünmek mümkündür. Ancak bir toplumun anomi döneminden geçmesi tedavisi kolay olmayan bazı uzun süreli hasarlara da gebedir.
Kurallar herkes için işlemediğinde, sonunda kimse için bir anlam ifade etmez.