Fakültede öğrenciyken, stajımda ve mesleğimin ilk yıllarında çalıştığım büronun her şeyiydim. Sabahları gazlı sobayı yakar, çayı demler, masaları siler, kütüphanedeki rafların ve kitapların tozunu alır, Nilfisk marka elektrikli süpürgeyle yerleri süpürür, telefonları cevaplar, iki sokak ötedeki adliyeye koşarak gider, dilekçeleri teslim eder, icra takipleri başlatırdım.
O yıllarda büronun, marangoz makineleri satan bir müvekkili vardı. Büronun sahibinin abisine ait büyük bir şirketin iştiraki olan bu pazarlama şirketinin genel müdürü, Türkiye’nin her tarafına makine satar, karşılığında senet-çek alır; çoğunu tahsil edemez, icra takibi yapılması için büroya –bu görev de bana verildiği için– bana getirirdi. Yağmur gibi icra takibi yaptırır, çoğunluğu ödenmezdi. Ben de çantamda onlarca haciz talimatıyla Anadolu’ya otobüslerle haciz turlarına çıkardım. Kendim de zorluklar içinden geldiğim için, zor durumdaki borçlulara gaddar olamaz, tersine acırdım. Çoğu zaman haczedecek mal bulamaz; borçlular ve icra memuru, bulduğum malı yediemine kaldırtmazdı. Borçluların bazıları hakaretler eder; henüz stajyer, sözü ciddiye alınmayan toy bir avukat olduğum için bir şey yapamaz, sineye çekerdim. Üstüne bir de bürodan ve müvekkilden fırça yerdim.
Bakırköy’deki icra memuru Yaşar’ın tavsiyesiyle, spor malzemeleri üretip satan Delibalta kardeşlerin icra işlerini yapmaya başladım. Hem borçlular borcu zorlamadan öderler, hem de Delibalta kardeşler yaptığım işlerin hesabını hemen görür, ücretimi derhal verirlerdi. Onlardan Allah razı olsun! Çok ekmeklerini yedim; yaptığım işin karşılığını hakkıyla aldım.
Meslekte 5 yılı doldurduktan sonra marka, haksız rekabet, trafik kazası, gayrimenkul ve tahliye davaları almaya başladım. Emeği çok, kazancı az bu davalarda, icra takiplerinden biraz fazla kazanıyordum. Pek beceremediğim icra işlerini yavaş yavaş azalttım. Meslekte 10. yılıma geldiğimde, yerli müvekkiller teker teker, yabancılar ise gruplar halinde gelmeye başladılar. Sağra şirketinin bütün işlerine ben bakıyordum. Parasal sıkıntılarım gitmiş, biriktirmeye başlamış; uygun bir büro satın almak için plan yapmaya başlamıştım. Şimdiki büromun olduğu Kore Şehitleri’ndeki dubleks daireyi o zaman satın aldım.
Deli gibi çalıştığım, kazandığım, büromun hızla geliştiği ve aynı hızla yönetim sorunları yaşadığım yıllarda, “40 yaşına gelince saat 17:00’den sonra çalışmayacağım” diye bir karar verdim. Ancak 40 yaşına geldiğimde, sanki müvekkiller bendeki enerjiyi, tecrübe ve bilgi birikimini bir anda görmüşler gibi üstüme yığıldılar. İşlerim iki-üç katına çıktı. Ben de gece yarılarına kadar büroda çalışır oldum. İyi kazanıyordum ama iş ve özel hayat dengem tam tersine gitti; niyetimin aksine iki katı kadar çalışır oldum.
50’li yaşlara gelince büromu kurumlaştırdım; gelen işleri ekiple yapar oldum. Bu bana zaman kazandırdı. Kazandığıma kanaat ettiğim, ilkeli duruşumu bozmadan iyi kazandığım, yaşça da olgunlaştığım bu devrede, kendimi yargı reformuna adamaya karar verdim. Bu bana daha çok saygınlık ve daha kaliteli işler kazandırdı. Çok eskiden gıpta ettiğim karmaşık davalar, ulusal ve uluslararası tahkim işleri alır ve sözü dinlenir biri oldum.
Geri dönüp de kazanacağımdan emin olmadığım küçük bir miktar için geceler boyu otobüsle hacze gittiğim günler ile uluslararası bir tahkim davası arasındaki mesafeye bakınca, “O günler olmasaydı, bu günler olmazdı” diyorum.
Bütün bunlardan çıkardığım ders şu: Avukatlık mesleğinin birçok evresi var. Avukatın hangi evrede olduğunu, müvekkiller avukattan daha iyi bilirler ve işlerini ona göre avukatlar arasında dağıtırlar.
Bana göre bu evreler şöyle:
1. Staj: Deneyerek alışma.
2. İşi yapabilmeyi öğrenme.
3. İş yaparak tecrübe biriktirme.
4. Ustalık.
5. Bilgelik ve önderlik.
Değerli meslektaşlarım, siz hangi aşamaları geçtiniz?
Sizce, Avukatlık Kanunu’nun bir kariyer planı içermesi, avukatları hızlıca geliştirmek için yöntemler geliştirmesi gerekmiyor mu?
Kaynak: gunce.com