Mevcut yönetim döneminde ruhsat aldığı için başka grupların varlığından pek haberdar olmayanlar ve mesleğin geleceğini yalnızca artan avukat sayısıyla ve ekonomik koşulların kötüye gitmesiyle ilişkilendiren azımsanamayacak bir kitle seçimlere ilgisiz. 21 Ekim 2018 tarihinde yapılan seçimde 41.462 üyesi bulunan Baro’nun yalnızca 26.756 üyesi oy kullandı. Bunun anlamı şu: üyelerin %36’sı yani her üç avukattan biri seçimlere katılmadı ve yargı politikalarının her geçen gün daha da aleyhte seyrettiği bir dönemde bile meslek birliğini kimin yönettiğini umursamayan bu “çoğunluk” seçimin asıl kazananı olurken çoğulcu ve adil bir seçim olduğunu söylemek zor oldu.

İstanbul Barosu’nda politik seçimlerdeki seçeneklere hemen hemen paralel şekillenen gruplaşmalar politik seçimlerden farklı olarak “ortak adayla muhalefet” eğiliminden uzak seyrediyor. Bunun sebeplerinden biri yöneten grubun başka bir grubun alacağı oyla değişmesinin hala mümkün olması, diğeri ortak adayda uzlaşının gruplar arasındaki politik görüş ayrılıkları sebebiyle çok zor olması. Bir sebep olarak da ortak aday belirlemenin avukatlık mesleğinin sorgulayıcı ve muhalif ruhuna aykırı olması gösterilebilir. Yazıda uzun süredir yönetimi elinde bulunduran Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu (Öİ-ÇAG) dışındaki grupların yönetim deneyimi olmadığından yönetsel faaliyetleri hakkında yorum yapmak mümkün olmayacaksa da seçim dönemi dışında neler yaptıklarından bahsedeceğiz. Öte yandan meslek mensubu olmanın da etkisiyle yönetici grup hakkında ağırlıklı olarak eleştirel yaklaşım olacağını şimdiden söyleyelim, çünkü yukarıdaki tabloya bakıldığında ellerindeki tüm imkanlara rağmen toplam avukat sayısına oranla aldıkları oy çok az. Sayısal verilere göre temsil ettikleri tüm avukatların aslında sadece %19’unu temsil ediyorlar, yani beşte birini bile değil. Genel memnuniyet görüntüsü bu iken tutulan ve desteklenen bir grup olmadığını ifade etmek sübjektif bir yorum olmaz. Yaklaşan seçimlerde yarışacak grupların değerlendirilmesini amaçlayan bu yazıda, yarışan grupların geçmişinden bahsederken kısaca yakın seçim tarihine de göz atmış olacağız.

İlk kez 1976’da Sağ ve muhafazakar çizgideki Meslek Birliği Grubu (MBG) ile solu temsil eden Çağdaş Avukatlar Grubu’nun (ÇAG) yarışmasıyla başlayan çok gruplu seçim serüveni o yıl ve sonraki üç dönem üst üste ÇAG’ın kazanmasıyla sonuçlandı. 1983 yılında Başkan Av. Orhan Apaydın’ın Barış Derneği’ne üye olmaktan mahkûmiyet alması üzerine Adalet Bakanı tarafından görevinden alınmasıyla yönetim muhafazakar kesime geçti. Profesör Dr. S. Sulhi Tekinay’ın 5 yıllık başkanlık döneminden sonra ÇAG’ın adayı Av. Turgut Kazan başkan oldu ve Baro’yu 2002 yılına kadar ÇAG grubu yönetti. 1988-1996 yılları arasında Av. Turgut Kazan, 1996-2002 yıllarında ise Av. Yücel Sayman grup adına başkanlık görevini yürüttü. Bu dönem aynı zamanda İstanbul Barosu’nun iyice politikleştiği ve önemli eylemlere imza attığı ancak tam da bu sebeplerle ÇAG içinde farklı görüşlerin ortaya çıktığı yıllar oldu. 2000 yılında Sayman başkanlığı döneminde F-Tipi Cezaevlerine yönelik eylemler ve protestolara verilen destek gerekçe gösterilerek İstanbul Barosu’nun feshi istemiyle soruşturma açıldı. Bu süreçte F Tipi’ne yönelik mücadeleden ve türbana yönelik özgürlükçü söylemden duyulan rahatsızlık grup içindeki ayrışmayı da iyice belirginleştirdi. 28 Şubat sonrasında Kemalist ilkelerden saptıkları, “Kürtçüler” ve “dincilere” taviz verdikleri gerekçesiyle gruptan ayrıldıklarını açıklayan Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu (Öİ-ÇAG) ilk yıl seçimi kaybetse de 2002 yılında başlayan Öİ-ÇAG dönemi dokuz dönemdir devam ediyor. Şimdi yönetimi elinde tutan bu gruptan başlayarak seçime katılacak gruplara ve adaylarına bakalım.

