Bu yazının yazılmasına ilham veren İzmir 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi duruşma tutanağında aynen şu cümleler yazılıydı:

“5271 Sayılı  CMK’nun 160 ve devamı, 177/1, 191, 206, 207 maddelerine dayalı olarak soruşturmada hakim olan re’sen araştırma ilkesinin kovuşturma aşaması için kabul edilmeyip itham sisteminin kabul edilmiş bulunması, Mülga1412 Sayılı CMUK’nun 237 ve  239 hükümleri aksine CMK’da yargılama aşamasında tahkik ve re’sen  araştırma ilkesinin terk edilmiş olması..”

Mahkemenin bu kararının, realist hukuk teorisi bakış açısından, bir mahkemenin isterse tek bir kararıyla bir hukuk sistemini bile kökten değiştirebileceğini göstermekten başka bir anlamı yoktur. Mahkeme bu kararıyla, tahkik sisteminden itham sistemine geçtiğini ilan etmektedir! Acaba ceza muhakemesindeki durum,  İzmir 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi duruşma tutanağında ifade edildiği gibi midir? CMK ile ceza muhakemesi sistemimiz itham sistemine mi geçmiştir?

Ceza muhakemesi hukuk alanındaki akademik kitaplarda, tarihsel gelişimi içinde ceza muhakemesinde itham, tahkik (engizisyon) ve karma (işbirliği) sistemin ortaya çıktığı; itham sistemiyle ilişkili olarak taraf muhakemesi, tahkik ve karma sistemle ilişkili olarak ise makam muhakemesi sisteminin geliştiği ifade edilir. Yine teorik eserlerde karma sistemin, tahkik sistemi ile itham sisteminin faydalı yönlerinin alınarak hibrit bir sistem oluşturulduğu belirtilir. Türk ceza muhakemesi sisteminin soruşturma aşamasında tahkik sistemi, kovuşturma aşamasında ise karma sistem ve buna bağlı olarak makam muhakemesi sistemi olduğu kabul edilir[i]. Ceza muhakemesi hukukumuzda soruşturma aşamasında işkence, kötü muamele de dâhil olmak üzere tahkik (engizisyon) sisteminin birebir uygulandığı doğrudur.

Teorik ders kitaplarında bu önemli konuya en fazla birkaç sayfayla değinilir, ceza muhakemesi sistemimize hâkim olan karma sistemin ne kadarının itham ne kadarının tahkik (engizisyon) sisteminden alındığı eleştirel bir bakış açısıyla ayrıntılı olarak ele alınmaz. Bizim tespit ve tecrübelerimize göre Türk ceza muhakemesi sisteminde itham sisteminden çok tahkik sisteminin karakteristikleri ağır basmaktadır ve CMK’nun her maddesine tahkik sisteminin özellikleri sinmiştir. Önceki ve şu anki Ceza Muhakemesi kanunları tahkik sistemi uygulamalarına izin verecek düzenlemelere ve boşluklara sahiptir.  Mevzuatta durum böyle olduğu gibi, ülkemizde akademisyenler, hâkim ve savcılar, hatta avukatlarda dahi “tahkik ideolojisinin” hâkim olduğu söylenebilir.  Bu nedenle ceza muhakemesi mevzuatındaki boşluklar, muğlâklıklar da gerek öğreti gerekse uygulamacılar tarafından tahkik sistemi bakış açısıyla yorumlanmaktadır. Hukukumuzda duruşmada yapılan işlemler adını dahi tahkik siteminden alır: Duruşmada yapılan işlemlerin genel adı “tahkikat” yahut “tevsi-i tahkikat”tır.

Bu yazımızda tahkik ideolojisinin ceza duruşmalarına yansımalarını mevzuat ve uygulama düzleminde ele alacağız ve savunmanın bu tahkik ideolojisine karşı geliştirebileceği savunma stratejilerini araştıracağız.

