Hakaret suçu Türk Ceza Kanunu’nda[1], bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadında bulunma veya sövmek suretiyle o kişinin onur, şeref ve saygınlığına saldırma şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan yola çıkıldığında hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değerin, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olduğu anlaşılmaktadır.

Hakaret suçunun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekecektir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek şeklinde tarif edilen hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır. Eylemin, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edip etmediği yani hareketin tahkir edici olup olmadığı, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Örneğin İç Anadolu’da birçok şehirde erkek çocuklar için kullanılan “göbel” sözü, Karadeniz kıyı kesiminde babası belli olmayan yani “piç” anlamında kullanılmaktadır. Hal böyle olunca İç Anadolu’da hakaret olarak algılanmayan “göbel” ifadesini Karadeniz kıyı kesiminde hakaret amaçlı kullanıldığı dolayısıyla eylem kişilerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici kabul edilerek cezai müeyyide tabi tutulması söz konusu olabilecektir. Elbette kişinin cezalandırılması için söz konusu ifadenin karşısındaki kişiyi rencide etme amacıyla kullanılmış olması (kasten hareket edilmiş olması) şartı aranacaktır.

Hakaret suçundaki cezai müeyyide, toplumda eleştiri imkanını ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmamalıdır. Aksi durumda eleştirisel yaklaşım ortadan kalkacağı için toplumun gelişmesine ve kişilerin ifade özgürlüğüne devlet müeyyidesi ile ket vurulmuş olacaktır. İnsanın serbestçe haber, bilgi ve başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, savunabilmesi ve yayabilmesi olarak kabul edilen, ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturmaktadır[2]. Bu sebeple kamu görevlilerine veya diğer vatandaşlara yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözün hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi gerekmektedir. Son dönemde yüksek yargı mercilerince verilen kararlarda bu husus ön planda tutulmuş ve sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması hakaret suçu açısından asli unsur olarak aranmaya başlanmıştır.[3]

Anayasa'nın 26. maddesinde, "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” Hükmü ile ifade özgürlüğü anayasa tarafından korunan bir hak olarak güvence altına alınmıştır. Söz konusu hak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere birçok uluslararası sözleşmeye ve mahkeme kararına da konu edilmiş ve ifade özgürlüğüne ilişkin hakkın sınırlandırılması çok istisnai hallerde kabul edilmiştir. Bu bağlamda kamu makamının ifade özgürlüğüne yaptığı kısıtlama veya müdahalenin mutlaka geçerli ve kabul edilebilir şekilde açıklanması zorunluluğu Anayasa’da ve uluslararası sözleşmelerde açıkça düzenleme altına alınmıştır. Bu sınırlamanın gerekliliği kadar kısıtlamada orantılık da aranmaktadır.

Kişilere yönelen ifadelerin rencide edici olup olmadığı konusunda yapılan değerlendirmede, siyasetçiler, sanatçılar gibi toplumun gözü önünde olan kişilere yönelik eleştirilere, sıradan (toplumca tanınmamış) kişilere nazaran daha hoşgörülü davranılması hususu gerek iç hukukumuzda gerekse uluslararası mahkeme kararlarında yerleşmiş bir şekilde kabul görmüştür. Bu kabulün nedeni ise siyasetçi ve sanatçılar gibi toplumca tanınan kişilerin diğer kişilerden farklı olarak, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açık olan, kamuoyuna mal olmuş kişi haline gelmeyi bilerek tercih etmeleridir.[4]

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM), Dabrowski /Polonya davasında, bir gazetecinin yerel bir siyasetçi ile ilgili devam etmekte olan ceza yargılamasına dair yazdığı yazıların gazetede yayınlanması nedeniyle hakaret suçundan ceza alması olayında gazeteci, hakaret ettiği iddia edilen belediye başkanının, hırsızlık suçundan ceza almasının ardından belediye başkanını 'soyguncu belediye başkanı' olarak tanımlamıştır. AİHM, bu başvuruda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddenin[5] yani ifade özgürlüğü ’nün ihlal edildiğine karar verirken, gazetecinin bir dereceye kadar abartma hakkına sahip olmasına ve belediye başkanının kamuya mal olmuş bir kişi olarak, bazıları olgusal temelden yoksun olmayan değer yargısı olarak değerlendirilebilecek eleştirilere karşı, daha fazla hoşgörü göstermek zorunda olmasına özel bir ağırlık vermiştir.[6]