ÖNCE İLKE ÇAĞDAŞ AVUKATLAR GRUBU

1970’lerde örgütlenen Çağdaş Avukatlar Grubu’ndan yukarıda bahsettiğimiz gerekçelerle kopan grup 2002 yılından başlayarak üç dönem Av. Kazım Kolcuoğlu ve bir dönem Av. Muammer Aydın’ın başkanlığından sonra 2010 seçimlerinde Aydın’ın yönetim kurulunda birlikte çalıştığı, o dönemde doçent olan Av. Prof. Dr. Ümit Kocasakal ve Aydın’ın başkan adaylığında karşılaşması ile yeniden ayrışma yaşadı ancak yarışı Kocasakal’ın kazanmasıyla üç dönemlik Kocasakal başkanlığındaki Öİ-ÇAG dönemi başlamış oldu.

Kocasakal ve Aydın çekişmesi Baro içinde bir hukuk, emek ve vefa trajedisine de sebep oldu. Bir dönemlik başkanlıktan sonra yeniden aday olan Aydın’ı baronun çeşitli servislerinde uzun yıllardır görev yapan avukatların bir kısmı özgür bir tercih hakları olduğunu düşünerek destekledi. Kocasakal’ın başkan seçildikten sonraki ilk icraatı Aydın’ı destekleyen meslektaşların Baro’daki işlerine son vermek oldu. Meslektaşlar işe iade davaları açıp kazandılar ancak göreve iade etmemenin de tazminatı ödenerek işe kabul edilmediler. Meslektaşlarımız, mali bedelini bizlerin ödediği bir adaletsizliğe terk edildiler. Öİ-ÇAG döneminde işe alınan bu avukatlar grup içi ayrışmanın mağduru oldular. Bizzat biz avukatların uğruna savaştığı işçilik hakları, maalesef meslek birliğimiz içinde göz göre göre çiğnendi.

Öİ-ÇAG grubunun yönettiği İstanbul Barosu, Kolcuoğlu döneminde Ergenekon ve Balyoz gibi davaları müdafi tarafında özenle ve hararetle takip ederken Hrant Dink yargılaması gibi “beğenmediği” davalara ilgisiz kalmayı tercih etti. Baro, Ermeni bir gazetecinin halkı kin ve düşmanlığa tahriki suçlamasına “mesafeli” yaklaşarak milli ve hassas terazinin esasen diğer tarafında yer aldı. Bu bakımdan “Cumhuriyetin yıkılmaz kalesi” olarak niteledikleri İstanbul Barosu’nu “Aydınlanma devriminin temsilcileri” olarak yönettiğini iddia eden grubun, ayrımsız ve hak temelli bir mücadele birliği gösterdiğini, yargı bağımsızlığına ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelere karşı gerçekçi ve etkin bir duruş sergilediğini söylemek zor. Ancak Kocasakal döneminde açıkça ifade edildiği üzere “yüksek ve şerefli siyaset” yaparak Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerine “sahip çıkan Grup yönetimindeki Baro’nun öncü muhalefet rolü üstlenerek siyasetteki bir boşluğu doldurma misyonunu ziyadesiyle yerine getirdiği rahatlıkla söylenebilir.

