Babam öldü; şimdi daha tenhayım, daha ıssız. Artık, üşüyen bir sonbahar gibi hissediyorum. Sıcaklığın, her gün biraz daha azaldığı, kış öncesi bir mevsim gibiyim. Hüzünlü, şaşkın ve acı içindeyim. Babamı severdim. İnsan hep sever ve hep kaybolanı daha çok sever. Ölüm anı, anlamın adeta durdurulamaz bir kan kaybı gibi bizden kaçtığı andır. Kaçtı babam. Zaten hep kaçardı. Uzun yolculuklara çıkardı, Ömür gibi uzun yolculuklara, ölüm gibi uzayıp giden yolculuklara. Kamyonuna tıka basa doldurduğu yükü , sadece şehirden şehre taşımaz, ülkeden ülkeye taşırdı bazen. O bir kamyon şoförüydü, Tır şoförlüğünün revaçta olmadığı zamanlarda bir kamyon satın almıştı ve ekmek parasını böyle kazanıyordu.

Bir kız çocuğunun,  babasının ölümünü tecrübe etmesi, kızgın bir örste ruhunun, günlerce, aylarca ve hatta belki de yıllarca dövülmesi duygusunu yaratır bedeninde. Baba ölümünden sonra geriye,  dövülmüş, yorgun bir beden kalır. Şimdi çok yorgunum ve babamın yasını tutmak istiyorum. Ama yine de anılar, hatıralar zihnimi zorluyor, gün ışığı görmek için adeta bana işkence ediyorlar. Nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Babama, kendime ve hatıralarımıza saygısızlık etmeden onları, nasıl dile getirmeliyim, doğrusu dile getirmeli miyim, bundan da emin değilim.

Kaderimiz ve karakterimizin üstünde babanın büyük etkiye sahip olduğuna inanıyorum. Baba figürü kader ve karakter arasında çok gizli bir yerde durur diye düşünürüm hep, ya da biz onu o gizli yerde tutmaya özen gösteririz. Büyüdükçe kimi kişilik ve karakter davranışlarımızın babamızın karakter ve kişiliğine çok benzemeye başlaması bu yüzdendir. Bir benzeşme olmasa bile, karakterimizin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynadıkları kesindir. Bazen alınganlıklar sergilerim. Elimde çok somut nedenlerim olmadığı halde, neden böyle davrandığımı sorgularım ve aklıma babamla yaşadığım şu unutulmaz hatıra gelir.

Şimdi, bu satırları yazarken, o gün, ailecek neden Diyarbakır’dan, Sultan Şeyhmus’a gittiğimizi hatırlamıyorum ama o yolculuğun kimi detaylarını da asla unutmadım.  Sanırım o zamanlar ben on ya da on bir yaşlarındaydım. Benden küçük üç erkek kardeşim vardı. Ablam ve Abimde benden büyük olanlardı. Yolda küçük çocuklar dondurma istedi. Bende sevinmiştim dondurma alınacak diye.  Babam arabadan indi ve dondurma almaya gitti. Dönüşünde elinde dört külah dondurma vardı. Üçünü, benden küçük olan kardeşlerime uzattı, biri onun elinde kaldı. Kalan dondurmayı bana uzatacağını düşünüyordum. Ama babam beni şaşırtarak dondurmayı ağzına götürdü ve bir iki kez yaladı. Bana vermeyecek diye tedirgin oldum önce, sonra hızla surat asıp küstüm ona. Zavallı babam, beynimden geçenleri fark etmiş gibi, hemen dondurmayı bana uzattı. Ama iş işten geçmişti. Ben çoktan, çok alınmış, çok kırılmış ve gurur yapmıştım.  Bütün ısrarlarına rağmen dondurmayı almayı reddettim. Ben , onu reddettikçe o da kızmaya başladı.

Sanırım babam, yaladığı dondurmadan midem bulanır ve tiksinirim diye öfkelenmişti. Oysa ben, dondurmayı önce erkek kardeşlerime uzattığı için alınganlık göstermiştim. Her zamanki gibi ikinci planda kalmayı içime sindirememiştim. Yol boyunca dondurmayı yiyemediğime değil, babamın beni yanlış anladığına üzülmüştüm.

Bizim ailede babalar ve kızları arasında hep aşılmaz mesafeler vardı. Anılar ve hatıralarımızı doyasıya konuşma fırsatı bulamazdık. Dolayısıyla geçmişte olan bitenler hakkında ne helalleşebildik ne de birbirimizden özür dileme şansını yakaladık. Keşke daha rahat, daha iletişime açık bir hayatımız olsaydı. Babamla ruhumu tatmin eden bir sohbet yapma imkanı bulamadım. Ona bütün hücrelerimden gelen yoğun duygularla seni seviyorum baba diyemedim. Bu içimde hala bir kaya parçası gibi sertçe ve yüreğimi hiç durmadan kanatan bir hançer gibi durur.

Babam, kanserle mücadelesinde bile,  hissettiği duygularını  paylaşmaya yanaşmadı, ya da böyle bir duygu paylaşımını hiç idrak edemedi. Çocuklarını uzaktan seven her baba gibi, neredeyse her duygusunu içinde yaşadı.

Çok üzgünüm Babacığım. Her şey için çok üzgünüm. Seni doyasıya  sevme imkanı bulamadığım için üzgünüm. Seni çok sevdim. Sen rahat uyu Babacığım. MEKANIN CENNET OLSUN.