A.  Ceza Duruşmasında Süjelerin Konumu ve Rolleri Açısından Tahkik İdeolojisi

Akademik eserlerde tahkik sisteminin (engizisyon) özellikleri sanki şu anda uygulanmıyormuş, bu uygulamalar orta çağda kalmış gibi geçmiş zaman kipinde anlatılır. Biz tahkik sisteminin birçok uygulamasının bugün de geçerli olan özelliklerini şimdiki zaman kipini kullanarak ifade edeceğiz. Tahkik (engizisyon) sisteminde, hâkim hem davacı hem de hüküm verendir. Mağdur en önemli tanık, sanık ise ceza kovuşturmasının objesidir. Hâkim devlet memurudur ve devlet adına hareket eder. Hâkim re’sen delil toplayabilir. Her şey delil olarak incelenebilir.

Türk ceza muhakemesi sisteminde hâkim, iddianamenin kabulü kararı vererek davayı açan, iddianamenin kabulü kararını okuyarak duruşmayı başlatan, duruşma başladıktan sonra İddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesini anlatan, sanığı sorguya çeken, duruşmayı yöneten ve duruşmanın düzenini sağlayan, delilleri ortaya koyan, re’sen tahkikat yapan ve hüküm veren en aktif ve en güçlü süjedir. Hâkim kovuşturma aşamasının âdeta tanrısıdır.  Türk ceza muhakemesi sisteminde hâkimin duruşmadaki bu güçlü ve aktif konumu, tahkik (engizisyon)  sisteminden alıntıdır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda (“CMK”) hâkimin duruşmadaki konumu ve yetkilerini düzenleyen maddelerde aşağıda ayrıntılı olarak değineceğimiz boşluk ve muğlâklıklar tahkik (engizisyon) ideolojine sahip bir hâkim tarafından yorumlanıp doldurulduğunda Kanunun diğer maddelerinde savunmaya tanınan tüm hakların büyük ölçüde etkisizleştirilmesi ve uygulamanın neredeyse tamamen tahkik (engizisyon) sistemine dönüştürülmesi mümkün hâle gelmektedir. Ceza muhakemesinde hâkimin konumuyla ilgili olarak  Hukuki Haber Sitesinde yayınlanan “Ceza Muhakemesinde Hakim Kimdir, Ne İş Yapar?”  başlıklı makalemize bakılabilir.

Duruşmanın tanrısı olan hâkim, bizde uygulanan tutanak geleneği nedeniyle duruşmada nelerin yaşandığını belirleme yetkisine de sahiptir. Duruşmadaki beyanlar hâkim tarafından kâtibe yazdırılmak suretiyle tutanak tutulmaktadır. Teknik araçlarla kaydedilen duruşmalar dışında, duruşmanın seyri hâkim tarafından zabıt kâtibine dikte ettirilerek tutanağa bağlanmaktadır. Bu tutanaklar, duruşmada olan biteni olduğu gibi değil, tutanağı dikte ettiren hâkimin bakış açısıyla duruşmada olup bitenlerden hâkimin uygun gördüklerini yansıtmaktadır. CMK’nun 201’nci maddesine göre maddesine göre duruşmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı, ancak tutanakla ispat olunabilir. Tutanağa karşı yalnız sahtecilik iddiası yöneltilebilir. Bu konuda Hukuki Haber internet sitesinde yayınlanmış olan “Beyanlarınızı Tutnağa Geçirtin” başlıklı yazımıza bakılabilir.