Grubun mesleki sorunların çözümüne ciddi bir katkı sunup sunmadığını anlatırken yazının amacı olmayan saf tarafsızlık gibi bir bakışın eksik olduğu düşünülebilir. Ancak mesleki sorunlar ve yargı bağımsızlığı tarafında olup, içinde bulunduğumuz koşulları eleştirme mecburiyeti karşısında dokuz dönemdir Baro’yu yöneten gruba muhalif ve mesafeli olmak maalesef kaçınılmaz. Üstelik yukarıda açıkladığımız üzere kaybettikleri ilk seçimde yarıştıkları grubun da içinden kopup geldikleri düşünüldüğünde 1986 yılından bu yana yönetimde söz sahibi oldukları gerçeğini unutamıyoruz.

Adliyelerdeki fiziki ve manevi koşulların her geçen gün kötüye gittiği, avukatların da “işyeri” olan adliyelerde personel ayrıcalıkları bir yana otopark ve asansör kullanımında dahi dışlandığı, avukatlara mahsus, sağlıklı ve ucuz yeme-içme imkanının hiç olmadığı dev binalarda çalışmak üzere her hafta onlarca avukata ruhsat teslim ediliyor. İş garantisi, sigorta, sosyal güvence, geçim yardımı gibi olanakların gündem dahi olmadığı Baro, bu haliyle avukatların sicilini tutan, aidat ve pul parası toplayan sıradan bir meslek odası haline getirilmiştir.

Yüksek bütçesinin hangi alanlara harcandığı sıkça tartışılan İstanbul Barosu’nun stajyer avukatların yalnızca ruhsat almaya hazır edilmesi, maaş, sosyal güvenlik ve iş güvenliği gibi zaruri ihtiyaçlarını tamamen göz ardı etmesi tepki çekse de stajyerlerin oy kullanma hakkının olmaması ve staj süresinin kısalığı, kapsamlı ve sistematik bir mücadeleye olanak vermediğinden staj döneminde mesleğe aday olanlara hala bütçe ayrılmıyor. Bütçe ve hizmetlere yönelik eleştiriler başka bir yazıya konu edilmek gerekse de burada Öİ-ÇAG döneminde Kanlıca’da açılan Baro Bahçe’den bahsetmeden geçilemez. Arazi bedeli ve toplam maliyeti ciddi eleştirilere neden olan sosyal tesislerde geniş şarap menüsü ve dünya mutfağından yemekler “indirimli” olarak sunuluyor. Mesleki sorunların iskontolu Fransız şarapları eşliğinde tartışıldığı bu mekâna olan ihtiyaç, işçi avukatlık, sendikalaşma, iş güvenliği, adliyelerdeki fiziki ve manevi zorluklardan ne kadar daha acildi sorusu cevap bulabilmiş değil.

Balmumcu’da mülkü Barolar Birliği’ne ait olan ve İstanbul Barosu’na “mesleki, sosyal ve kültürel faaliyetlerde avukatların dayanışmasını temin amacı ile bedelsiz olarak tahsis edilen altı milyon dolar değerindeki gayrimenkul ve işletmesi 2013 yılından bu yana faal olmadığı gibi Belediye’yle sorunlara neden olmuş ve başkanın yazılı belgelerle çelişen ve inandırıcı olmayan açıklamalarıyla akıllarda mali yükü ağır bir soru işareti olarak yer etmiştir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun heba edildiği bu yere ayrılan bütçe, yargılama giderinden dahi sayılmayan ve artık ihtarnamelerde bile zorunlu hale getirilen, biz avukatların yapıştırmaya mecbur edildiği ve ucuz da olmayan baro pullarından sağlandı, yani mülkün bedelini biz avukatlar ödedik. Adliye civarında sağlıklı ve kaliteli yeme-içme imkanı sunmayan Baro, Kanlıca, Balmumcu gibi istikamet dışı lüks semtlerde genç ve işçi avukatların faydalanma imkanı neredeyse hiç olmayan bu mekanları Z-raporu sunarak savunamaz, savunmamalıdır.

Özel hastanelerle yapılan anlaşmalar da Öİ-ÇAG grubu yönetiminde hayata geçti. Listedeki hastanelerin indirimli hizmet bedellerini Baro’ya bağlı avukatların yüzde kaçının karşılayabileceğini söylemek zor. İmkanları iyi meslektaşların büyük çoğunluğunun özel sağlık sigortalarının olduğu düşünüldüğünde yine çok kısıtlı bir kitleye hitap eden lüks bir jest olduğunu ifade edelim.

