Muris muvazaası olarak adlandırılan işlem en genel ifadesiyle miras bırakanın tapulu taşınmazlarını yasal mirasçılarından kaçırmak amacıyla devretmesidir. Bu durumla genellikle, miras bırakanın bir veya birkaç çocuğunu diğer çocuklarına tercih ettiği hallerde karşılaşırız. Keza miras bırakan birden çok evlilik yapmış ise, son eş ve ondan olan çocuklarını daha önceki eş veya eşlerinden olan çocuklarına üstün tutmak istediğinde de muvazaalı işlemlere başvurulabilmektedir.

Böyle bir durumda saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Muvazaalı işlem geçersiz olduğundan, yani hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacağından muvazaanın ileri sürülmesi, zamanaşımına veya hak düşürücü süreye tabi değildir. Başka bir ifadeyle muvazaa nedenine dayanılarak her zaman dava açılabilir.

Bu yazıda muris muvazaası ile ilgili mevzuatla birlikte dava şartları, ispat külfeti, tapu iptaliyle birlikte ecrimisil istenmesi ve muvazaanın tespitinde Yargıtayca aranan kriterler emsal kararlarla açıklanacaktır. Muris muvazaası kapsamında değerlendirilemeyecek durumlar ayrı bir başlık altında sayılacaktır.

İLGİLİ MEVZUAT

Muvazaa, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Ancak muris muvazaası mevzuatımızda özel olarak düzenlenmemiştir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler” başlıklı 19. maddesinde; “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır. Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz.” hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve doktrindeki görüşlerden almakta olup esas kaynağını da miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkin Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarih ve E:1974/1, K:1974/2 sayılı kararından almaktadır.

Söz konusu kararda; “… Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte (bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini Satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olsun miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanununun 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına…” şeklinde hüküm kurulmuştur.

YERLEŞİK YARGITAY KARARLARINA GÖRE MURİS MUVAZAANSININ TESPİTİNDE DİKKATE ALINACAK HUSUSLAR

Yargıtay, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan taşınmaz devrinin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması koşulunu her olayda sıkı bir şekilde aramakta, bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında delillerin doğru bir şekilde değerlendirilmesini de çok önemsemektedir. Bunun için de aşağıdaki hususların dikkate alınması gerekmektedir:

- Ülke ve yörenin gelenek ve göreneklerinin,

- Toplumsal eğilimlerin, olayların olağan akışının,

- Miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığının,

- Davalı yanın alış gücünün olup olmadığının,

- Satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki farkın,

- Taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 12.5.2015 tarih ve E:2014/7433, K:2015/7099 sayılı kararında; “…Miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve hakların araştırılması, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgelerin mercilerinden getirtilmesi her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınması böylece murisin yukarıda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığının bir başka ifade ile miras bırakanın gerçek irade amacının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken değinilen hususları içermeyen biçimde noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” 

MİRAS BIRAKANIN TAPULU TAŞINMAZLARININ TEMLİKLERİNDE YAPTIĞI MUVAZAANIN KABUL EDİLDİĞİ HALLERE İLİŞKİN ÖRNEK YARGITAY KARARLARI

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 23.9.2004 tarih ve K:2004/9697 sayılı kararında; “…Somut olaya gelince :çekişme konusu taşınmazın üzerinde 3 ev ve 1 depo bulunduğu, bunlardan 1 evin komşu parsele, 1 ev ve deponun da yola taşkın olduğu, miras bırakanın sözü edilen taşınmazın 1/5'ini birlikte yaşadığı Z. C.'ye ölünceye kadar bakma akdi ile temlik ettiği, 1/5 payını üzerinde bırakarak 3/5 payını da davalıya satış yoluyla devrettiği kayden sabittir. Miras bırakanın bu taşınmazların dışında birden ziyade taşınmazı bulunduğu, varlıklı bir kimse olduğu, mal satmaya da ihtiyacının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca davalının, miras bırakanın küçük oğlu G.l'in yakın arkadaşı olduğu ve G.'in bu taşınmazdaki binalardan birinde dava tarihine kadar oturduğu sabittir. Ticaretle uğraştığını bildiren davalının üzerinde taşkın 3 müstakil yapı bulunan taşınmazdan 3/5 oranında pay alınmasının basiretli bir davranış olarak kabul edilmesine olanak yoktur.

