Hukuk devletinin en önemli özelliği, toplum düzeninin kurallara bağlanması, normlar hiyerarşisinin olması ve bu normlara herkesin bağlı olmasıdır. Hukuk devleti, düzen için düzeni değil, kişi hak ve hürriyetleri için düzeni savunur. Düzen kuralları kısıtlamalar getirse bile, bu kısıtlamalar dayanağını kişi hak ve hürriyetleri ile bu amaçla kurulan yönetim sisteminden alır.


Kısıtlamalar keyfi olamayacağı gibi, kamu kudreti kullanıcıları olan kamu görevlileri dahil herkes kısıtlama ve dolayısıyla düzen öngören kuralları tanımak zorundadır. Kuralların yetersizliği veya değiştirilmesinin düşünülmesi, onların tanınmayacağı veya gözardı edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Kurallar varlıklarını korudukları müddetçe dikkate alınmak, uyulmak ve uygulanmak zorundadır.


“Metrukiyet” adı ile bilinen ve uzun bir süre kullanılmayan ve uygulanmayan kuralların uygulanma ve toplumsal inanç yeteneklerini tümü ile yitirmesi ise, elbette Anayasa kuralları yönünden geçersiz ve sadece kanunlar ile onun altında yer alan normlar için dikkate alınmalıdır. Ayrıca metrukiyet, bir kaide veya gelenek değildir. Olmaması gerekendir ve çok istisnaidir. Metrukiyette, yürürlükte olan kuralın ciddi şekilde ihmal edilmesi, ihlali ve buna rağmen yaptırıma tabi tutulmaması hali vardır. Örneğin; yasak olduğu halde gazete kağıtlarının pazarda kese kağıdı olarak kullanılması, pazarlıkla alım-satım yapılması, bayramlarda gazete satılması ve özel televizyon ve radyo yayıncılığı yapılması yasakları sayılabilir. Bunlar, zaman içerisinde yasak davranışlar olarak adlandırıldıkları halde ceza takibatına tabi tutulmamışlar ve metruk hale gelmişlerdir. Esas olan ise, hukuk kurallarının yetkili merciince koyulup, yetkili merci tarafından kaldırılmasıdır.


2923 sayılı Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi ile Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Kanun’a ek düzenleme getirilerek, farklı dil ve lehçelerde özel eğitim-öğrenim kurumu açılabileceği, bu dil ve lehçelerin hangileri olacağının Bakanlar Kurulu tarafından tespit edileceği ve bu okullarda bazı derslerin Türkçe okutulacağı ifade edilmektedir.


2923 sayılı Kanunun “Amaç” başlıklı 1. maddesine göre, “Bu Kanunun amacı, eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller, yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okullar ile Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğreniminin tabi olacağı esasları düzenlemektir”.
Bu Kanunu, Lozan Andlaşması’nın 37 ila 45. maddelerinden ve Anayasanın 3/1 ile 42/son fıkrasından bağımsız düşünmek, düzenlemek ve değiştirmek mümkün değildir. Gerek Lozan Andlaşması ve gerekse Anayasanın hiçbir hükmü metruk hal gelmemiş, ortadan kaldırılmamış ve hatta bu yönde herhangi bir girişimde de bulunulmamıştır. Aksine bu hükümler hep uygulanmış, Ülkenin vazgeçilmezi olarak kabul edilmiş ve bugüne kadar tüm düzenlemeler de bu hükümler gözetilmek suretiyle yapılmıştır. Normlar hiyerarşisinin tepesinde olan Lozan Andlaşması ve Anayasa için başka suretle hareket de düşünülemez.


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dayanağı olan Lozan Andlaşması’nın 37 ila 45. maddeleri, herkese Türkçe’den başka dilde eğitim-öğrenim yapabilme hakkı vermediği gibi, bu hakka sahip olan Devlet de resmi dil olan Türkçe’yi öğretmek zorundadır. Bu durum bir yasak gibi algılansa da, özünde Ülke birliğine, bir disiplinle işleyişe, tüm vatandaşların aynı dili öğrenip konuşmasına, birbirini anlamasına ve egemen olan Milletin iradesine hizmet eder.


Lozan Andlaşması’nın “Azınlıkların Korunması” başlıklı 37 ila 45. maddeleri incelendiğinde azınlıktan, Müslüman olmayan (Rum, Ermeni ve Musevi yurttaşlar), yani başka dine mensup Türk yurttaşlarının anlaşılması gerektiği ve bu andlaşmada azınlığın “din” esasına dayandırıldığı kolaylıkla anlaşılabilecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan Andlaşması’ndaki imzası ve ortaya koyduğu irade nettir. Türkiye Cumhuriyeti, ırk esasına dayalı bir başkalaşmayı ve “azınlık” kavramını kabul etmemiştir.


“Azınlıkların Korunması” başlığı altında Lozan Andlaşması’nın 39. maddesinin 4. ve 5. fıkralarına göre, “Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiç bir kısıtlama konulmayacaktır.
Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe’den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır”.


Aynı başlık altında 40. maddeye göre, “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve ayni güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır”.


Aynı başlık altında m.41/1’e göre, “Genel (kamusal) eğitim konusunda, Türk Hükümeti, Müslüman-olmayan uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde, bu Türk uyruklarının çocuklarına ilkokullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından, uygun düsen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm, Türk Hükümetinin, söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.


 
Anayasa m.3/1’e göre, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir”.


 
Anayasanın 42. maddesinin son fıkrasına göre,Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır”.


 
Anayasa m.11’e göre, Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
 
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz”.


 
Sonuç olarak; Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili Türkçe’dir. Dolayısıyla, eğitim ve öğrenim dili de Türkçe’dir. Bunu bir zor, baskı, kişi hak ve hürriyetlerine aykırılık, ana dili öğrenme ve kullanma yasağı, kabulü mümkün olmayan sınırlama olarak görüp değerlendirmek mantıklı ve mümkün değildir. Tartışmaya bile açılamaz. Ana dili kullanmak başka, Ülkenin resmi dilini öğrenip kullanmak başkadır.


2923 sayılı Kanunu, yukarıda sayılan normların sınırları kapsamında dikkate alıp uygulamak gerekir. Kanunun “Amaç” başlıklı 1. maddesinin son kısmında yer alan, “…Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğreniminin tabi olacağı esasları düzenlemektir.” hükmü, Türk vatandaşları tarafından geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesine dair esasların düzenleneceğini ifade etmektedir. Bu ifadeden, farklı dil ve lehçelerin temel eğitim-öğrenim dili olarak kullanılması sonucu çıkmaz. Her durumda, Ülke bütününde kullanılan dil birliğinin sağlanabilmesi, insanların birbirlerini anlayabilmesi ve her türlü hizmeti ile ilişkinin yürüyebilmesi için, ortak bir dil ihtiyacı ve bu dilin Devletçe de kullanılması kaçınılmazdır. Bu dil Türkçe’dir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)