Yazının amacı mevcut yönetime yalnızca eleştiri olmadığından grubun onaylanan yönlerinden bahsederken ilk olarak Öİ-ÇAG yönetimindeki İstanbul Barosu’nun çoğunlukla laiklik, Kemalizm ve Cumhuriyet vurgusuyla yaptığı çıkışların benzer görüşteki sivil toplumun halihazırdaki güvenini arttırdığını, kadın, çocuk, çevre ve hayvan hakları gibi alanlarda da artan bir sempatinin olduğunu söylemek mümkün. Seçimler ve referandumlarda sandık güvenliğinin siyasi parti ayrımı gözetilmeksizin objektif biçimde sağlanması yine kamuoyunda ciddi bir güven hissi yarattı. Kuşkusuz bunda İstanbul Barosu avukatlarının grup ve siyasi görüş ayrımı olmaksızın etik ilkelerle hareket etmesinin katkısı büyük, ama bu grup yönetiminde hayata geçen “seçim güvenliği” çalışması baroya etkin ve kalıcı bir misyon yükledi.

Pek sahalarda görünmeyen Başkan Av. Mehmet Durakoğlu’nun son dönem eylemlere katılması ve “avukatın etek boyu” krizinde bizzat adliyeye giderek hararetle ve en ön safta mücadele etmesi beğeni topladı. Eski kadrolardan ciddi destek almaya devam eden grup ve başkan adayları Durakoğlu’na silkelenmesi ve yenilenmesi umuduyla iyi bir seçim sonucu dileriz. 

ÖNCE İLKE ÇAĞDAŞ AVUKATLAR GRUBU – YÜKSELİŞ HAREKETİ

İsminden de anlaşılacağı üzere Öİ-ÇAG’dan doğup ayrılan grup 2010-2018 yılları arasında dört dönem yönetim kurulu üyeliği yaptıktan sonra bağımsızlığını ilan eden Av. Hasan Kılıç başkanlığında çoğunluğu genç avukatlardan oluşan bir hareket. Grup Kılıç’la özdeş bir hareket ise de çoğunluğunun genç ve gelecek vaat eden avukatlardan olduğu düşünüldüğünde Baro içinde uzun yıllar kalıcı olacağını belirtmek gerek. 2018 seçimini ikinci sırada tamamlayan grup bu haliyle Öİ-ÇAG’ın en tedirgin edici rakibi.

Av. Hasan Kılıç grubun kök adını değiştirmeyerek aynı ilkeleri savunduğunu ancak grubun çağın ve ihtiyaçların gerisinde kaldığı mesajını vererek kendi grubuna “Yükseliş Hareketi” ismini verdi. Yükseliş Hareketi ismi, savunma faaliyeti başta olmak üzere mesleğin itibarının üst seviyelere taşınmasının hedeflenmesi bakımından tesadüf değil. Uzun süreli iktidar yorgunluğu yaşayan ve hantallaşan her topluluğun başına gelen bu tür ayrışmalarda, kopan grubun sayısal ağırlığı ve sağlamlığı belirli bir seviyenin üstünde olduğunda geride bıraktığı gruba ciddi darbe vurmuştur. Nitekim Öİ-ÇAG, Yükseliş Hareketi’nin girdiği 2018 seçimini Hareket’in girdiği ilk seçim olmasına rağmen sadece %5 oy farkla kazanabildi.

Av. Hasan Kılıç, uzun yıllar Staj Eğitim Merkezi, Avukat Hakları Merkezi ve CMK Servisi’nde görev alarak son dönem mesleğe başlayan ve azımsanamayacak sayıda olan meslektaşların hem sevgisini hem de güvenini kazandı. Yönetimde olduğu sürece Öİ-ÇAG’ın genç avukatlardan aldığı oyun garantisi gibiydi. Gruptan ayrıldığını ilan ettikten sonra ekibiyle çok hızlı ve geniş çaplı bir çalışma başlattı. Seçim döneminde belki de en çok çalışan, en çok ziyaret yapan ve en fazla avukata ulaşan aday oldu.

