Eğitim-öğrenim yerleri ile bağlı yerlerin yeniden düzenlenmeye çalışıldığı, ilk ve ortaöğrenimi kapsayan büyük okullar kurulacağını, "parasız yatılı okul" anlayışı     ile lkokuldan başlayıp devam edecek bir yapılanmaya gidileceğini tahmin ediyorum. Bu tip okullar iyi eğitim-öğrenim verseler de, tek tip insan yetiştirmeye elverişli yerler olabilirler. Bu noktanın gözden uzak tutulmaması gerekir. Eğitim ve öğretim, esas itibariyle bir kamu hizmeti olarak Devletin denetim ve kontrolünde olduğundan, bu tür okul tercihleri yapılabilir. Bu usul, parasız eğitim-öğretim anlayışına da uygundur. Ancak bu okullarda önemli olan, nasıl, yani hangi şekil ve şartlarda insan yetiştirileceğidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine uygun, bilim ve tekniğin, hukukun evrensel ilke ve esasları ile "insan ve çevre" unsurunun gözetildiği, objektif ve zamana karşılık gelen okullar, elbette kendisine, çevresine ve topluma yararlı insanların yetişmesine vasıta olacaktır ki, bu husus zaten sosyal devletin görevidir.

Akademik çalışmalar yapan ve bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerle ilgili bu tür bir çalışma yapılamaz. Bununla birlikte, yurtların nitelik ve şartları, öğrencilerin kalacak yer ve yurt ihtiyaçlarının Devlet tarafından daha fazla harcama yapılmak suretiyle karşılanması yöntemi izlenebilir ki, bunun için de Devletin önce bu yerlere ayıracağı bütçeye sahip olması gerekir.

Devlet, özelleştirme veya şekil ve şartları önceden yasa ve alt mevzuatla belirlenen yurt veya başka barınma yerlerinin özel sektör tarafından yapılıp işletilmesini de öngörebilir, teşvik verebilir veya bu yerleri işletmek amacıyla uzun süreli kiralayabilir. Devlet, yurtları ve öğrencilerin diğer barınma yerlerini tümü ile kontrol, denetim ve gözetimi altına almak isteyebilir. Üniversite öğrencileri için bu usulün izlenmesinin isabetli olmayacağını düşünüyorum. Bu sistem, hem üniversite özerkliğine ve hem de üniversite öğrencilerinin bulundukları yaş ve olgunluğa, "hukuk devleti" ilkesine, özgürlükçü demokrat anlayışa uygun düşmeyecektir.

Devlet, belki "Gençliğin korunması" başlıklı Anayasa m.58'in "sosyal devlet" ilkesi ile kendisine tanıdığı korumacı ve müdahaleci yetkiyi kullanmayı amaçlamış olabilir. Ancak bu amaç, suç işlemeyen, istediği yerde kalma ve barınma özgürlüğüne sahip olan bireyin kontrol ve denetim altına alınması suretiyle yapılmamalıdır.
Öğrenci yurtlarının ve diğer barınma yerlerinin varlık sebebi, üniversite öğrencilerinin tek tip yaşam sürdürmeleri, gözetim ve denetim altında bulunmak suretiyle okumaları değil; öğrencinin, can ve mal güvenliğini, iyi şartlarda barınmasını, okul ve sosyal yaşam alanlarında bulunmasını sağlamaktır.

Esasında sosyal devlet için bu yükümlülük, tüm vatandaşlara karşı vardır, bir anlamda devletin de varlık nedenlerinden birisidir. Öğrenci yurt ve diğer barınma yerlerinin varlık sebebi, yalnızca öğrencinin sağlıklı, huzurlu ve insani şartlara uygun yerlerde kalmasını ve bu şekilde öğrenim hakkını kullanmasını sağlamaktır. Bu noktada Devlet, öğrencilerin kalacağı yerlerin taşıması gereken asgari şekil ve şartları belirleyebilir. Devlet bu yerlerde, maddi gücü olmayan veya zayıf olan öğrencilerin kalmasını sağlamalıdır. Zaten sosyal devletin gereği de budur.

Anayasa m.65'de yer alan tuhaf hüküm de, öğrencilerin yurt ve diğer barınma yerleri ile ilgili Devletin yükümlülüğünü yerine getirmemesinin veya eksik getirmesinin gerekçesi yapılmamalıdır. Bu maddeye göre, "Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir". Eğer yakın zamanda Anayasa değişecekse, önce "sosyal devlet" ilkesinin özünü zedeleyen bu hüküm kaldırılmalıdır. "Görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali kaynakların yeterliliği ölçüsünde" ibaresi ne demektir?

Devletin önceliği, Ülkenin çocuklarının ve gençlerinin en iyi şekilde yetişmelerini sağlamaktır. Çünkü çocuk ve genç "gelecek" demektir. Bu noktada, mali kaynak yetersizliği gerekçe olarak gösterilemez.

Bugün ortaöğrenim ve üniversite sınavlarına giren çocuk, genç ve insanlarımızın yarısı dershanelere gitmek zorunda bırakılmış veya kalmış, diğer yarısının çoğunluğu da maddi yetersizliklerle bu dershanelere gidememekte ise, bu sonucu eleştirmekten veya gitmeyenlerin, esasında gidemeyenlerin sebebini "istemedikleri ya da okulu yeterli gördükleri için dershaneye gitmiyorlar" gibi garip ve kabulü mümkün olmayan gerekçelerle meşrulaştırıp "masum" göstermemeliyiz.