Tahkik (engizisyon)  sisteminin bir diğer özelliği hâkimin hem savcı (davacı) hem de hüküm veren olmasıdır. Tahkik (engizisyon)  sisteminde ayrıca bir savcı bulunmamaktadır. Türk ceza muhakemesi sisteminde ise ceza duruşmasında Cumhuriyet savcısı yasal olarak görünüşte bulunmaktadır. Kanunda duruşma savcısına biçilen temel rol mütalaa vermektir. CMK’nun 33’ncü maddesine göre her hangi bir karar verilmeden önce Cumhuriyet savcısının görüşü alınacaktır. Duruşma savcısının diğer bir görevi  ise CMK’nun 215’nci maddesine göre ortaya konan her bir delil ile ilgili olarak diyeceklerini bildirmek ve 216’ncı maddeye göre de ortaya konan delilleri tartışarak esas hakkındaki mütalaa vermektir.  Cumhuriyet savcısı, iddianamenin sahibi olarak duruşmada en aktif süje olması, iddiasını dile getiren delillerini ortaya koyan, tartışan süje olması gerekirken kovuşturmadaki en pasif durumdaki süjedir. Âdeta salondaki herhangi bir duruşma gözlemcisinden farkı yoktur. Hatta 31 Mart 2011 tarihinde kabul edilen 6217 sayılı kanunun 26 ve geçici 3. maddesiyle 1 Ocak 2014 tarihine kadar asliye ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısının bulunmayacağı hükme bağlanmış, bu süre 6572 sayılı kanunun 45. maddesiyle 31 Aralık 2019 tarihine karar uzatılmıştı. 2019 yılında tekrar Cumhuriyet savcılarının tekrar asliye ceza mahkemelerinde duruşmaya katılmaları sağlanmıştır.  Cumhuriyet savcılarının duruşmaya katılmadıkları dönemde eksiklikleri hiç hissedilmemiştir.  Bu gün de bu sistem dâhilinde ağır ceza mahkemelerinde ve asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısı olmasa eksiklikleri hissedilmeyecektir.  Bunun temel sebebi, tahkik (engizisyon) sisteminde olduğu gibi, ceza muhakemesi sistemimizde iddia makamının yapması gereken tüm işleri hâkimin üstlenmesi ve yapmasıdır. Duruşmada Cumhuriyet savcısının konumu ile ilgili olarak Hukuki Haber internet sitesinde yayınlanmış olan “Duruşma Savcısı Kimdir, Ne İş Yapar?” başlıklı yazımızda ayrıntılı açıklama yapılmıştır.

CMK’nun 2’nci maddesine göre sanık kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade etmektedir. Öğretide sanık ferdi savunma makamı olarak adlandırılmaktadır. İtham sisteminin etkisiyle sanığa bazı haklar tanınmıştır. Tahkik sistemini karma sistemi haline getiren de büyük ölçüde sanığa tanınan bu haklardır. Bu nedenle sanığın karma sistemde artık obje değil süje olduğu ileri sürülür. Ne var ki karma sistem, sanıktan delil elde etme ısrarından da tümüyle vazgeçmiş değildir. Duruşmanın sanığın sorgusu ile başlaması ve aslında duruşma boyunca müdafisinden önce kendisine her vesileyle söz verilerek bir tür sorgunun devam etmesi ve duruşmanın sanığın son sözü ile bitirilmesi sanık beyanının hâlâ delil etme aracı olarak görülmesinin yani tahkik ideolojisinin bir tezahürüdür. Bu konuda Hukuki Haber internet sitesinde yayınladığımız “Sanığın Sorgusu ve Çapraz Sorgusunda Savunma” başlıklı yazımıza bakabilirsiniz.

CMK’nun 2’nci maddesine göre müdafi şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukattır. CMK’nun 149’ncu maddesine göre şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanuni temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir. Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.

Kanunun açık hükmüne rağmen, sanığın müdafiden yararlanma hakkı duruşmada tamamen engellenmektedir. Sanığın müdafi yardımından yararlanmaması için duruşma salonları dahi tahkik ideolojine göre tanzim edilmiştir. Duruşma savcısı hâkimin yanında kürsüde, katılan avukatıyla birlikte müşteki-katılan kürsüsünde yer alırken sanık,  müdafiinden uzakta, onun yardımından yaralanamayacak şekilde bir kafesin içinde tutulmaktadır. Hâkimler,  uygulamada sık karşılaştığımız üzere, duruşma esnasında bile savcı ile, müdafi ve sanığın duyamayacağı şekilde, davayı müzakere edebilmektedir.  Hatta heyet halinde sadece hâkimlerin katılması gereken müzakerelere katılabilmekte, ama müdafi, kanunun açık hükmüne rağmen sanıkla istişarede bulunamamaktadır. Tahkik (engizisyon) sisteminin bir özelliği olan hâkim-savcı birlikteliği uygulamada kanıksanmış bir durumdur. Bu konuda Hukuki Haber internet sitesinde yayınlanmış olan “Adaletin Gözyaşları” başlıklı yazımız incelenebilir.