Şunun önemle altını çizmek gerekir ki Av. Hasan Kılıç Yükseliş Hareketi’ni kurduktan sonra değil Öİ-ÇAG grubunda yönetim kurulu üyesiyken de avukatların adliyede, karakolda, haciz mahallinde, trafikte ya da herhangi bir yerde başına bir şey gelmesi halinde günün hangi saati olursa olsun olay yerine bizzat giderek yardımcı olmuş ve tüm gelişmeleri sosyal medyadan duyurmuştur. Bu proaktif tutum kuşkusuz reklam amaçlı ve popülist bir tavır olarak da algılanabilir ama seçme ve seçilme faaliyetlerinde kaçınılmaz olan bu durumun avukatlar arasında hissettirdiği güven ve dayanışma hissi yok sayılamaz. Sadece seçim döneminde değil, hatta seçimleri kıl payı kaybetmesinden sonra da tek bir gün dahi enerjisini azaltmayarak Yükseliş Hareketi’ni diri tutan Kılıç, seçmene en yakın mesafede duran aday olarak bu bakımdan avantajlı duruyor.

Av. Hasan Kılıç, uzun yıllar yer aldığı yönetim kurulunun sağladığı tecrübe ile de öne çıkıyor. Ancak genç yaşında başlayan yönetim serüveni sahadaki avukatlık tecrübesi bakımından soru işareti doğuruyor. Bu açığı meslektaşlarının yanında ve yakın markaj mücadele ettiği toplumsal davalarla kapattığı söylenebilir. Seçmen avukatlar ile diğer gruplardan gelen en önemli eleştiri ise Kılıç’ın seçim ve diğer faaliyetlerinin mali kaynağı. Bu konuda doyurucu açıklamalar yapması gerek. Öte yandan çokça eleştirdiği yönetim kurulunun üyesi olduğu dönemde hiçbir karara muhalefet şerhi koymamış olması fikrî bir çatışmadan çok seçmen ağının sağladığı güçle bir meydan okuma yarışına girdiğini hissettiriyor. Nitekim ön seçim talebinin kabul görmemesi üzerine kurduğu Yükseliş Hareketi’nin Öİ-ÇAG’ın değerler bütününü haiz olduğunu kendisi açıkça ifade etmiştir. Eğer seçilirse içinden kopup geldiği gruptan farklı olarak ne yapacağını hep birlikte göreceğiz. Tam burada, kök grup olan ÇAG’ın da 2018 seçiminde Yükseliş Hareketi’ne destek verdiğini ekleyelim. Meslektaşlarca her an ulaşılabilir olan ve nezaketinden hiç ödün vermeyen Kılıç’ın yolu açık olsun.

AVUKAT HAKLARI GRUBU

İlk kez 2016 yılındaki seçime Av. Ömer Kavili’nin başkan adaylığıyla giren grup yeni, hırslı ve farklı. Grubun adı, mesleğin itildiği çöküş ve pasifleştirmeye bir tepki olarak doğmuş. Bilindiği üzere yargıda yaşanan dönüşüm, savunmanın dışlanması ve meslek birliklerinin zayıflatılması gibi hedefleri de içeriyor ve grup en çok buna itiraz ediyor. “Önce ilke değil, öncelikle avukat hakları” diyen grup son dakikada girdiği ilk seçimde hiç azımsanmayacak bir oy alarak varlığını daha sonra da devam ettirdi. 2018’deki seçime Av. Gökhan Ahi’nin başkan adayı olarak girdiği AHG, seçimi üçüncü sırada tamamladı. Bunda yeni olmalarının, yarışa geç girmelerinin ve fazlaca seçim çalışması yapmamalarının etkisi büyük.

AHG’yi öne çıkartan en önemli şey politik olmaması. Kemalizm, Cumhuriyet, milliyet ve din gibi meslek ilkeleri ve sorunlardan öncelikli olmaması gerektiğini düşündükleri popülist ve tarafgir söylemlerden çok uzaklar. Yüksek siyasetle arasına ciddi mesafe koyan grubun odaklandığı şey mesleki sorunlar ve yargı politikaları. Avukatlığın ortak aklı olma iddiasındaki grubun çok yenilikçi ve çözüm odaklı projelerle seçime yön verdiği rahatlıkla söylenebilir. Gerçekçi ve faydalı vaatlerini makul bir dille anlattıkları kampanyaları ezber bozdu. Gruba genç avukatların gösterdiği yoğun ilgi öyle dikkat çekti ki Baro’da Genç Avukatlar Platformu kurulmasına dolaylı katkıları oldu.

