Eminim hepimizin alışveriş yapmak için girdiği yerlerde ya da yemek yediğimiz mekanlarda güzel hatıraları olmuştur.


Almanya’da dil kursuna gittiğim dönerci dükkanı da benim için bunlardan biriydi. Şimdi profesör olan arkadaşım Murat, ben ve Günay Hoca. Üçümüzün de haftanın dört günü akşama kadar devam eden dil kursunda öğlen aralarında yemek için gittiğimiz yerdi burası. Her gün kim ödeyecek tartışmasını yaptığımız bu küçük dükkanda bir süre sonra dükkan sahibi Metin abi bir kural koydu: İlk üç gün sırayla biz ısmarlayacaktık, dördüncü gün Metin abi.

 

Bir yıl boyunca bu kural hiç değişmedi. Dördüncü gün hep dükkan sahibi ödedi. Arkasından çaylarımız da hep Metin abinin ikramıydı. Biz onun müşterisinden çok misafiri olduk, o ise bizim dostumuz. Ne zaman Almanya’ya yolum düştü ise Metin abiyi mutlaka ziyaret etmişimdir ve halen hayırla ve tebessümle yad ederim.

 

Almanya’da kaldığım şehre sonraki ziyaretlerimden birinde tanıdığım bir dostum beni dondurma yemeye davet etmişti. Küçük bir şehre göre müşterisi oldukça fazla olan ve sürekli dolu olan bu dondurma dükkanı, ben döndükten sonra açılmıştı. Hikayesini beni oraya davet eden Remzi Abi anlattı.

 

Dondurmacı bir İtalyandı. Açılış gününe herkes arabaları ile gelmişti ve dükkanın önüne park etmişlerdi arabalarını. Tam dondurmalar ilk müşterilerin önüne geldiğinde belediye görevlileri de ceza yazmaya başlamışlardı. Zira bu caddeye böyle park edilemezdi. Müşteriler ceza yazılmasın diye yerlerinden kalkınca, İtalyan dondurmacı ayağa kalkıp ‘herkes otursun’ der, ‘bütün cezaları ben ödeyeceğim’. Sonra yanında çalışan elemanı gönderir ve bütün ceza kağıtlarını toplayıp cezaları öder.

Ertesi günü belediyeden park için özel iznini almıştır ve bu şehrin en meşhur dondurmacısı da olmuştur bir anda.

 

Başından sonu belli olan hikayeler değil mi bunlar? Her seferinde büyük başarıların arkasında böyle küçük hikayeler gizli değil midir?  Müşterileri bir yerlere bağlayan aldığı hizmetten, üründen daha öte bir şey yok mudur? Elbette, ayrı ve görülmez bir bağ vardır çoğu kez. Önemli olan da bu bağı kurmaktır.

 

Babam Cerrahpaşa’da yatarken acil bir ilaç ihtiyacı olmuştu. Koştum bir eczaneye. Kendilerinde olmadığını söyledi bu eczacı. Sonra daha uzaktakine gittim. Genç bir Eczacı kız vardı, ‘bizde yok ama depodan getirtelim, gece yarısı aramayın daha fazla’ dedi, yanındaki çırağı gönderdi. Bekledik bir beş dakika, sonra geldi ilaç. Sadece on liraydı ilacın ücreti. Düşününce aslında hepsi kar olsa ne olacaktı? Gerçekten ilacı aldığımda ta kalbimdendi teşekkürüm. Sonraki günlerde uzak da olsa hep o eczaneye gitmeye çalıştım. Önemli olan o eczacının ince düşüncesiydi.

 

Ne güzel örnekler bunlar. Ticaretin içine biraz mana yüklemek çok zor olmasa gerek. Biraz insanlık, biraz tebessüm, biraz ilgi. Belki yemek tarifi gibi oldu ama, inanın sonuç hep iyi oluyor. Önemli olan o an kazanmak olmasa gerek, her zaman, sonsuza kadar kazanmak olmalı.

 

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.

 

Hepimiz aslında güler yüzü seviyoruz, bir tebessümü arıyoruz, bir içten konuşmayı ya da teşekkürü bekliyoruz. Hepimiz bu kadarlık insanlığı ve değer verilmeyi hakediyoruz.

 

Her zaman bulamıyoruz bu aradıklarımızı etrafımızda belki biliyorum. Ama bu durum, bunları her arayanın bizde bulmasına da bir engel olmasa gerektir...