Ceza muhakemesi hukukumuzdaki bu rol dağılımı tamamıyla tahkik sisteminin gereğidir. Hâkimin duruşmadaki tanrısal konumu, onu hem iddia hem de savunma makamı haline getirmektedir.

B. Duruşmanın Yürüyüşü ve Ceza Duruşmasına Hâkim Olması Gereken İlkeler Açısından Tahkik İdeolojisi

Ceza muhakemesi sistemimizde dava açıldıktan sonra iddianameyle birlikte tüm dosya mahkemeye devredilir. Mahkeme hâkimi, duruşmadan önce, iddianamenin değerlendirilmesi için iddianame dışında savcının topladığı tüm delilleri incelemek durumundadır. Duruşmadan önce dosya içeriğine vakıf olan hâkim, dava hakkında erken bir kanaate ve ön yargıya varması psikolojik olarak kaçınılmazdır. Dava dosyasına duruşma öncesinde vakıf olan hâkimin duruşmada nötr olması mümkün değildir.  Bu sistemde muhakemenin tanrısı olan hâkim, tahkikatı bu önyargısı doğrultusunda yönlendirmekte hiç de zorluk çekmez. Oysa itham sistemine dayalı taraf muhakemesi sisteminde hâkim ve jüri delilleri duruşmada öğrenir. Duruşmadan önce dava hakkında bilgi sahibi değildir ve tam olarak nötrdür.

CMK’nun “duruşmanın başlaması” başlığını taşıyan 191’nci maddesine göre sanığın ve müdafiinin hazır bulunup bulunmadığı, çağrılmış tanık ve bilirkişilerin gelip gelmedikleri saptanarak duruşmaya başlanır. Sanık, duruşmaya bağsız olarak alınır. Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar. Tanıklar duruşma salonundan dışarı çıkarılırlar. Duruşmada sırasıyla; sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır, iddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesi anlatılır, sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve 147 nci maddede belirtilen diğer hakları bildirilir, sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır. CMK’nun 192’nci maddesine göre sanığı mahkeme başkanı veya hâkim sorguya çeker. Tahkik ideolojisiyle hazırlanmış olan CMK’da sorgunun nasıl yapılacağına ilişkin bir hükme de yer verilmemiştir. Uygulamada hâkim sayısı kadar sorgu usulü vardır. Tahkik ideolojisiyle endoktrine edilmiş hâkimlerimiz, bu boşluğu sanıktan ikrar elde etmeye yönelik uygulamalarla doldurabilmektedir.

Duruşmanın sanığın sorgusu ile başlatılması ve hâkim tarafından sorgulanması tahkik sisteminden kalma bir usuldür. Duruşmaya sanığın sorgusu ile başlanması, sanığın iddia makamının delilleri ortaya konulup tartışılmadan sorgulanmasına ve savunma yapmaya mecbur bırakılmasına yol açmaktadır. Her ne kadar CMK’nun 149. Maddesinde sorguya başlanmadan evvel sanığa “iddianame veya iddianame yerine geçen belgede yer alan suçlamanın dayanağını oluşturan eylemler ve deliller ile suçlamanın hukuki nitelendirmesi anlatılır” denilmekteyse de uygulamada bu hüküm de hemen hiç tatbik edilmemektedir. Hukuk bilgi ve tecrübeden yoksun sanık, duruşmanın en başında müdafisinin yardımından da yararlanamayacak bir pozisyonda ifade vermeye âdeta zorlanmaktadır.