Grubun başkan adayı Av. Gökhan Ahi, çok sevilen ve saygı duyulan bir hukukçu. Uzun yıllardır sahada avukatlık yaptığından mesleğin içinden gelen bir aday olması önemli bir avantaj. Bilişim Hukuku Merkezi’nin kurucusu olan Ahi, alanında uzman bir avukat. Burada grubun yönetim kurulu adaylarından bahsetmekte fayda var. 2018 seçimi Genel Kurulu’nda Av. Erdost Balcı’nın yaptığı konuşma, heyecanı ve tansiyonu çok arttırdı. Avukat odaklı eleştiriler ve vaatlerden bahseden konuşmacı adaylar, diğer konuşmacılara göre daha isabetli ve değinilmemiş konulara temas ettiler. Grubun yarattığı bu şaşırtıcı etki baroculuk anlayışının değişmesine, yöneticiliğin bir meslek değil, emanet bir görev olduğunun hatırlanmasına yol açtı. Onlarca yıl hem yönetenlerin hem denetleyenlerin aynı gruptan olması dikkat bile çekmezken bağımsız denetçi dahi değil, en çok oy alan sonraki rakip grubun kendilerini denetlemesi fikrini ortaya atarak hem özgüvenlerini hem de dürüstlüğe verdikleri önemi ortaya koydular.

Avukat Hakları Grubu, genç, dinamik ve yenilikçi olmalarının yanında hem bir kadro hem de bir davet hareketi. Meslek odaklı yaklaşımları kapsayıcı ve dönüştürücü. Ancak seçim dönemleri dışında pek sahada değiller. Yönetim kurulu adayları her biri kendi çapında iyi hukukçu olmalarının yanında kendilerine özgü yöntemlerle avukatlara temas ediyorlar. Sosyal medyanın da yardımıyla bireysel tanınmışlıkları iyi düzeyde. Ayrıca seçilmeseler bile meslek ve baroya dair sağlam argümanlarla ortaya koydukları fikir ve eleştirilerin dikkate alınması kaçınılmaz. Seçimlerin atmosferini değiştiren bu antipolitik grubun her koşulda başarılı olacağı muhakkak.

ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRAT AVUKATLAR GRUBU

2014 yılında yapılan seçimle adını duyuran Özgürlükçü Demokrat Avukatlar (ÖDAV), sol ve çoğunluğu Kürt avukatlardan oluşan seçmenlerin desteklediği ve önceki dönem ÇAG, KAV (Katılımcı Avukatlar) ve ÖHP (Özgürlükçü Hukuk Platformu) koalisyonunun mirasçısı gibiydi. Buradan bakıldığında halen ayakta duran ÇAG’ın zaman zaman farklı adayları destekleyerek varlığını sürdürdüğünü söyleyebiliriz. 2012 yılında Av. Filiz Kerestecioğlu bu koalisyonun adayıydı ve Özgürlükçü Katılımcı Çağdaş Avukatlar grubu hatırı sayılır bir oy almıştı. Burada şu parantezi açmaya mecburuz: Kerestecioğlu’nun KCK’dan yargılanan avukatlara sahip çıkmayan baroya yönelik haklı eleştirisi dönem başkanı Kocasakal’ın “o fotoğrafta olmak istemediklerini” açıklamasıyla cübbe yargılamalarında Baro’nun tarafsız olmaya mecbur hissetmediğini ve dahi hassas terazideki yerini keskinleştirdiğini gösterdi.

Katıldıkları ilk seçim olan 2014 yılında ÖDAV, Baro tarihinde ilk kez eşbaşkanlık önerisi getirerek Av. Yıldız İmrek ve Av. Ercan Kanar’ı başkan adayları olarak gösterdi. Eşbaşkanlar, stajyer avukatlar ve yakınları için özel bir hastane, adliye içinde basın hukuk eğitimleri verilecek basın odaları ve mesleğe yeni başlayan avukatlar için büro niteliğinde avukat odaları kurulması gibi projeleri ciddi bir ihtiyacın karşılanacağına inandırdı. Ayrıca kadın hakları merkezinin güçlendirilmesinin yanında LGBTİ+ haklarının korunması ve hukuk çalışmalarının yapılması amacıyla özerk bir merkez kurulacağı müjdesini veren grup baro seçim tarihinde cinsiyet haklarına yönelik vaatte bulunan cesur bir grup olarak hala gönüllerdeki yerini koruyor.

