Bir hizmetin günümüzde yapılabilmesi ve gelecekte de sürdürülebilmesi için kişilerin kendi istekleriyle bağışladıkları para ve mülklere “Vakıf” denir.


Para ve mülkün vakfedilmesi yani hiç bir karşılık olmaksızın verilmesi yanında, bu kuruluşlarda çalışan kişilerin kendi emek ve yaşamlarını, böyle bir toplumsal amaç uğruna sarfetmeleri de aynı derecede önemli, gerekli ve saygındır.


Bir çok şeyin para ile ölçüldüğü, bir şeyi vermenin değil almanın öğretildiği, maddi değer ve kazanç ölçütünün öne çıktığı günümüzde; topluma hizmeti geçenlerin bilinmesinde ve örnek alınmasında yarar vardır. 

Bu uzun ve yorucu yola bazen bir tesadüf veya ufak iletişimler sonucu çıkılmaktadır. İşte böyle bir rastlantı sonucu, daha önce hiç düşünmediği halde kendini vakıf çalışmaları içinde bulan ve bu çalışmaları yaklaşık olarak 40 yıldır sürdüren, içimizden biri; Engin Öztürk Hanımın anlattığı ve HASVAK Türkiye Devlet Hastahaneleri ve Hastalara Yardım Vakfı’nın kuruluşuna varan öyküsü de böyle başlamıştı :


“Kıbrıs Barış Harekatı’nın olduğu günlerde, çıkarmaya katılan ve yaralanan çok sayıda gazi, Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) getirilmişti. Eşim ve ben hastahaneye gazilerimizi ziyarete gittik.

 Bir çok servis boşaltılmış ve gazilerimize tahsis edilmişti. Vücutlarının değişik yerleri sarılı, bantlı, bazı kısımları kanlı vaziyette yatan, hafif ve ağır yaralı gazilerimizi ziyaret edip, hatırlarını ve bir ihtiyaçları, istekleri olup olmadığını sorarken ayrı bir bölümde yatan; kır saçlı, 40-45 yaşlarında bir yaralı gördüm. Hemşirelere kimliğini sordum. Kıbrıslı bir mücahit olduğunu, çok ağır yarası olduğunu, hayati tehlike içinde bulunduğunu söylediler. Konuşamayacak durumda olduğunu söylemelerine rağmen yanına yaklaştım. Bir isteği olup olmadığını sordum. Cevap vermedi. Kolu hafifçe sarkmış olarak duruyordu. Kolunu düzelteceğimi, rahat ederse gözünü kırpmasını söyledim. Kolunu hafifce kaldırıp göğsü hizasına getirince gözünü kırptı. Pijamasının göğüs cebi hizasındaki parmaklarını hafifçe oynatmaya başladı. Parmaklarını oynatırken bir iki kere göz kırptı. Bir şeyler söylemek istiyordu. Hastabakıcıya, yaralı mücahidin elbiselerinin nerede olduğunu ve birlikte bakmak istediğimi söyledim. Hemşire ile birlikte ceketinin iç cebine baktık, bir kağıt üzerine yazılmış, isim ve adres vardı. Kağıdı aldım, yaralıya göstererek ‘Bunu mu istiyorsun ?’ diye sordum. Göz kırptı. ‘Kıbrıstaki akrabaların mı, haber mi vermek istiyorsun ?’ diye sordum, gene göz kırptı. Bu adrese haber vereceğimi söyledim, hafifce gülümsedi. Derhal haber vermem üzerine ertesi gün, yaralı mücahidin, Kıbrıs’da bulunan eşi ve kızı geldiler. 


Hastahane ziyaretlerimi uzun süre sürdürdüm. Artık bir aile gibi birlikte olduğumuz Kıbrıslı mücahidin yanında, yaralı askerlerimizin diğer hizmetlerine yardımcı olmaya çalışıyor, bazen meyvelerini soyarak yediriyor, tekerlekli iskemle ile diğer servislere götürüyor, servis çalışanlarına yardımcı oluyordum. Gayretlerimi gören diğer arkadaşlarım da bana katılmaya başladılar. 

Artık bir ekip olmuştuk. 

Yaralı gazilerimiz yanında diğer hastalarla ve hastahanelerle ilgilenmeye başladık. Hastahane çalışmalarımız yanında, bir çok kişi ve kuruluşdan yardım toplamaya ve bunu hastahanelere, ihtiyacı olanlara vermeye başladık. Ama bir gün yaşadığım bir olay, bu çalışmaları örgütlenerek yapmak zorunda olduğumuzu gösterdi. 

Topladığımız yardım paralarını verdiğimiz bir başka hastahaneye yaptığımız ziyarette, hastahane başhekimi bizi güler yüzle ve çok iyi bir şekilde karşıladı. Zile basarak gelen hizmetliye ‘Engin Hanımın kristal bardakları ile bize tavşan kanı birer çay getir’ dedi. Hangi kristal bardak olduğunu sorduğumda, yaptığımız yardım paraları ile misafirlere ikramda kullanmak üzere kristal çay takımı aldıklarını, odasında bir kısım dekorasyon işleri yaptırdıklarını söyledi. Kendisine ‘Buna hiç bir şekilde razı olmadığımı’ söyledim. Ancak resmi bir kuruluş olmadığımız için yapacak bir şeyimiz de yoktu. 

Artık kadromuz da büyümüştü ve deneyim kazanmıştık. Ailemden kalan bir takım mal varlıklarını vererek bir vakıf kurmaya karar verdik.

İşte ‘HASVAK Türkiye Devlet Hastahaneleri ve Hastalara Yardım Vakfı’ bu şekilde dünyaya geldi. Çok zor şartlar altında başladığımız, hatta yerine göre temizliğini bile bizzat yaptığımız vakıf büyüdü, gelişti ve 40 yıla varan çalışmalarımızla bu günlere geldik.”

Engin Öztürk’ün kuruluşunu anlattığı ve kurduğu HASVAK’ın bu gün geldiği nokta, başka yazıların konusu olacak genişlikte. Ancak şu kadarını söylemek mümkün ki; yurt içinde ve yurt dışında temsilcilikleri, şubeleri olan, uluslararası kuruluşlarla ortak çalışmalar yürüten, sağlık ocakları, tıp merkezleri, okullar, huzurevleri kuran ve kuruluşuna katkılarda bulunan, Gölbaşı Devlet Hastahanesinin mülk sahibi olan HASVAK ve başkanı Engin Öztürk, yeni kurulan ‘Kansere karşı El Ele Federasyonu’ nun da Genel Başkanlığını yürütmekte.

Günlük olaylardan sıkıldığınız, üzüldüğünüz, olumsuz gelişmelerden bunaldığınız zaman okumak üzere;
İşte size, bir vakıf ve başarı öyküsü.


Av.A.Erdem Akyüz

Hukukun Egemenliği Derneği
Genel Başkanı
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdem AKYÜZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)