Öte yandan miras bırakanın satış tarihinden yaklaşık 6 ay sonra öldüğü ve terekesinden para çıkmadığı açıktır. Bütün bu olgular karşısında miras bırakanın temliki işleminin bedelsiz ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır. Bedeller arası açık ve aşırı fark da bu sonucu doğrulamaktadır…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 27.9.2004 tarih ve K:2004/9960 sayılı kararında; “… Somut olaya gelince: miras bırakanın davaya konu edilen taşınmazı torunu olan davalıya, hastalığı döneminde kendisiyle ilgilenmesi ve bakması için verdiği taraf tanık anlatımları ile sabittir. Bedel ödeme savunması kanıtlanmış değildir. Bunun yanında miras bırakanın dava konusu edilmeyen iki parça taşınmazdaki paylarını da davalının eşine bağış yoluyla intikal ettirdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, çekişmeli taşınmazın tapudaki satış bedeli ile gerçek değeri arasında aşırı farklılık bulunduğu saptanmıştır.

Açıklanan bu olgular yukarıda değinilen ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır…” 

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 09.12.2004 tarih ve K:2004/13620 sayılı kararında; “… Somut olaya gelince miras bırakanın davalı oğlu ile son yıllarında birlikte oturduğu, köyde bulunan taşınmazların davalılar tarafından tasarruf edildiği, taşınmazların keşfen saptanan değerleri ile satış bedelleri arasında aşırı oransızlık bulunduğu, muris Kadir'in birbirine yakın ve aynı tarihlerde taşınmazlarının en değerli olanlarını satması için geçerli bir neden bulunmadığı, davalıların taşınmazların bedellerini ödedikleri yolundaki savunmalarının kanıtlanamadığı görülmektedir.

Saptanan bu olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakan tarafından yapılan temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 15.02.2005 tarih ve K:2005/1326 sayılı kararında; “…Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özellikle miras bırakan tarafından davalıya ölünceye kadar bakma akdiyle yapılan temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu anlaşıldığına göre davalının temyiz itirazı yerinde değildir…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 27.4.2005 tarih ve K:2005/5216 sayılı kararında; “…yapılan araştırma ve inceleme sonucunda, miras bırakanın çocukları tarafından bakıldığı, mal satmak için zorunlu bir sebebinin bulunmadığı, davalılardan Rıfat'ın da akit tarihi itibarıyla alış gücüne sahip olmadığı, taşınmazların temlik bedellerinin gerçek değerlerine oranla son derece düşük ve sembolik mahiyette bulunduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan miras bırakanın mal varlığının tamamını teşkil eden çekişmeli taşınmazları bir anda elinden çıkarmasını zorunlu kılan bir neden de ortaya konmamıştır.

Belirlenen bu olgular önceki bozma ilamında açıklanan ilkelerle birlikte irdelendiğinde çekişmeli taşınmazların miras bırakan tarafından davalıya temlikinin bedelsiz, mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır…” 

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 28.11.2005 tarih ve K:2005/12510 sayılı kararında; “…Yapılan soruşturma sonunda, miras bırakanın tasarruf ehliyetine sahip olduğu saptanmıştır. Ne var ki, dosya içeriğinden, toplanan delillerden; miras bırakanın çekişmeli taşınmazla ilgili yaptığı temlikin bedeli karşılığı olduğu kanıtlanamadığı gibi, taşınmazın keşfen saptanan değerine göre de akitte öngörülen bedelin sembolik olup bağış amacını taşıdığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan taşınmazın davalı Mustafa'ya temlikine karşın miras bırakanın eşi ve oğlu Ali tarafından kullanıldığı da sabittir.