2018 seçimlerine Avukat Eren Keskin’in başkan adaylığıyla giren grup bu isabetli başkan adayıyla seçimin hareketliliğini arttırdı. Avukat Eren Keskin, insan hakları mücadelesinin simgesel ve öncü isimlerinden biri. Kendisi de defalarca yargılanan ve sanık kürsüsünde yaptığı hak savunuculuğu ile sol muhalif kesimin çok saygı duyduğu Keskin ve grubu ÖDAV seçimi kazanmasa da farklı ve etkileyici bir dille seçime hem renk hem de heyecan kattı.

2021 seçimlerine avukat Sezin Uçar’ın başkan adaylığı ile giren ÖDAV’ın seçimi kazanması halinde İstanbul Barosu’nu ilk kez bir kadın başkan temsil edecek. Avukatlık teşkilatı içinde yöneten ve yönetilen avukatlar arasındaki tersine ağırlık ilişkisine dikkat çeken Uçar, neoliberal politikaların doğrudan etkisiyle avukatlığın sermayenin ihtiyaçlarına sunulmuş bir yan hizmet olduğuna, işçi avukatlık girdabındaki genç meslektaşların parça başı iş yaparak mesleği öğrenmeye çalışmalarına, ruhsat gasplarına ve avukatlar hakkında açılan yoğun soruşturmalara dikkat çekerek hem politik hem de mesleki sorunlara değiniyor. Genç bir kadın avukat olarak cesur ve muhalif yönüyle dikkat çeken Uçar’ın yönetim kadrosunun yüzde altmış beşinin kadın olduğunu belirtmek gerek. Baro’nun “asi çocuklarına” yürekten başarılar...

DİĞER GRUPLAR

Bu başlık altında toplanan gruplar görece daha az kitleyi temsil eden ama her seçimde muhakkak aday çıkartan, yazının en başında belirttiğimiz gibi Türkiye siyasetine paralel oluşan gruplar olarak milliyetçi, muhafazakar ve bağımsız avukatlar gibi belirgin bir siyasi çizginin temsil ettiği avukat grupları. Belirgin ve farklı bir söylem içerdiğini söylemenin zor olduğu propagandalarında genel avukatlık sorunlarına ve mevcut yönetimin tüm avukatlar tarafından eleştirilen yönlerine dikkat çekiyorlar. Tüm gruplara başarılar dileriz.

ÇOKLU BARO VE SEÇİM 2021

Neredeyse Türkiye’deki baroların tamamının karşı çıktığı ve başkanlarının günlerce eylem ve meclis önündeki nöbetine rağmen çoklu baro sisteminin iki seçim arasında yasalaşmasıyla İstanbul, Ankara ve İzmir’de ikinci barolar da kuruldu. Bu baroların seçimlerinde dahi birden çok aday olması, biat ve hetero bir kitle hareketi olmadığını göstermesi bakımından önemliydi. Ancak İstanbul 2 No’lu Barosu’nun Genel Kuruluna iktidar partisi grup başkan vekilinin bizzat katılarak konuşma yapması ve iktidar ortağı partinin başkan yardımcısının sosyal medya hesabından verdiği desteğin açıkça gösterdiği üzere geçmişte baro seçimlerine aday çıkartan siyasi çizgideki avukatların girişimiyle kurulan 2. baronun egemen ilişkiler ve siyasi desteklerle ilerleyeceği kuşku götürmüyor.

Uzun olmaktan kaçınılmaz biçimde uzak yazıyı, İstanbul Barosu mensubu tüm avukatların saygınlığına yakışır ve hepsinin hak ettiği özgür, bağımsız, adil ve meslek sorunlarının son bulacağı bir dönem dileyerek kapatırken tüm avukatlara oy kullanmanın önemini hatırlatıyoruz. Hafta sonu Haliç Kongre Merkezi’nde görüşmek dileğiyle...

Av. Seda ALÇINAR