Somutlaştırmak adına bir örnekle bu durumu açıklayalım. Örneğin; halihazırdaki ekonomik koşulların etkisiyle geçmiş yıllarda 100.000 TL değerinde bir banka kredisi çekilerek satın alınan, mülkiyeti eşlerden biri üzerine verilen ve kredileri beraber ödenen konutun, eşlerin boşanmasından sonra halihazırdaki rayiç değerinin 1.000.000 TL olması halinde boşanmış ve fakat tapuda malik gözükmeyen eşin bu değer artışında pay sahibi olup olmayacağı, olması halinde ne miktarda pay sahibi olacağı meselesi bu karmaşık fakat hakkaniyetli bir sonuç gerektiren bir ilişki tipidir. Son dönemlerdeki hem pandemi etkisiyle hem ekonomik koşulların etkisiyle piyasa değerleri katlanan mallar söz konusu olunca değer artış payı alacağı izah edilmeye muhtaç bir konu olarak karşımıza çıkmıştır. Buradan hareketle, ‘değer artış payı alacağı’ veya eski adıyla ‘katkı payı alacağı’  şudur; 01.01.2002 tarihinden önce yürürlükte olan 743 sayılı Medeni Kanun döneminde geçerli olan yasal maj rejimi ‘mal ayrılığı rejimi’idi. Mal ayrılığı rejimine göre, mal rejimi sona erip tasfiye aşamasına gelindiğinde taraflar birbirlerinin malvarlığı üzerinde hiçbir ayni veya şahsi hakka sahip olamıyordu. Bu tarz bir rejim evlilik birliğinin yapısı ve realitesi ile de uyuşmuyor ve ciddi hak kayıplarına sebebiyet veriyordu. Çünkü evlilik içerisinde partnerler ilişkilerinin gereği ve sonucu olarak fedakarlıklar yapar ve geleceğe yönelik ortak yararlanma kastı ile karşılıksız kazandırmalarda bulunurlar. Örneğin paylı mülkiyete konu edilmemiş bir konutun kredi ödemeleri beraber yapılabilir, eşlerden biri diğer eşin işyerinde personel giderlerinden tasarruf etmek için maaşsız çalışabilir veya mal üzerinde malik olmak için öncesinde ödenmesi gereken harç, vergi ve benzeri giderler öbür eş tarafından ödenebilir. İşte 01.01.2002 öncesi geçerli olan mal rejimi evlilik birliğini sona erdiren hallerden biri söz konusu olduğunda (ölüm, boşanma, gaiplik..) taraflar bu mallara yaptıkları katkılardan ve sonrasında malda meydana gelen değer artışından yararlanamıyorlardı. Hal böyle olunca Yargıtay işbu hakkaniyetsizliği gidermek için geliştirdiği içtihatılarıyla ‘katkı payı alacağı’ kavramını kabul etti. Alt derece mahkemelerinin de verdiği uyumlu kararlar sonucunda taraflar 01.01.2002 tarihine kadar olan bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine, korunmasına yaptıkları katkıları ve katkı yaptıkları malda meydana değer artışını talep edebilirler. 743 sayılı Eski kanun ve Yargıtay uygulaması 01.01.2002 tarihinden önce yapılmış evliliklerde ve katkılarda 01.01.2002 tarihine kadar olan katkıları hesaplamak için kullanılacaktır.