Belirlenen bu olgular bozma ilamına açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde çekişme konusu taşınmazın temlikinin bedelsiz, mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır…” 

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 26.11.2007 tarih ve K:2007/11369 sayılı kararında; “…miras bırakanın sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçılarını kapsar biçimde bir paylaştırma yapmadığı, temliklerin muvazaa ile illetli olduğu, özellikle taşınmazları temlikteki gerçek amacının, davacının yaşantısı nedeniyle bu durumu içine sindirememesi, onu miras hakkından mahrum bırakmak amacıyla diğer çocukları olan davalıları tercih ederek onlara intikal ettirmek olduğu başka bir ifadeyle mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla temlikleri gerçekleştirdiği kabul edilmelidir…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 24.3.2010 tarih ve K:2010/3293 sayılı kararında; “…Somut olayda, miras bırakan ve eşinin davalı oğulları ile aynı bahçe içinde bitişik evlerde yaşadıkları, miras bırakanın tarlalarını icara vererek geçimini sağladığı, 1944 yılından sonra görme yeteneğinin çok azaldığı , davalı oğlu Mehmet ile hacca gittiği ve hac dönüşünde aynı gün vefat ettiği; taşınmazların temlik tarihi itibariyle davalılardan Mehmet'in üretme çiftliğinde bekçilik, davalı Mahmut'un da marangozluk yaptığı, maddi durumlarının pek iyi olmadığı tanıklarca ifade edilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan deliller yukarda değinilen ilke ve olgularla birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakanın taşınmaz satmasını gerektiren haklı ve makul bir nedeninin bulunmadığı, hacca gidebilmek için taşınmazlarını sattığı ve parasını aldığı yolundaki savunmanın da hukuken geçerli delillerle kanıtlanamadığı, temlikin mirastan mal kaçırma amacıyla muvazaalı biçimde gerçekleştirildiği sonuç ve kanaatine varılmaktadır…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 17.02.2011 tarih ve K:2011/1659 sayılı kararında; “…Somut olaya gelince; miras bırakanın satış ihtiyacının bulunmadığı, dava konusu taşınmazları mahalli bilirkişi beyanıyla murisin oğulları Nail ve Süleyman'ın kullandıkları, davacının uzun yıllar önce muristen ayrı başka şehre gidip orada yaşamakta olduğu, davalı Yaşariye beyanıyla 415 parselin temlikinin bedelsiz olduğu, davalı Süleyman'ın murisin oğlu ve mirasçı olup muvazaayı bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu görülmektedir.

Yukarıda açıklanan ilke ve olgular birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakanın 415, 611 ve 710 parsel sayılı taşınmazları davalılara temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır…

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 04.10.2012 tarih ve K:2012/10691 sayılı kararında; “… Somut olaya gelince; muris ile davalıyı tanıyan ve akit tarihinde Arçelik bayi işlettiğini bildiren ara malik Muhammet'in çekişme konusu taşınmazı yatırım amaçlı aldığını beyan ettiği halde, aldığı tarihten yaklaşık 4 ay kadar sonra murisin oğluna aldığı değerden devretmesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği, yine tanık olarak dinlenen A. Y.'nın çekişme konusu yerde 2002 yılından 2007 yılına kadar kiracı olarak oturduğunu ve kira parasını murise ödediğini, ev sahibi olarak da onu bildiğini ifade ettiği, öte yandan tanık olarak dinlenen miras bırakanın kız kardeşi N. A.'in de; murisin mal satmaya ve paraya ihtiyacının bulunmadığını, çekişme konusu yeri satacağını hiç kimseye söylemediğini, devriden sonra malvarlığında artışta olmadığını bildirdiği, öte yandan çekişme konusu taşınmazın akit tarihi esas alınarak belirlenen gerçek değeri ile temlik değerleri arasında bariz fark bulunduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan olgular yukarıda değinilen ilkeler ışığında değerlendirildiğinde, çekişme konusu taşınmazın ara malik kullanılmak suretiyle mirastan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı biçimde devredildiği sonuç ve kanaatine varılmaktadır…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 21.02.2013 tarih ve K:2013/2376 sayılı kararında; “…Somut olaya gelince; tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından; davalının, miras bırakanın 2. eşinin ilk evliliğinden olma oğlunun oğlu ( torunu ) olduğu, murisin ekonomik ve sosyal durumunun iyi olduğu, çok sayıda taşınmazının bulunduğu, satışa gereksinim duymadığı, hastalandığı dönemlerde bütün çocuklarının yanısıra davalıyla davalının babasının bakıp ilgilendikleri, getirtilen tedavi evraklarından Bağkurlu olup sağlık güvencesinin bulunduğu, taşınmazları satıştan önce davalının babası M. Y.'nin işlettiği, murisin ölümünden sonra eşine davalının babasının baktığı ve bedeller arası fark bulunduğu, öte yandan; temliklerin miras bırakanın ölümünden 50 gün önce gerçekleştirildiği halde, terekeden para çıkmadığı, davalının bedel ödediğini kanıtlayamadığı, tedavi masrafları için satışların yapıldığı savunulduğu halde, miras bırakanın Bağ-Kur tarafından karşılanmayan sağlık harcamasının bulunduğunun da ortaya konulamadığı görülmektedir.

