Kendisi Stanford Business School’da iken Japonya’dan spor ayakkabı ithal etmek üzerine bir makale yazıyor. Bu makaleyi yazmak için derin bir araştırma sürecine giriyor. Ancak bu fikri kendisi hariç pek ciddiye alan olmuyor. O da bu fikri “Çılgın Fikir” olarak adlandırıyor. Stanford’dan mezun olduktan sonra bir dünya turuna çıkıyor. Bu dünya turu onun adeta ufkunu açıyor. Atina’daki Nike Tapınağı’nı gezmesi yıllar sonra şirkete isim verirken ayrıca etkili oluyor. Japonya’da Onitsuka’nın yetkilileri ile görüşüp ABD’ye ayakkabı ithal etmek istediğini söylüyor. Knight henüz bunu yaptığı zaman 24 yaşında ve Amerikan pazarında Adidas ve Puma’nın baskın olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada bu iki Alman şirketinin kurucularının da kardeş olması gibi ilginç bir durum var. Fazla dağıtmayalım; Japonlar bunu kabul ediyor ve iki çift ayakkabıyı Knight’a örnek olarak gönderiyorlar. Japonlar şirketinin adını sordukları zaman “Blue Ribbon” ismi ağzından çıkıyor. 50 dolar tutan bu ayakkabının parasını Knight babasından borç alarak ödüyor. Knight’ın burada şansı yaver gidiyor ve arabasının bagajında ayakkabılarla dolaşarak satmaya başlıyor. Zaman içinde satışları artmaya, şirketi büyütmeye başlıyor ancak büyürken likidite sorunu karşısına çıkıyor. Bu sebeple sürekli bankalardan kredi alıyor. O dönemleri bankacılara şirin gözükmeye çalıştığı ve diken üstünde olduğu dönemler olarak anlatıyor.

Ve tabi ki her girişimcide olduğu gibi düzenli bir geliri olmadığı için PwC’de muhasebeci olarak çalışmaya başlıyor. Bir taraftan da ayakkabı işini büyütmeye çalışıyor. Hatta yeni aldıkları ve çok sevdiği evini de ipotek ettiriyor. Burada bir ek yapmak istiyorum; Kendisine ulaşıp aldığı en büyük riskin ne olduğunu sorduğum zaman; Şirketin üstüne defalarca kez bahse girdiğini ama bunu bir risk olarak görmediğini söyledi. Kendisini bir risk bağımlısı olarak tanımlıyor. Genel olarak girişimci bir karaktere sahipseniz, risk almanızın gerektireceği bir durumun eninde sonunda ortaya çıkacağını düşünüyorum. En büyük risk, hiç risk almamaktır.

Daha sonradan Onitsuka ile anlaşmazlıklar yaşıyorlar ve sözleşme feshediliyor. Ve o da kendi ekibiyle beraber Nike’yi kuruyor. Nike, Yunan mitolojisinde zafer tanrıçası anlamına geliyor ve çok hızlı koşabiliyor. Yıllarca atletizm ile uğraşan birisi olan Knight için cuk oturmuş. O meşhur “swoosh” logosunu ise o dönem Portland State Üniversitesi’nde öğrenci olan Carolyn Davidson’a saatlik 2 dolar ücret karşılığında tasarlatıyorlar.17.5 saat süren bu iş için Davidson 35 dolar alıyor. Dünyanın en bilinen logolarından biri için çok ucuz bir fiyat olduğunu düşünebilirsiniz; ancak Nike 1980’de halka açıldıktan sonra Knight kendisine 500 hisse hediye ediyor ve bu hisselerin şu anki değeri 1 milyon dolardan fazlaymış. Ancak Davidson hala tek bir hisse bile satmamış.

Phil Knight, pazarlamadan ve pazarlık yapmaktan nefret ettiğini söylüyor. Ancak ironik bir biçimde, o dönem için Michael Jordan, Tiger Woods gibi sporculara Nike giymeleri için çok büyük ödemeler yapıyor. Bu konuyla ilgili “ Bir ürünü 60 saniye içinde çok fazla açıklayamazsınız, ama insanlar onu Michael Jordan’ın ayağında görürse olay bitmiştir” diyor. Gerçekten de çok fazla reklama ve içeriğe maruz kaldığımız modern dünyada en başarılı pazarlamanın, insanların gözüne sokulmadan, tüketicinin reklam olduğunu bile anlamadan yapılması gerektiğini düşünüyorum.

Nike’nin bu kadar büyümesini sağlayan şeylerden birisinin de şirketin inovasyonda sektörde lider olması olduğunu söylüyor. 1980’lı yıllarda Tinker Hatfield’ın geliştirdiği Air Max ve Air Jordan gibi modeller başta olmak üzere şirketin her zaman yenilik peşinde koştuğunu söyleyebiliriz. Burada bir kez daha araya girmek istiyorum. Warren Buffett, AR-GE’ye çok fazla para harcayan şirketlerin ürünlerinin oturmadığını düşündüğü için yatırım yapmadığını belirtiyor. Ancak Nike gibi örnekler varken bunun tamamen doğru olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca her zaman müşteri odaklı bir şirket olduklarını söyleyen Knight’tan müşteri memnuniyeti konusunda girişimcilerin öğrenecekleri çok şeyler olduğunu düşünüyorum.

Knight’ın başarısında etkili olduğunu düşündüğüm birkaç şeyden daha bahsetmek istiyorum. Kendisi Doğu Asya kültürüne hayran birisi. Bu sebeple Japon şirketlerinin inovatif olmasından esinlenmiş olabileceğini düşünüyorum. Douglas MacArthur'un Japonya’da savaşırken söylediği “Çiğnediğin kurallarla hatırlanırsın” sözünü de kendine motto edinmiş. Bu anlamda kendisinin Uzak Doğu’nun etik ve ahlak anlayışını da benimsediğini söyleyebilirim. Yazıyı fazla uzatmamak için çok fazla detaya girmek istemedim.Son olarak şu sözü ile yazıyı bitirmek istiyorum:

“Arz ve talep her zaman ticaretin temel problemidir. Roma İmparatorluğu’na kraliyet ailesinin ve zenginlerin giysilerini boyamak için çok rağbet ettikleri mor boyayı getiren Fenikeli tüccarlardan bu yana doğrudur bu; mor boya asla yeteri kadar bulunmuyordu. Bir ürünü icat etmek, üretmek ve pazarlamak zordur fakat sonra onu isteyen insanlara, istedikleri zamanda ulaştırmanın lojistiği,mekaniği ve hidroliği vardır. Şirketler bu yüzden batar, ülser bu yüzden doğmuştur.”

Utku Akufuk

Yararlanılan Kaynaklar

-Ayakkabı Gurusu- Phil Knight

Lisa McKillips’e bana gösterdiği sabırdan dolayı ayrıca minnettarım.