O halde şimdi 01.01.2002 tarihinden sonra evlenen ve haklarında mal tasfiyesi söz konusu olan kişiler açısından yeni kanunu inceleyelim. Değer artış payı alacağı kavramı mevcut Türk Medeni Kanun ile yasal rejim haline gelen ‘edinilmiş mallara katılma rejimi’yle karşımıza çıkmaktadır. Edinilmiş mallara katılma rejimi, karı-kocanın malları arasında kişisel mal/edinilmiş mal ayrımı yaparak, mal rejiminin tasfiyesi halinde tarafların kendi özel kullanımında olan veya evlilik birliği kurulmadan önce kendilerine ait olan malları çıkartarak, ilgili denkleştirme hesapları da yapıldıktan sonra kalan edinilmiş mal değerinin ikiye bölünüp taraflar arasında paylaştırıldığı bir rejimdir. Bu rejim kapsamında talep edilebilir olan kanundan doğan, şahsi alacak hakkına ‘değer artış payı alacağı’ denir. TMK.m.227/1’e göre ‘’ Eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur ………’’ Maddeyi irdeleyerek koşulları sırasıyla ele aldığımızda bu koşullardan ilki tabiiyetle resmi nikaha dayalı bir evlilik olmasıdır. Evlilik birliği öncesi nişanlılık döneminde yapılan katkılar bu madde kapsamına girmemektedir. Nişanlılık döneminde ileriye yönelik olarak evlilik düşüncesi içerisinde yapılan katkılar nişanlılığa ilişkin TMK.m.118-123’deki özel hükümlere dayanarak veya Borçlar Kanunu ‘nun sebepsiz zenginleşme veya maddi tazminat hükümleri çerçevesinde talep edilebilecektir. Fakat burada katkı talep edilecek olup, değer artış payı hükümlerinden yararlanılamayacaktır. Evlilik birliği sona erdikten sonra yani boşanma sonrası yapılan katkılarda da pek tabii değer artış payı kapsamında alacak talep edilemez. Burada ufak bir parantez açarak şunu ekleyelim ki, değer artış payının istenebilmesi için malların tasfiyesi aşamasına gelinmiş olması gerekmektedir. Mal tasfiyesi mal rejiminin sona ermesiyle gündeme gelir. Mal rejimi ise mahkemece boşanma, evliliğin iptali veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi halinde dava tarihi itibariyle sona erer. Sonuç olarak, dava tarihine kadar olan katkılar değer artış payı kapsamında istenirken, dava tarihi sonrasında yapılmış olan katkılar genel hükümlere göre istenebilecektir. Geçerli bir evlilik akdi olması şartından sonraki şart mal rejiminin sona ermesidir. Yukarıda kısaca izah edildiğinden tekrar üzerine bahise gerek yoktur. Üçüncü şart; diğer eşe ait malvarlığının edinilmesi, korunmasına veya iyileştirilmesine katkı da bulunulmasıdır. Bu kısmı örneklerle izah edersek; taşınır taşınmaz malın alınmasına katkı sağlanması, bir şirketten hisse senedi alınmasına katkı sağlanması, miras kalması halinde veraset vergisinin ödenmesi, tadilat ihtiyacı bulunan eve tadilat yapılması, fayans, parke, kapı, cam değiştirilmesi, arabanın esaslı tadilatlarının yaptırılması, malın üzerindeki haczin kaldırılması gibi birçok örnek bu kapsamda verilebilir. Burada değer artışına uğramış malda hak isteyen eşin parayla veya para ile ölçülebilir bir katkısını aramaktadır kanun koyucu. Yapılan katkının para ya da para ile ölçülebilir veya işgücü/hizmet ile yapılmış olması gerekir. TMK.m.186/3;  ‘’eşler birliğin giderlerine güçleri ve emekleri oranında katılırlar.’’ demektedir. Değer artış payından yararlanmak için eşlerden birinin ev işleri ve çocukların bakımına gösterdiği emek katkı değildir. Bu emeği bir işgücü, hizmet kavramı olarak düşünmek gerekmektedir. Aylıksız olarak diğer eşin yanında çalışmak, malın iyileştirilmesi için gereken tadilatları, kapı, cam, parke değiştirme işlerini yapmak, işyerinin kuryeliğini, ahçılığını üstlenmek gibi gündelik hayatın dışında bir katkı anlaşılmalıdır. Para veya para ile ölçülebilir bir katkı da lafzı itibariyle açıktır. Bütün bu şartları sağlayarak katkıda bulunan eş son olarak bunu bağışlama kastı ile yapmamış olmalı ve hiç ya da uygun bir karşılık almamış olmalıdır. Bu noktada evliliklerde eşlerin yaptıkları katkıların ve kazandırmaların karşılıksız olduğuna dikkat edilmelidir. Bağış da bir karşılıksız kazandırma olsa da evlilik birliği içerisindeki edimler ilişkinin yapısı, özü gereği karşılıksızdır. Eşler evliliği, ilişkiyi ve malvarlığını güçlendirmek, beraber faydalanmak için ileriye yönelik yatırımlar yapmak maksadıyla hareket ederler. Bu sebeple yapılan kazandırmanın bağış olduğunu iddia eden taraf bunu ispatla mükelleftir. Bağış kastı açık olmak zorundadır. Katkının bağış olduğunu iddia eden taraf bunu senetle veya tanıkla ispat edebilir. Delilleri hakim somut olaya göre takdir edip hüküm kuracaktır. Katkıda bulunan eşin bu değer artış payı alacağından vazgeçmesi ise yazılı bir akitle mümkün olabilir. Bu akitin adi akit olması yeterlidir. Fakat elbette hata, hile, ikrah şeklinde iradeyi etkileyen bir husus söz konusu olmamalıdır. Baskı,  tehdit, hile altında yapılan böyle bir sözleşme geçersiz olacaktır.

Değer artış payının ne şekilde talep edilebileceği ve hesaplama yöntemleri ayrı bir yazının konusunu oluşturduğundan, değer artış payının nasıl düzenlendiği, hukuki niteliği ve şartlarına yukarıda kısaca değindik. Keyifli okumalar, sağlıklı günler dilerim..

Av. Armağan Sadet Şahin