O halde, belirlenen bu olgular, yukarda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde miras bırakanın çekişmeli taşınmazları davalıya temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilmelidir…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 03.4.2013 tarih ve K:2013/4868 sayılı kararında; “… bağımsız bölümlerin miras bırakan tarafından temlik edilen üçüncü kişiler olan M. ve M. tarafından hiç kullanılmadığı, her iki bağımsız bölümün de aynı tarihte 1/2'şer pay ile davalılar H. ve Z.'e temlik edildiği, çekişmeli yerlerin resmi akit tarihindeki değerleri ile o tarihteki gerçek satış değerleri arasında açık ve aşırı nispetsizlik bulunduğu, mirasbırakının özellikle, o tarih itibariyle mal satma ihtiyacının olmadığı, miras bırakanın üçüncü kişiler M. ve M.'e çok düşük bedelle temlik etmesinin makûl ve zorunlu bir sebebinin bulunduğunun tespit edilemediği, devirlerin çok kısa aralıklarla yapıldığı görülmektedir. Böylece elde edilen tüm bilgi ve deliller yukarıdaki ilkelere birlikte değerlendirildiğinde muris tarafından eşine ve yaşları küçük olan ve alım gücü bulunmayan erkek çocuklarına üçüncü kişiler aracı olarak kullanılmak suretiyle yapılan temliki işlemlerin kız çocuklarından mal kaçırmak amaçlı dolayısıyla muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır…” 

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 08.5.2013 tarih ve K:2013/7209 sayılı kararında; “… Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı pay oranında tapu iptali ve tescil mümkün olmadığı taktirde tenkis isteklerine ilişkindir… Somut olaya gelince; miras bırakan Z. S.'ın maliki olduğu 153 ada 9 parsel sayılı taşınmazı 05.08.2004 tarihinde oğlu davalı Baha'ya 22.000,00 TL bedelli satış suretiyle temlik ettiği, 3. Kişi L. K.'ın maliki olduğu 268 ada 24 parselde bulunan C blok 3 nolu bağımsız bölümü 11.11.2004 tarihinde davacı Suha'ya 35.000,00 TL bedelli satış suretiyle temlik ettiği, mahkemece bu taşınmazların satış bedellerinin tarafların babaanneleri Emine ve dedeleri Mustafa Lütfi tarafından ödendiği belirtilerek miras bırakanın amacının mirasçılar arasında mirasta denkleştirmeyi sağlamak olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Ancak; denkleştirme konusunun tartışılması ve kabulü için miras bırakan tarafından tüm mirasçılarına hak ve nesafete uygun olarak taşınmaz temlikinin yapılması gerekir.