İtham sistemine dayanalı taraf muhakemesi uygulanan sistemlerde ise sanığın sorgusu diye bir kurum yoktur. Taraf muhakemesi uygulayan Anglo Amerikan hukuklarında savcı iddia delillerini sunduktan sonra sanık,  eğer tanıklık yapmak isterse, diğer tanıkların tabi olduğu usule göre,  savunma tanığı olarak dinlenir. Sanığı önce müdafisi esas sorgu veya doğrudan sorguya tabi tutar. Sanık müdafisinin sorularına cevap vererek onun yardımından tam olarak yararlanarak beyan verir. Daha sonra sanık savcı tarafından çapraz sorguya tabi tutulur. Hatta iddia tarafı delillerini sunduktan sonra,  iddia tarafı davasını makul şüphenin ötesinde kanıtlayamamış ise, yani savunma yapılmasını gerektirecek yeterlikte delil getirilmemiş ise  (No Case to Answer) savunma delilleri ve dolayısıyla sanık da dinlenmeksizin hâkim beraat kararı verebilmektedir. İngiliz Hukukunun uygulandığı KKTC hukukunda buna “prima facia dava” denilmektedir. [ii]

Ceza muhakemesi mevzuatından tahkik sisteminin mahsulü olan ve muhakeme hilelerine (détournement de procedure)  açık olan “duruşmada sorgu” kurumu tamamen çıkarılmalıdır. Eğer bu kurumdan vazgeçilemiyorsa sorgunun, zaman bakımından duruşmanın başında değil delillerin ortaya konulması aşamasından sonra yapılması şekilde düzenleme yapılmalı, bu durumda sanığın ilk sorgusu müdafisi tarafından yapılmalıdır.

CMK’nun 206’ncı maddesi Sanığın sorgusundan sonra delillerin ortaya konulması aşamasına geçilir. Aynı kanunun 192’nci maddesine göre hâkim delillerin ikamesini (ortaya konulmasını) sağlar. Delillerin ortaya konulması demek, tanık ve bilirkişilerin dinlenmesi, belgelerin okunması veya anlatılması demektir. Uygulamada delilleri ortaya hâkim koymaktadır. Yani tanığı ve bilirkişiyi hâkim dinlemekte, okunacak ve anlatılacak belgeleri hâkim okumakta ve anlatmaktadır.  Bu usul de tahkik sisteminin bir kalıntısıdır. İtham sisteminde, tanıkları davanın tarafları esas sorgu ve çapraz sorguya tabi tutar, önce savcı sonra müdafi kendi delillerini sunar. Hâkim ve jüri delillerin ortaya konulmasında pasif konumdadır.

İtham sistemine dayalı taraf muhakemesi sisteminden ilhamla ve Avrupa Birliği müktesebatına uyum kaygısıyla CMK’nun 201’nci maddesiyle hukukumuza çapraz sorgu benzeri bir kurum getirilmiştir.  CMK’nun 201’nci maddesine göre “Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir”. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir. Heyet halinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler, birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir.

Uygulansın diye değil,  dostlar Avrupa Birliğine uyum yaptığımızı sansın anlayışıyla getirilen bu kurum, her türlü yoruma açık biçimde eksik düzenlenmiştir. Madde; soru sormada sıra,  çapraz sorguda sorulabilecek ve sorulamayacak sorular ve soruya itiraz nedenlerinin neler olabileceği konusuna bir hüküm içermemektedir. Bu düzenleme boşlukları,  gerek öğretide gerek uygulamada tahkik ideolojisine dayalı yorumlarla doldurulmaya çalışılmaktadır.  CMK’nun 201’nci maddesinde açıkça hâkimin soruya itiraz olması halinde soruyu denetleyeceği belirtilmesine rağmen öğretide ceza muhakemesi sistemimiz gerekçe gösterilerek itiraz olmasa bile hâkimin soruyu denetleyebileceği kabul edilmiştir[iii]. Ceza muhakemesi mevzuatına ve uygulamasına hâkim olan tahkik (engizisyon) ideolojisi nedeniyle bünye itham sisteminden getirilen her türlü kuruma olumsuz reaksiyon göstermektedir. Çapraz sorgu düzenlemesi, uygulamada çeşitli muhakeme hileleriyle metruk hale getirilmeye çalışılmış, ancak avukatların bir ölçüde bu kuruma sahip çıkmasıyla hayatta kalabilmiştir.