Kabul edelim, yabancı dilde, bilimde, eğitim ve öğrenimde ileri düzey teknikleri kullanma, sistem ve istikrar, uluslararası başarı konularında deyim yerinde ise "sınıfta kaldık". Şimdi dershaneleri kapatmaya çalışıyor, yine sonuçla uğraşıyoruz.Meselenin temeline inip, bulunacak çözümü istikrarlı ve sabırlı bir şekilde (yap-boz olmaksızın) uygulamaya koyup, dershanelerin bu derece ihtiyaç ve cazibe yerleri olmaktan çıkarılmasını sağlamak gerekir. Çünkü "zorla güzellik olmaz". Öğrenim ve sınav sistemi bu oldukça, hatta sınavların güvenliği bile tartışılır hale gelmişse, anne ve babalar, insanlar varlarını-yoklarını harcamaya devam edeceklerdir.
Esasında eğitim ve öğrenim için yapılan bu harcamalara karışılmaması da gerekir. Dershanelerin ticari müesseselere dönüştüğü, öğrenimde fırsat eşitliğinin zedelendiği, paralı ve/veya iyi okullarda okuyanların dershaneler ve özel derslerle daha başarılı oldukları ve "eşitlik" ilkesinin tümü ile bozulduğu ileri sürülmektedir.
İlk bakışta bu eleştiriler doğru gibi gözükse de, okulların paralı hale gelmesi, maddi güç sahibi olmanın iyi okulda okumakla nerede ise eşdeğer hale dönüşmesi, kapitalist ve serbest piyasa esasına dayalı sistemde, parası olanın özel ders ve öğrenim desteği almaktan yoksun bırakılmasının mümkün olamayacağı, aksi düzenlemenin çalışma ve sözleşme hürriyetinin özüne müdahale olarak anlaşılacağı tartışmasızdır.

Devlet okulları olarak bilinen parasız okullarda eğitim-öğrenim kalitesi artırılmalı, zamana ve tekniğe uygun eğitim-öğretim usulleri kullanılmalı, başarılı veya yoksul aile çocukları ile özel vasıf ve yetenekleri olan çocuk ve gençler kesinlikle karşılıksız, kısmi veya tam karşılıklı özel burs, katkı ve yardımlarla desteklenmelidir.
Özel öğrenim kurumlarına karşı, bu kurumlar ihtiyaç olmaktan çıkıncaya kadar Devlet de kendi öğrenim destek ünitelerini oluşturmalıdır. Bunun yanında, dershanelerin özel okullara dönüştürülmesinde, Devletin eğitim-öğrenime harcama yapıp kamu hizmetini bizzat gerçekleştirmek yerine, eğitim-öğrenimde özelleşmeyi destekleme ihtimali ortaya çıkacaktır. Bu durumda, dershanelerle ilgili ileri sürülen paraya dayalı eşitsizlik azalmayacak, aksine artış gösterecektir.
“Yoksulluk” kavramı ve “eşitlik” ilkesi üzerinden yapılan tartışmadan, paralı eğitim-öğretimi benimseyen bir anlayış çıkmamalıdır. Bu noktada Devlet, eğitim ve öğrenimi nasıl parasız ve aynı zamanda eşit kaliteye sahip hale getireceğine dair plan ve projesini şeffaf bir şekilde kamuoyunun bilgi değerlendirmesine sunmalıdır. Çünkü şu an, Ülke insanın kafasının en karışık olduğu ve net bilgi istediği konulardan birisi eğitim ve öğretimdir.   

Devlet, ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine aykırı eğitim ve öğretim yapılmasını engelleyebilir. İşte bu noktada Devlet, gerçek amacından uzaklaşan, siyasi içerik taşıyan, çocuk ve gençlerin yaşam biçimlerine karışan, etkiye açık olmaları sebebiyle iradelerini baskı altına alan, öğrenim desteğinden ziyade eğitim ve bir yönde insan yetiştirme niyeti ile hareket eden her türlü kuruma müdahale edebilir. Çünkü eğitim ve öğrenim kurumları ile bunlara bağlı yerler (yurt, etüt, çalışma merkezi, kurs gibi), Devletin gözetim ve denetimi altındadır. Bunun yanında Devlet, çocuk ve gençleri alkolden, uyuşturucu madde bağımlılığından, suçtan (mağdur veya fail olarak), kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan, cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.

Yine Devlet, başta çocuk ve gençler olmak üzere, her vatandaşın beden ve ruh sağlığını koruyup gelişmesine yardımcı olur. Bunun dışında Devlet, suça konu olabilecek yasaklar dışında insanları takip etmez, fişlemez, insanların konutlarına girmez, insanları tedirgin etmez, suçun işlenmesini önlemek ve işlenen suçlar ile faillerini bulup adalet önüne çıkarmak dışında insanların yaşam alanlarına müdahale etmez.

Devlet, özel, aile ve iş hayatın vazgeçilmezi ve birey olmanın ayrılmaz parçası olan mesken masuniyeti/konut dokunulmazlığına saygı gösterir, tüm bu alanların dokunulmazlığını korur. Bireyin temel güvencesi, hukukun evrensel ilke ve esasları ışığında kabul edilen hukuk kurallarına uyduğu sürece, Devletin veya başkalarının müdahalesine uğramayacağını bilmektir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)