Tüm bunlara ek olarak farklı toplumlarda aynı ifadeler bölgesel olarak farklı anlamlarda kullanılmakla beraber aynı ifadenin zaman içinde toplumda evrimleşerek farklı bir anlama dönüştüğü de söz konusu olmaktadır. Bu sebeple söz konusu ifadenin kullanılması daha önceleri hakaret suçuna vücut verecek şekilde kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığını rencide edecek nitelikte kabul edilirken zamanla söz ve ifade kaba bir söz olarak kabul edilmekle beraber artık hakaret suçu kapsamında cezalandırmaya elverişli sayılacak kadar rencide edici olmaktan çıkmaktadır. Bu duruma örnek olarak “lan” ifadesi vermek uygun olabilecektir. Zira söz konusu ifade daha önceleri yüksek mahkeme kararlarında hakaret olarak kabul edilmekte iken son zamanlarda ifade kaba söz olarak nitelendirilmekle beraber cezai açıdan sorumluluğun doğmayacağı kanaatine varılmıştır.[7]

Son dönemde hakaret suçu ve suça ilişkin şikâyet hakkı, eyleme maruz kalanlar için farklı bir gelir kapısı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle sosyal medya olmak üzere birçok mecrada birbirini tanımayan insanların karşılıklı paylaşımda bulunabilme imkânı tanıyan ortamlarda paylaşılan ifadeler nedeniyle ilgililer tarafından şikayetçi olunarak, cezai müeyyide baskısı altında kişilerden gerek soruşturma aşamasında uzlaşma sürecinde gerekse sonrasında maddi ve manevi tazminat talebi ile açılan davalarla maddi bir çıkar elde etme alışılagelmiş bir yol olarak yaygınlaşmıştır. Bu husus ve yukarıda dile getirilen çekince ve gerekçeler nedeniyle hakaret eyleminin suç olmaktan çıkarılarak bir kabahat fiili olarak düzenlenmesi en uygun yol olacaktır.

Kullanılan ifadenin tahkir edici olup olmadığının zamana, yere ve duruma göre değişebilir olması da nazarı dikkate alınarak kimi kaba hitap tarzı niteliğindeki sözlerin, kamuoyu önündeki kişilere yönelen eleştiri amaçlı sözlerin veya olay ve olgulara ilişkin ifadelerin özgürce açıklanması olarak kabul edilecek sözlerin hakaret suçu kapsamında değerlendirilmemesi gerekmektedir. Kişinin kullandığı ifadelerden dolayı müeyyideye tabi kılınması için sözün açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerektiği kadar kullanılan ifadenin bu amaçla söylenmesi şartını birlikte aramak yani söz söyleyen kişinin kastının da hakaret suçu ile korunan değerleri rencide etmeye yönelik olduğunun ortaya konulması gerekecektir.

Bu ince çizgiler arasında gidip gelen hakaret eyleminin, özelikle son dönemde eyleme ilişkin şikâyet hakkının kötüye kullanılarak bir gelir kapısı olarak kullanılması hususu da dikkate alındığında hakaret eyleminin suç olmaktan çıkarılarak bir kabahat fiili olarak idari yaptırıma tabi kılınması elzemdir.

Halil İbrahim BODUR

Hukukçu

------------------

[1] TCK. 125/1. Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

[2] Yargıtay 4. Ceza Dairesi 29/03/2021 tarih ve 2020/13110 E., 2021/11212 K. sayılı kararı.

[3] Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 2020/14226 E., 2021/11903 K. sayılı ve 2021/8757 E. , 2021/11917 K. sayılı kararları.

[4] Yargıtay 4. Ceza Dairesi 02/03/2021 tarih ve 2020/12727 E., 2021/7238 K. sayılı kararı.

[5] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi; 1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

[6] AHİM Dabrowski /Polonya ,18235/02, 19/12/2006.

[7] Yargıtay 4. Ceza Dairesi 17/03/2021 tarih ve 2020/12885 E., 2021/9703 K. sayılı kararı.