Ceza Muhakemesi Kanununda delillerin hangi sırayla ortaya konulacağı da yazılı değildir.  Delillerin hangi sırayla ortaya konulacağını mahkeme başkanı veya hâkim belirler. Ceza muhakemesi sistemimiz gereği iddia tanığı (delili), savunma tanığı (delili) ayrımının olmadığı, kim gösterirse göstersin tanıkların kamu tanığı olduğu kabul edilir. Bu anlayış akla, mantığa ve insan psikolojisine aykırıdır. Mantıksal olarak iddia makamının gösterdiği tanık iddia tanığı, savunma makamının gösterdiği tanık savunma tanığıdır. Ceza muhakemesi sistemimize egemen olduğu söylenen “suçsuzluk karinesi” ve “şüphe sanık lehine yorumlanır” ilkeleri gereği ve mantıksal olarak mevcut sistemde de önce iddia makamının delillerinin ortaya konulması, daha sonra savunma makamının gösterdiği delillerin ortaya konulması gerekir. Ancak uygulamada bu sıralama hâkim tarafından keyfi olarak yapılır.

CMK’nun 215’nci maddesine göre “suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur”. Uygulamada okunarak veya anlatılarak ortaya konulması gereken belgeler çoğu kez okunmaz ve ortaya konulmaz. Çoğu kez “Okundu dosyasına konuldu” diye tutanağa yazılarak geçiştirilir. Duruşmada okunmaması bir yana hâkim veya heyet tarafından duruşma dışında bireysel olarak okunduğu da çoğu kez şüphelidir. Bu aşama çoğu kez “bir diyeceğimiz yoktur” diyerek, savunma tarafından da “aleyhe olan hususları kabul etmiyoruz” diye geçiştirilir.  Aleniyet ilkesi gereği bu konudaki ölçü şudur: Duruşma salonundaki sıradan bir duruşma izleyicisinin içeriğini öğrenemediği bir delil kanuna uygun şekilde ortaya koyulmamış ve tartışılmamış demektir.

Tahkik ideolojisi ceza muhakemesi sistemimize o denli sirayet etmiştir ki, uygulamada itham sisteminden esinlenilerek getirilen ve yürürlükte olan düzenlemelerin uygulanmasına direnilirken,  mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun (CMUK)  fiilen uygulanmasına devam edilmektedir.  Gerçekten de mülga CMUK’nun 237’nci maddesine göre mahkeme kendiliğinden şahit ve ehlihibre celbini ve başkaca sübut sebeplerinin ihzar ve iradını emredebilir. Bu hüküm CMK’na alınmamış, mahkemeye re’sen delil toplama yetkisi verilmemiştir.  Buna rağmen CMUK döneminde olduğu gibi mahkemeler re’sen deil toplamaya devam etmektedir.  Bu konuda Prof Dr. Ersan ŞEN’in Hukuki Haber internet sitesinde yayınlanmış olan “Kovuşturmada Re’sen Delil Araştırma ve Toplama Yetkisi” başlıklı yazısına bakılabilir.

Uygulamaya hâkim olan tahkik ideolojisi, kovuşturma sürecine hâkim olması gereken hemen hemen tüm ilkeleri ve bu ilkelere dayanan düzenlemeleri etkisiz ve işlevsiz hale getirmiştir. Bu ilkelerden ilki “sözlülük ilkesi”dir. Bu ilkeye göre davanın duruşma esnasında tüm yönleriyle duruşmada tartışılması, hükmün duruşmada sözlü olarak söylenmiş olan şeylere dayanması gerekir. Hüküm; katılan, savcı, sanık, müdafinin söylediklerine ve duruşmayı izleyen gözlemcilerin de duyduklarına dayanmalıdır. Ancak uygulama türlü muhakeme hileleriyle fiilen büyük ölçüde yazılı hale getirilmiştir.