Dosyada belirlenen olgular yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; miras bırakan Zeki tarafından davalı Baha'ya çekişmeli 153 ada 9 parsel sayılı taşınmaz temlik edilmiş buna karşın davacı Suha'ya herhangi bir taşınmaz temlik edilmemiş olup dolayısıyla miras bırakandan oğlu Baha'ya satış yoluyla geçen taşınmazın intikalinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 16.9.2013 tarih ve K:2013/12593 sayılı kararında; “… Somut olayda ise; yukarıda açıklanan olgular ile tüm dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinde, miras bırakanın mal satmaya ihtiyacının olmadığı, tapuda satış biçiminde gösterilen temlik karşılığında davalının bedel ödemediğini tanıkların beyan ettikleri, murisin diğer kızına yaptığı temliklerin mal kaçırma kastı taşıdığından iptaline ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararının bu dava bakımından da güçlü delil niteliğinde olduğu gözetildiğinde, miras bırakanın asıl irade ve amacının satış olmayıp, mal kaçırma kastıyla davaya konu edilen temliki yaptığı anlaşılmaktadır…” 

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 04.6.2015 tarih ve K:2015/8276 sayılı kararında; “…Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.

Somut olaya gelince; ortak miras bırakanları M. E.'un 19/12/2004 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacılar ile davalının babası olan Süleyman'ı ve dava dışı kızları Fatma, Melek ve Nuray'ı bıraktığı, murisin kayden maliki bulunduğu 6 parça taşınmazdan 4 parça taşınmazını ölünceye kadar bakım akdi ile tek erkek çocuğundan olma torunu davalıya ölümünden bir ay önce temlik ettiği, yapılan araştırma sonucu temlike konu taşınmazlarla temlik dışı kalan iki parça taşınmazın değerleri arasında açık nispetsizlik bulunduğu, murisin ölümünden bir ay öncesinde malvarlığının önemli bir bölümünü devrettiği, bakım alacaklısı ile bakım borçlusunun edimleri arasında aşırı orantısızlık oluştuğu anlaşılmaktadır.

Belirlenen bu olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; murisin ölünceye kadar bakım koşuluyla davalı torununa yaptığı temliki işlemlerin mirastan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır…”

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 19.4.2021 tarih ve K:2021/2396 sayılı kararında; “…Somut olayda, davalının da kabulünde olduğu üzere miras bırakanın dava konusu taşınmazları bedelsiz olarak davalı torununa temlik ettiği, her ne kadar davalı taraf denkleştirme savunmasında bulunmuş ise de amacın paylaştırma olmayıp kız çocuklarından ve ikince eşten mal kaçırma olduğu, bu nedenle muris muvazaasının şartlarının oluştuğu görülmüştür…” 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 03.6.2021 tarih ve K:2021/688 sayılı kararında; “… Bu açıklamalar bağlamında somut olay ele alındığında; cevap dilekçesinde miras bırakan ile maddi ve manevi yönden davalının ilgilendiği belirtilmekle birlikte sonuç olarak babasının parasal ihtiyacı nedeniyle taşınmazın bedeli karşılığında satın alındığı savunulmuştur. Dosya kapsamından tarafların annesinin uzun yıllar önce öldüğü, bekâr olan davalının babası ile birlikte yaşadığı, onunla ilgilenip ihtiyaçlarını karşıladığı anlaşılmakta ise de emekli maaşı ve sosyal güvencesi bulunan miras bırakanın özel bir bakım ve ihtimama ihtiyacının olduğuna dair dosya arasında bir delil bulunmamaktadır. Davalının …’ya taşınması üzerine miras bırakan 2006 yılında bakımevine yerleştirilmiş, davalı tanığı olarak dinlenen ve tarafların kardeşi olan … ise o tarihe kadar babasının sağlıklı olduğunu beyan etmiştir. Bu durumda davalı tarafından evlat olarak yapılan bakım ve ilginin normal bir bakımın ötesinde kabul edilerek, ivaz olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Diğer yandan, taşınmazın satıldığı 1996 yılında miras bırakan 76 yaşında olup tek mal varlığı olan ve içinde oturduğu evini satmasını gerektirir miktarda yüklü bir para ihtiyacı olduğu kanıtlanamadığı gibi taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını ileri süren davalı tarafından satış bedeli ödediği savunması da kanıtlanamamıştır.

Tüm bu olgular yanında miras bırakanın dava konusu taşınmazı düzenlediği vasiyetname ile davalı kızına vasiyet ettikten üç yıl sonra intifa hakkını üzerinde tutarak tapuda davalıya satış suretiyle devretmiş olması da Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından davalı kızına bedelsiz olarak mal kazandırma konusundaki kararlılığının bir göstergesi olarak kabul edilerek, murisin kendisi ile birlikte yaşayan kızını diğer çocuklarından üstün tutarak onu kayırdığı, diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı bedelini almadan davalıya temlik ettiği, tapuda gösterilen satışın gerçek bir satış olmayıp, bağış amacıyla yapıldığı sonucuna varılmıştır…” 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 07.02.2023 tarih ve K:2023/620 sayılı kararında; “… 1. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; 1944 doğumlu miras bırakan ...'nin 18.09.2016 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı oğlu M. ile davalı oğlu ...'in kaldıkları, murisin maliki olduğu 7711 parsel sayılı taşınmazını 13.03.2009 tarihli satış işlemi ile davalı oğluna temlik ettiği anlaşılmaktadır.

2. Tüm dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanları itibariyle; murisin tek malvarlığı olan dava konusu taşınmazını birlikte yaşadığı davalı oğluna bedelsiz bir şekilde devrettiği, davacı ile murisin ayrı yaşadıkları, temlikin bakım karşılığı yapıldığı hususunun davalı tarafça usulüne uygun şekilde ispatlanamadığı gözetildiğinde yapılan temliki işlemin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu açıktır…” 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 05.7.2023 tarih ve K:2023/709 sayılı kararında; “… Dosya kapsamında yer alan belgeler ile dinlenen tanık beyanlarına göre, miras bırakanın ekonomik durumunun yerinde olduğu, dava konusu taşınmazın satış tarihinde tapuda gösterilen bedel ile gerçek bedeli arasında fahiş fark bulunduğu, murisin dava konusu taşınmazı satmasını gerektirir makul ve haklı bir nedenin olduğu ortaya konulamadığı gibi davalı tarafça da tapudaki devir işlemi sırasında murise herhangi bir bedel ödenmediğinin kabul edildiği, murisin sağlığında tüm mirasçılarını kapsar şekilde yapılan bir taksim işleminin olmadığı, murisin dava konusu taşınmazı temlikinden sonra davalıdan diğer mirasçıların haklarını vermesini istediği, ölümünden sonra bu konuda tanıklık etmesi için davacı tanığına vasiyette bulunduğu, davalı ile ve kardeşi ...'ın yaşları ve Almanya'da çalışarak geçirdikleri sürenin kısalığı ile tanık beyanları dikkate alındığında davalının yurt dışından gönderdiği paraların bu taşınmazla ilgisinin olmadığı, murisin davalıya yaptığı temliğin mal kaçırmak amaçlı bedelsiz ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmıştır. Her ne kadar taşınmazların dava dışı ... ve davalı tarafından yurt dışından gönderilen paralarla alındığı savunulmuş ise de; davalı tarafın savunmasında yer alan bu olgunun ispatlanamadığı, taşınmazın ... ve davalının katkıları ile alınması durumunda murisin ...'ın mirasçılarına da pay vermesi gerekmektedir. Murisin edinme tarihi ile temlik tarihi arasında yirmi üç yıl olduğu gözetildiğinde murisin yirmi üç yıl boyunca hakkın iadesini gerçekleştirmemesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği gibi inandırıcı da bulunmamıştır…”

YARGITAY’A GÖRE MURİS MUVAZAASI KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEMEYECEK DURUMLAR

Yargıtay aşağıdaki işlemlerin muris muvazaası kapsamında değerlendirilemeyeceğine hükmektedir:

- Taşınırların devri işlemleri (taşınır malların devri şekli bağlı olmadığından gizli işlem olan bağışlama sözleşmesi geçerli olacağından),

- Tapusuz taşınmazların devri (tapusuz taşınmazlar devre konu olduğunda taşınır mal kabul edildiklerinden dolayı),

- Vasiyetname yoluyla yapılan kazandırmalar (muvazaa iki taraflı bir hukuki işlem olduğundan dolayı, tek taraflı bir hukuki işlem olan vasiyetnameleri de muris muvazaası olarak değerlendirilmez.),