Sözlülük ilkesini bertaraf eden uygulamalardan biri duruşmaya hakim olması gereken “kesintisizlik” ilkesinin ihlalidir. CMK’nun 191’inci maddesinin birinci fıkrasına göre   duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir. Ancak uygulamada kural, yıllara yaygın duruşma yapılmasıdır.  Duruşmalara, çoğu kez 3-4 ay hatta daha fazla ara verilmektedir.  Hâkimin, duruşmada sözlü olarak yapılan sunumlardan edindiği izlenimleri hafızasında tutmasına psikolojik olarak imkân yoktur. Dolayısıyla hâkimler, yıllara yaygın duruşma celselerinin sonunda hüküm oluşturmak isterlerse, duruşmadaki sözlü sunumlardan edindikleri kanaate göre değil,  duruşma tutanaklarını okuyarak hükmünü oluşturmak durumundadırlar. Bu usulün,  tahkik (engizisyon) sisteminin bir özelliği olan “yazılı usule” dönüşmesine yol açmaktadır.

Duruşmalara hâkim olması gereken diğer bir ilke “aleniyet” ilkesidir.  Anayasanın 141’nci maddesinin birinci fıkrasına göre “mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır” CMK’nun 181’nci maddesinin birinci fıkrasına göre de duruşma herkese açıktır. Duruşmaların kesintisiz yürütülmemesi nedeniyle aleniyet ilkesi de büyük ölçüde zedelenmektedir.  Bir davayı baştan sona izlemek isteyen bir vatandaşın bu iş için aylarını hatta yıllarını bu işe ayırması gerekmektedir. Öte yandan duruşmadaki belge delillerinin duruşmada okunmadan  “okundu dosyasına kondu”  şeklinde tutanağa geçirilmesi,  duruşmanın başında iddianamenin okunup anlatılmaması, duruşmaya katılan bir izleyicinin dava ile ilgili bilgi edinememesine yol açmaktadır. Bu durum duruşmaların görünüşte alenî, ama fiilen gizli yürütülmesine yol açmaktadır. Kovuşturmanın gizli yapılması ise tahkik sisteminin özelliklerinden biridir.

CMK’nun 188’nci maddesinin birinci fıkrasına göre duruşmada hükme katılacak hâkimlerin bulunması şarttır. Duruşmada bulunmayan hâkim hükme katılamaz.  Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre bir oturumda bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle bulunamayacak üyenin yerine geçmek ve oya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilir. “Tabii hâkim ilkesi”nin ve “doğrudanlık” ilkesinin uzantısı olan bu hükümler, hemen hiç dikkate alınmamaktadır. Uygulamada bir davada sık sık heyet ve hâkim değişikliği olmaktadır. Hâkim veya heyet değişikliği olduğunda duruşmaya yeni baştan başlanması gerekirken, okunmadığı halde “hâkim değişikliği nedeniyle eski zabıtlar okundu” denilerek duruşmaya kaldığı yerden devam edilmektedir. Sonuç olarak teorik olarak kovuşturmaya hâkim olduğu iddia edilen ilkelerin hiç biri hukuk uygulamamızda geçerli değildir.

SONUÇ:  Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere:

(1) Ceza muhakemesi sistemimiz soruşturma aşamasında zaman zaman yaygın olarak uygulanan işkence ve kötü muamele de dâhil olmak üzere tam bir tahkik (engizisyon) sistemidir.

(2) Ceza muhakemesi sistemimizin kovuşturma evresinin duruşma devresinde  teorik olarak karma sistem olduğu iddia edilse bile ağırlıklı olarak tahkik (engizisyon) sistemi egemendir. Türk ceza muhakemesi siteminin teorik olarak  karma sistem olarak nitelendirilmesine neden olan itham sisteminden alınan kurumlara ve savunma hakkına  karşı  ceza muhakemesi uygulaması oldukça dirençlidir.

(3)  Hukukçuların büyük çoğunluğu tahkik sistemi ile endoktrine edildikleri ve bu durumu kanıksadıkları için uygulamaya büyük ölçüde tahkik (engizisyon) ideolojisi hâkimdir.  

Avukat Fahrettin KAYHAN

----------------

[i] Burcu DÖNMEZ, Ceza Muhakemesi Hukukunda Çapraz Sorgu, Seçkin Yayınları, 2’nci baskı  Ankara 2019

[ii]  Çetin VEZİROĞLU, Aysun GÜMÜŞ,   KKTC Ceza Usul Hukuku, 2012, S. 256.

[iii] DÖNMEZ, s. 354;