- Bağışlama yoluyla yapılan kazandırmalar (miras bırakanın asıl iradesi ile işlem arasında uyumsuzluk bulunmadığından),

- Gizli bağış yoluyla yapılan kazandırmalar (taşınmaz miras bırakan adına kayıtlı olmadığı için),

- Kooperatif ve şirket ortaklık payının devri (kişisel hakların devri niteliğinde olduğundan),

- Miras bırakanın haricen sattığı taşınmazın mahkeme kararıyla tapuya tescil ettirilmesi,

- İntifa hakkı tesisi,

- Uzun süreli kira sözleşmesi yapılması,

- Muvazaalı borç senedi düzenlenmesi,

- Kadastro tespitinde miras bırakanın irade beyanı ve iyi niyetli üçüncü kişilere yapılan devirler (muris muvazaası şartlarını taşımadığından)

YARGITAY’A GÖRE MURİS MUVAZAASININ ŞARTLARI

Muris muvazaası da öteki nispi muvazaalar gibi dört unsurdan oluşmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.6.2010 tarih ve E:2010/295, K:2010/333 sayılı kararında bunlar; “…

a- Görünüşteki Sözleşme : Miras bırakanın, mirasçıdan mal kaçırmak, onlann kendilerinden mal kaçırıldığı yönünde yapacakları itirazları, açacakları davaları önlemek, başka bir anlatımla onları aldatmak için karşı taraf ile anlaşarak, gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve hiçbir hüküm ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği sözleşmeye görünüşteki sözleşme denir.

b- Üçüncü Şahısları ( Mirasçıları ) Aldatmak Amacı : Muris muvazaasına bu açıdan bakıldığında, öteki nispi muvazaalardan farkı mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık anlatımıyla, muris muvazaasında aldatmak isteyen (muvazaalı işlem yapan ) miras bırakan, aldatılmak istenen ise mirasçıdır. Oysa muris muvazaası dışında kalan mutlak ve nispi muvazaalarda aldatılmak istenen üçüncü kişinin mirasçı olması şart değildir.

c- Tarafların Beyanları ile İradeleri Arasında İsteyerek Meydana Getirdikleri Uyumsuzluğu Açıklayan Muvazaa Anlaşması : Muris muvazaasındaki muvazaa anlaşması, miras bırakan ile karşı taraf arasında görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren sözleşmedir.

d- Gizli Sözleşme : Muris muvazaasının son unsuru, tüm nispi muvazaalarda olduğu gibi gizli sözleşmedir. Miras bırakan malını bağış yoluyla devretmek istemekte, bu iradesine uygun bir sözleşme yapmaktadır. Ne var ki, bu sözleşmeyi gerçek iradesine uygun olmayan başka nitelikteki bir sözleşmenin arkasına gizlemektedir. Gerçek iradesine uygun olmayan, bilinen ve açıklanan sözleşmeye “görünüşteki sözleşme”, gerçek iradesine uygun olan, ancak saklanan gizli kalan sözleşmeye de “gizli sözleşme” denmektedir.

Muris muvazaasında gizli sözleşme daima bağış sözleşmesi şeklinde yapılmaktadır. O halde muris muvazaasında öteki mirasçılardan gizlenen, malın temliki değil, temlik sözleşmesinin niteliğidir. Gizil sözleşme bulunmadığı takdirde muris muvazaasından söz etme olanağı yoktur…” 

İspat Yükü

Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. mMras bırakanın yaptığı taşınmaz devirlerindeki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 06.02.2019 tarih ve E:2018/450, K:2019/664 sayılı kararında; “Davacı tanıklarının temliğin muvazaalı olduğu yönünde beyanda bulunmadıkları, ortak tanık ve diğer davalı tanıklarının davacının borçları nedeniyle miras bırakanın taşınmazı sattığını ve davalının alım gücü olduğunu bildirdikleri, ayrıca tanıkların miras bırakanın davacıdan mal kaçırmasını gerektirir bir durum olduğunu ortaya koyamadıkları da açıktır. Salt bedeller arasındaki oransızlıkta tek başına muvazaanın delili değildir…” 

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 10.02.2020 tarih ve E:2016/14841, K:2020/748 sayılı kararında;

Somut olayda, miras bırakanın diğer mirasçılarından mal kaçırmasını gerektirir bir neden ve muvazaanın varlığı konusunda somut bir olgu ortaya konulamadığı gibi davanın kabulü halinde hak sahibi olacak mirasçı E.'in de miras bırakanın gecekondusunun yandığı ve davalının onararak kullanılacak hale getirdiği, davalının yapmış olduğu masraflar hariç satış bedelini de miras bırakana ödediği, satışın gerçek olduğu yönünde beyanda bulunduğu görülmüştür. Dolayısıyla, davacı temlikin muvazaalı olduğu iddiasını kanıtlayamamıştır. Öte yandan, bedeller arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı değildir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 05.6.2005 tarih ve E:2005/5913, K:2005/6859 sayılı kararında; Tarafların gösterdikleri ve gösterecekleri tüm delillerin toplanması, bu arada taşınmazların imar görmesi nedeniyle imar evraklarının ve öncesinin getirtilmesi, davanın kanıtlanması halinde, miras bırakan tarafından davalıya yapılan temlikin ne ölçüde imar parsellerine yansıdığının saptanıp gözetilmesi ve toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.

Kimler Dava Açabilir

Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Dava Açma Süresi

Muvazaalı işlem geçersiz olup, hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz. Bu nedenle muvazaanın ileri sürülmesi, zamanaşımına veya hak düşürücü süreye tabi olmayıp muvazaa nedenine dayanılarak her zaman dava açılabilir. Ancak, bu davalar sadece miras bırakanın vefat etmesinden sonra açılabilir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 02.6.2004 tarih ve E:2004/6056, K:2004/6649 sayılı kararında; “… Bilindiği üzere muvazaalı işlem geçersiz olup, hiçbir hüküm ve sonuç doğurmaz. Ayrıca belirli bir sürenin geçmesiyle veya tarafların olurları ile geçerli hale gelemez. Bu itibarla, muvazaa nedenine dayanılarak, her zaman dava açılabilir. Açılan dava sonunda verilen karar yenilik doğurucu değil, açıklayıcı bir karar olduğundan geçmişe etkili hüküm ve sonuç doğurur.

Yargıtay'ın Yerleşmiş İçtihatlarına göre hakkı çiğnenen tüm mirasçılar, Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak pay oranında iptal ve tescil davası açabilecekleri gibi taşınmazın terekeye döndürülmesini de isteyebilirler. Bunlardan birinin tercihi ötekine göre kişinin haklarında bir azalma veya çoğalma yaratmaz.” 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 06.5.2015 tarih ve E:2013/2302, K:2015/1313 sayılı kararında; “Dava murisin ölümünden 33 yıl geçtikten sonra açılmıştır.

Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda zamanaşımının söz konusu olmadığı, işlemin muvazaalı olması durumunda üzerinden bir zaman geçmesi halinde geçerli hale gelmeyeceği ve herhangi bir süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği kuşkusuzdur. Bu nedenle muris muvazaasına dayalı olarak dava açılmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde değerlendirilmesi mümkün değildir…”

İptal ve Tescil İstemi Yanında Ecrimisil İstenmesi

Ecrimisil, haksız işgal nedeniyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira geliri karşılığı zarardır. 25.05.1938 tarih ve 29/10 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ve Yargıtay'ın aynı yoldaki yerleşmiş içtihatları uyarınca ecrimisil davaları beş yıllık zamanaşımına tabi olup bu beş yıllık süre dava tarihinden geriye doğru işlemeye başlar.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 13.02.2018 tarih ve E:2017/4581, K:2018/905 sayılı kararında; “Murisin ölümü ile terekesinin mirasçılarına intikal edeceği ve ölüm tarihi itibarıyla mirasçılarının hak sahibi olacağı gözetildiğinde, taşınmazı haksız olarak kullanan kişinin ecrimisil sorumluluğunun da murisin ölüm tarihinden itibaren başlayacağı açıktır.“